HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ DEĞİL, ÜSTÜNLERİN HUKUKU!!! (IV)

Evet, sevgili okurlar.

“Hukukun üstünlüğü değil, üstünlerin hukuku” başlıklı yazımızın bugün, dördüncüsünü kaleme alıyoruz.

Siz değerli okurlarımızdan gelen memnuniyet mesajları paralelinde gerçekten sizlerin de bildiğiniz gibi Türkiye’de yaklaşık yüz yıldan beri, daha doğrusu cumhuriyetin kuruluşundan bu yana devletin bünyesinde ve 1921 Anayasasının da temelinden çıkan uygulamalar, halkla bir türlü barışık olmamıştır.

Devletin uygulamaları hep çifte standart olarak devam ede gelmiştir.

Bu çifte standart uygulamalara, karşı gerçekten yapılması gereken hiçbir şey yapılmamıştır.

Ki halen, bu çifte standart uygulama, bir çok alanda kendini göstermektedir.

Bu tezimizin hedefindeki kasıt birçok yönüyle devletin, daha doğrusu bu paralelde gelen giden iktidarların yanlış uygulamaları yüzünden "hukuksal" açıdan bir türlü istenilen hedefe ulaşılmamaktadır.

Çifte standart uygulamalar her alanı sarmış durumda.

                                                

***

İşte, Jandarma eski Genel Komutanı ve MİT eski Genel Başkanı Teoman Koman…

TSK’nın içerisine sızan biri..

Maalesef, yıllar yılı omuzlarında taşıdığı TSK'nın o şerefli üniformasının hakkını, meslek hayatı boyunca verememiştir.

Ve o üstün seviyedeki şerefli üniformaya rağmen milletin inancıyla hep ters düşmüştür.

Milleti küçük görmüş, hor görmüş ve birçok yönüyle onun döneminde genellikle Doğuda ve Güneydoğuda faili meçhul cinayetler gittikçe çoğalmıştır.

“Devletin sırrı” adı altında ondan gelen gizli faili meçhul cinayetlerin emri devleti tarih boyunca zor duruma sokmuştur.

Bu yetmiyormuş gibi "Merdi Kıpti" gibi şecaat arz ederken, suçunu itiraf ediyor, askeri garnizonda çalışan sivil ve askeri şahıslara “namaz kılmayı” yasaklamış, “minareyi yıktırma” emrini vermiş, “ezanı yasaklama ve camileri kapatma” cesaretini göstermiş.

TBMM’ni hiçe saymış ve “Onlar kim ki ben gidip ifade vereceğim” demiş!

Böylesi olaylar zincirinin altına imza atan bir zevat.

Ölmeden önce de yaptıklarından herhangi bir nedamet, bir tövbe, bir pişmanlık ağzından çıkmamış.

Allah’a karşı yapmış olduğu günahlardan nedamet duymamış, günahlarından tövbekâr olarak ağzından herhangi bir kelime çıkmamıştır.

Bu durumda İslam hukukuna göre bu kişinin cenaze namazı kılınmaz!

Müslümanların camisine cenazesi götürülemez, müminlerin kabristanına gömülemez.

Tüm bu İslam ve Kur’an hükümlerine rağmen Diyanete, yine bu askeri tahakküm ve vesayet dayatması gerçekleştirilerek, utanma veya korku belası olsa dahi bu generalin cenazesi Selimiye Camisine götürülmüş ve İslami normlara göre uygulama yapılmış, İslami usuller paralelinde muamele görmüştür.

Diyanet İşleri Başkanlığı, bilemiyorum yukarıdaki anlattıklarımıza rağmen İslamiyet’le ters düşen, hayat boyu İslam’a karşı kin, nefret besleyen bu tür insanlara nasıl olur da İslam’ın terû taze hükümleri icra edilir.

Ona bir türlü mana veremiyoruz.

Acaba şimdiye kadar Türkiye’de yapılan hukuksal değerlendirmeler, hukukun üstünlüğü değil de hep üstünlerin hukukunu uygulamaya yönelik kesintisiz çalışmalar var.

Buna da çifte standart uygulama adı verilmektedir.

Bu çifte standart uygulama gerçekten hukukun üstünlüğüne, demokratik parlamenter sisteminin varlığına gölge düşürüyor.

* * *

Diyanet İşleri Başkanı Sayın Mehmet Görmez Beyefendi, her şeyden evvel çok değerli bir ilim adamı.

İslami hükümleri çok iyi bilen bir insan..

Kesinlikle biliyoruz ki anlattıklarımızın bire bir bizden daha fazlasını biliyor olmasına rağmen bir devlet memuru olma hasebiyle kendini fazla olaya endekslememiştir ve es geçmiştir.

Bu da yüce İslam dinine karşı çok büyük bir sorumluluktan kaçması demektir.

Hem de dün de Diyarbakır Söz Gazetesinin sürmanşetinden verilen haber paralelinde, haberin içeriğine bakıldığında Tevbe Suresi 84. ayetin hükmüne göre, bu kişilerin üzerine namaz kılınamamakla beraber, kabirlerine dahi gidilmez.

***

Nitekim Efendimiz (s.a.v), Medine'de "munafıkların" başı olan Abdullah İbn’ü Selül isimli bir münafığın cenazesi üzerine gidip, şefkat, merhamet gösterme babında ve ailesini İslam’a kazandırma çabasıyla gitmiş, namazını kıldırtmış.

Gerçek Müslüman olan oğlunun ısrarıyla Efendimiz (s.a.v), iç gömleğini çıkarıp, ona kefen olarak giydirdiği halde Allahû Teala tarafından Tevbe suresinin bu 84. ayeti uyarı olarak nazil olmuştur.

84. ayetin yüce meali aynen şöyledir;

“Onlardan ölen hiçbirine asla namaz kılma ve kabrinin başında durma. Çünkü onlar Allah’ı ve Resulünü inkâr ettiler ve fasık olarak öldüler”

Bilemiyoruz ama Diyanet İşleri Başkanlığı bu ayetin kesin hükmünü nasıl yorumlar ve nereye sığdırır?

Tabii ki bu cevap bekleyen bir soru işareti.

Kesinlikle hiç kimse buna cevap veremez.

Bu nedenle diyoruz ki her alanda uygulanmakta olan çifte standart uygulaması yıllardan beri devam ediyor.

* * *

Bu olayı burada sonlandırırken, CHP’li Mustafa Balbay kişisel olarak Anayasa Mahkemesine başvurmuş ve Anayasa Mahkemesi hüküm aldığı halde “Uzun tutukluluk süresini” ileri sürerek onu mağdur görmüş ve hem mağduriyeti dolayısıyla tazminat ödeme hükmü vermiş hem de tahliyesini istemiş ve mahkeme de buna uymuş tahliye etmiş.

BDP milletvekillerinin Diyarbakır 5 ve 6. Ağır Ceza Mahkemeleri tarafından çoğunlukla değil, ittifakla aldığı kararla tahliyelerinin reddedilmesi, Türkiye’deki birbirine uymayan yargı kararlarının da hala devam ettiğini göstermektedir.

Tabii yargıçların kararlarına herhangi bir itirazımız olsa dahi karar karardır, uygulama zorunluluğu söz konusudur.

Ama burada fikrimizi söylüyoruz.

* * *

Cemaatle iktidar arasındaki ciddi bir anlaşmazlığın da varlığı düşündürücüdür ve düşündürücü olduğu kadar da bize göre vahimdir.

Keşke böyle bir anlaşmazlık söz konusu olmasaydı.

Ama cemaat medyasının bazı tutumları da biraz yanlış görünüyor ve nitekim Zaman Gazetesinin dünkü nüshasının 1. sayfasında manşetten verilen “Devlet inanç farklılıklarını güvence altına almalı” haberini gerçekten olumlu olarak değerlendiriyorum.

Amma velâkin.

Yine İslam’ın hükmü paralelinde “Abant Platformu”nda alınan kararın içinde geçen “Cemevleriyle Camiinin bir araya gelmesi” bize göre tarihi bir yanlışlıktır.

Ve bu da çifte standart olarak düşünülen bir uygulamadır.

İslam’ın ana temel düşünce ve hükümleri gereği hiçbir zaman “emri maruf” ve “nehyi münker” bir arada olması düşünülemez.

Zira Alevilik anlayışı paralelinde düşünülürse Cemevlerinde ibadetten daha fazlasıyla İslamiyet’e uymayan batıl ve yanlış uygulamalar söz konusudur.

Devlet adamlarının resimleriyle, Hz. Ali’nin resimlerinin yan yana asılmasıyla birlikte olması Camilerde söz konusu değildir.

Bırakın Aleviliği, Sünniliği, söz konusu bile olamaz.

Semah ile Sema’nın bir arada olması da hiçbir zaman kabul edilemez!

Cemevlerinde kadınlı erkekli dans yapılıyor ve namaz kılınmıyor.

Camiler ise gerçek manada ibadethanedir, ilahi emir ve hükümler paralelinde namaz kılınıyor.

Cemevleri ise bundan tamamıyla soyutlanmış durumda.

Peki, sormazlar mı, bu iki zıddın bir arada uygulanması İslami gerçeklerle çelişmiyor mu?

İşte bu nedenle yazımızın başında dedik ki;

Ne yazık ki Türkiye’de uygulanmakta olan çifte standartlık her alana sirayet etmiş durumda.

Keşke semah ile semanın bir araya gelmesi (Cami ile Cemevinin bir araya gelmesi) tezinde muhterem Gülen Hoca Efendinin imzası olmamış olsaydı.

En derin saygı ve sevgilerimle.