HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ DEĞİL, ÜSTÜNLERİN HUKUKU!!!

Evet, sevgili okurlar.

Bir haftadan beri Türkiye’yi güncelleştiren mevzuu; Mustafa Balbay’ın tahliyesi.

Yazılı medyanın birinci sayfalarından kullanabildiği manşet varsa, mutlaka "Mustafa Balbay’ın tahliyesi" başta geliyor.

A’dan Z’ye kadar!         

Türk medyasının gündemden çıkaramadığı konu Balbay!

Ne bulunmaz hint kumaşıymış?

Der demez insan;

“Hayrola, neler oluyor beyler?” demek zorunda kalıyor.

Tabi ki, asıl "demesi" gerekenler bile konuşmuyor.

İşte iktidar partisi hükümet!

Balbay’ın tahliyesine karşı başını eğip, önüne bakıyor.

Sanki Mustafa Balbay’ın beş seneye yakın tutuklanmasına sebep olmuş gibi kendini suçlu görüyor.

İlginç olan durum da şudur ki, hükümet sanki yaptıklarından pişman!

Neredeyse TBMM, Başbakan dahil olmak üzer "Balbay’dan özür dileyecek" hale geldiler?

***

 

Eee..

Bu durum karşısında Balbay şımarmaz mı?

Nitekim, önceki gün gösterdi, şımarıklığını..

Ayağının tozuyla meclis kürsüsüne çıkıp, yemin etti..

Sonra da "nefret duygularıyla" saldırmaya başladı.. Ki ilk işi de Dışişleri Bakanı Sayın Davutoğlu’nun soy ismiyle alay etmek oldu.

"D" harfini düşürürseniz diyerek, küçük düşürmeye çalıştı..

Çok dürüst ve muntazam bir kişiliğe sahip olan Sayın Davutoğlu, Balbay’a hak ettiği cevabı meclis "koridorlarında" vermişse de arsızın yüzüne tükürüldüğünde gam duymadığı için ‘Oh yağmur yağdı’ dercesine hareket eder.

* * *

Evet, gerçekten bugünkü yazımıza başlık olarak koyduğumuz ifade; Türkiye’yi sistemiyle, rejimiyle, devletiyle, iktidarıyla, muhalefetiyle, medyasıyla yedi göbeğini okuyor.

Mustafa Balbay yıllar yılı Cumhuriyet Gazetesinin etkin mensuplarından birisi olarak çalıştı.

Emin Çölaşan’la aşırı derecede devleti ve milleti, Başbakanları küçük düşürmek suretiyle yazı yazmış ve aynı zamanda bazı TV ekranlarında tartışma programlarını hazırlamışlardı.

Memleketin dinine, imanına, inancına, camisine, cemaatine, kitabına, en ücra köşesindeki cemaat ve dini kurum ve kuruluşlarına hakaret etmekle nam vermiş insanlardır.

Balbay..

“Gün gelmiş, devran dönmüş” misali Ergenekon davasında hakkında takibat açılmış, tutuklanmıştır.

Hal-i hazırda, yargılandığı davada 34 yıl 8 ay hapis cezasına çaptırılmış.

Ama gayretkeş CHP’nin gayret damarına dokunmuş(!)

Özellikle Kılıçdaroğlu dahil olmak üzere hemen İzmir’den milletvekili adayı olarak gösterildi.

Gaye, "dokunulmazlık zırhını" kazandırmak..

Ki nitekim, kazandırıldı.

CHP İzmir milletvekili olarak seçildi.

Oysaki mahkemenin hakkında vermiş olduğu 34 yıl 8 ay hapis cezası var..

Böyle bir "suçlu", nasıl olur da "kurtarıcı zırh olarak", milletvekili zırhına büründürülmeye çalışıltırılır?

Türkiye burası!

Tabii Balbay gibi nice nice ceza almış caniler var, katiller var, suçlular var, Ergenekonun generalleri var, var da var.

Herkes için böyle bir kurtarıcı girişim tezgâhlanırsa artık mahkemeler ve yargının hiçbir kıymet-i harbiyesi kalmaz.

Bilakis hele hele bir de mağdur oldu diye Anayasa Mahkemesi 5 bin TL de devleti tazminata çaptırırsa, apayrı düşündürücü bir hal yaşanmakta görünüyor.

Sormazlar mı, gerçekten Hukukun “H” harfi Türkiye’de var mı?

Elit tabaka hep kendini İsrail kanunları gibi devlet çarkı, adalet mekanizması, hukukun üstünlüğüne paralel gitmesi gerekirken, tamamen üstünlerin hukukuna doğru zorlanıyor.

Bu mesele çok derin.

Bu hamur daha çok su ister.

Bu durumda demek ki şimdiye kadar Türkiye’nin; yasama yürütme ve yargı erkleri hep yanlışlıklar üzerinden, memleketi yönetmişlerdir (!)

Zira 1950’lerden 1980’li yıllara kadar!

Hatırlayın..

30–40 yıl boyunca vesayetçi yasaların gölgesinde Türk Ceza Kanunun 163. maddesi gereğince camiye giden cemaatler dahil, insanların hürriyetleri ve özgürlükleri kısıtlandı.

Bir araya gelip mevlit okutan bu halk, polis ve jandarmanın tarassudundan, baskınından kendini kurtaramadı.

Öyle bir hale gelinmişti ki "irtica damgası" herkese vurulmuş ve herkes menfur ve mahut olan Türk Ceza Kanunun 163. maddesinin "cenderesinde" inim inim inletiliyordu.

Nice cemaatler, özellikle Nur cemaatleri, özellikle Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri ve Nur şakirdleri yıllar yılı bu ceberut ve yanlış maddenin yanlışlıkları ve baskıları altında sürün sürün süründürülmüştür.

Ta Turgut Özal’ın Başbakanlığına kadar.

Allah gani gani rahmet eylesin.

Turgut Özal, Başbakan olduktan sonra çok büyük zorluklar içerisinde nihayet bu maddeye son verdirildi.

Ama onun yerine bu kez 213. madde getirildi.

Aynı geçmişe yönelik hal, yine insanlara yaşatıldı.

O maddeler de değiştirildi.

Nihayet bu iktidarın 12 Eylül referandumundan sonra ortaya çıkan Anayasa değişikliği sayesinde “Kişisel hak arama” formülü gerçekleşmiş, rasgele herkes bu formülle Anayasa mahkemesine başvuruyor..

Ve Anayasa mahkemesi de buna hukukun üstünlüğü damgasını basıyor ve başvuruları kabul ediyor.

Ortaya çıkan bu yapı içerisinde;

34 yıl ceza almış olduğu halde milletvekili kisvesine bürünen nice Balbaylar, nice Albayların tahliyeleri söz konusu olmuştur.

***

 

Ama gel gör ki..

Yıllar yılı, bu memleketin öz be öz evladı olan, inanan hiçbir Müslüman’ın, gerçek manada mazlum olan insanların itibarı bir türlü iade edilmiyor.

Demokratik, çağdaş, çoğulcu parlamenter sistemine dayalı olan bir hukuk sistemi, demokrasi havarileri, Bediüzzamanların, İskilipli Atıf Hocaların, Şeyh Sait’lerin, nice nice elleri kelepçelenip, ayaklarına pranga takılan tarihi masum ve mazlum insanların bir türlü hakkı verilmiyor, iade edilmiyor.

Ancak CHP’nin altı oklu rejiminin gölgesinde yürütülen bir hukuk sistemi, her nedense ceza almış zalim Ergenekoncuları savunmasıyla beraber TBMM’ne gidip, koltuğuna oturan ve hemen kürsüye koşarak, yemin eden Mustafa Balbay, artık sembolleşiyor.

Mecliste parlayan yıldız oluyor (!) ve tarihi yaptıkları Ergenekon faaliyetlerine sünger çekiliyor..

Pırıl pırıl berrak bir insan olarak ortaya çıkıveriyor.

Allah encamımızı hayreylesin.

Tek kelimeyle söylenmesi gereken bir şey varsa o da şudur ki:

Türkiye, bir türlü gerçek hukuk devleti olamadı ve olmaya da niyeti yok gibi geliyor.

Zira masumların, suçsuzların, melaike ruhunu taşıyan insanların itibarı iade edilmiyor.

Yetmiş bin tane fırıldak çeviren yalancı, sahtekâr, yüzsüz insanlara nerede ise iade-i itibar veriliyor.

Ve halkın parlayan bir yıldızı (!) gibi ortaya çıkarılıyor.

Bakalım, önümüzdeki günler, aylar ve seçimler “Bize neleri gösterecek?”

Kaygılar içerisinde, düşünüp-bekliyoruz!

İster bölgemiz olsun..

İsterseniz Türkiye'nin geneli olsun..

İşte böylesi hainlik içeren oluşumlara "karanlıkta kalan hakikatler ve yıkılmayan demokrasi putu" diyoruz.

Evet, gerçekten bu sahte, putlaşmış demokrasinin ve hukukun üstünlüğü sloganı bir türlü ortadan kalkmıyor..

Ne acı vericidir ki, hep kendine uzun ömür biçiyor.

En derin saygı ve sevgilerimle.