İBRETLERLE DOLU DEĞİŞMEYEN İLAHİ KANUNLAR! (III)

Evet, sevgili okurlar.

Yazımızın başlığındaki “İBRETLERLE DOLU DEĞİŞMEYEN İLAHİ KANUNLAR” ifadesi, gerçekten her gün biraz daha Türkiye’deki olup bitenleri deşifre ediyor.

Özellikle CHP lideri dâhil olmak üzere siyasi bir Anamuhalefet partisi olarak bunca siyasi kışkırtmalar büyük çapta fitne ve fesat unsurlarının uyanışına her gün biraz daha maalesef ön ayak oluyor.

Tarih boyunca Sultan Mehmet Fatih’ten sonra Osmanlıyı dünyaya tanıtan ve İslam bayraktarlığını dünyanın birçok yerlerine kadar götürüp, dalgalandıran Yavuz Sultan Selim gibi bir devlet adamını, Alevilere katliam yapmış diye "katil" olarak ilan ediyor..

Hem de futursuzca!

Bize göre bu itham eski çağlardaki tevhit inancına karşı ayaklanan fitneci kavimlere benzetmekten başka bir şey değildir.

Akıl sır erdirilmez bir anlayışa sahip bu CHP!

Devletin İstanbul’a yapmış olduğu yatırım her ne pahasına mal olursa olsun, o yatırım bütün dünyaya hitap eden bir yatırımdır.

Bütün Türkiye; Doğusuyla, Batısıyla bütünlük arz eden bir yatırım olmakla beraber bu yatırımın faydalarını gözardı edip görmezlikten gelerek Yavuz Sultan Selim’in Alevilerin o dönemdeki fitnelerini önlemek için vermiş olduğu mücadeleyi “Alevi katliamı” olarak adlandırmaları bize göre çok büyük bir yanlışlıktır, fitneciliktir ve bozgunculuktur.

O Yavuz Sultan Selim ki;

Kuzey Afrika’ya girip, Mısır’ı fethederken bir Cuma günü camide Cuma namazını kılarken, hatip bir Osmanlı büyüğünü orada cemaatin içinde görünce şöyle hitap ediyor;

“Fatih-ül Harameyn-i Şerifeyn” yani Mekke ve Medine gibi her iki harameynin fatihi diye adlandırırken hutbesinde ayağa kalkıyor, büyük bir tevazuuyla hatibin sözlerini düzeltmek üzere “Haşa, ben harameyn-i Şerifeyn’in Fatihi değil, olsa olsa hadımıyım, hizmetkarıyım ve çömeziyim” diyor..

Hatibin hutbesini düzeltmeye kalkan böyle bir devlet büyüğüne, Alevilere karşı katliam gerçekleştirmiş diye iftira ve tezvirata hedef tutmaları gerçekten baş ağırtıcıdır.

Ve Türkiye’yi  fitnelere, bozgunculuğa sürüklemekten başka bir şey değildir.

* * *

Cumhurbaşkanı Gül’ün adını “Yavuz Sultan Selim” olarak açıkladığı üçüncü köprünün temeli İstanbul’un fethinin 560. yıl dönümüne denk gelmesi de ayrı bir önem arz ediyor.

Devletin zirvesini bir araya getiren törende konuklar, yapılan duanın ardından, mehter marşı eşliğinde butonlara basarak köprünün ayağına ilk harcını döktü.

Kente nefes aldıracak üçüncü köprünün açılışında konuşan Cumhurbaşkanı Gül, şöyle demişti;

“Çok şükür ülkemiz Türkiye, karanlık günleri geride bıraktı.

Türkiye ile gurur duyuyoruz”

Başbakan Erdoğan ise;

“Biz yapıyoruz, onlar konuşuyor” başlıklı konuşmasına şöyle devam etti;

“Artık İstanbul’un içerisinde ağır vasıtalar görmeyeceğiz.

Ağır vasıtalara cevap ve diğer köprülere alternatif burası olacak…”

İstanbul’daki mevcut köprülerden geçen araç sayısının 600 bini bulduğunu söyleyen Erdoğan, “Yani köprüler 2.5 kat fazla kapasiteyle çalışıyor.

Hem maliyet kaybı oluyor, hem yolculuklar adeta çileye dönüşüyor” diye konuştu.

Evet, iki büyük devlet adamı durumunda olan Cumhurbaşkanı ve Başbakanın yaptığı bu tarihi konuşma karşısında maalesef Anamuhalefet partisinin böylesine saygısızlık yaparak, “Yavuz Sultan Selim’in adını köprüye koymayın” demesini ben şahsen hakaret ve devlete ihanet telakki ediyorum.

* * *

Bakınız, sevgili dostlar.

Dünkü Diyarbakır Söz Gazetesinin “AÇIK PENCERE” köşe isimli Av. Cavit Torun’un kaleme aldığı yazı bir ibret levhası olmaktan başka bir şey değildir.

Devletin geçmişe yönelik 28 Şubat’ta ne kadar kirlendiğini, bütün çıplaklığıyla anlatan Av. Cavit Torun, havadan cıvadan konuşmuyor, kayıtlarında ve arşivinde kelimesi kelimesine olan tarihi mezalimi anlatıyor.

Her nedense milletin oylarını alıp TBMM’ne giden muhalefet, hele hele CHP bunları görmezden geliyor.

Ve devekuşu gibi başını kuma sokarken, dışarıda kalan koskoca gövdesini ne görüyor, ne de koruyabiliyor.

İktidar partisi ise adeta sistemin etkisi altında kalarak, tarihi bu mezalimi yapan devlet görevlilerini, başta o dönemin DGM Cumhuriyet Savcısı olmak üzere daha nice şer yapıya sahip zevat var ki, sorgulamıyor.

Hakkın, hukun ve adaletin hesabını sormuyor..

***

Ama heyhat!

Biz bunları ne kadar dile getirmişsek de yazımız maalesef kale alınmamış ve değerlendirilememiş.

Bu çiğnenen bir aile hukuku takipsiz kalmış, bu yargısal bir işkence hukuksuzluğu bugüne kadar hasıraltı edilmiştir!.

Biz burada kamuoyu huzurunda;

Adalet Bakanı Sayın Sadullah Ergin’i keza Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu’nu göreve davet ediyoruz.

Ve diyoruz ki;

Kimin bu ülkede ne kadar yapmış olduğu katliamlar,

Özellikle 1997 ile 2000 yılları arasında ve bunun başucunda yer alan dönemin Diyarbakır DGM Cumhuriyet Başsavcısı koltuğunda oturan Nihat Çakar'dan hesap sorulmalıdır..

Ne hazindir ki bu şahıs hala da görev başındadır, yine Savcılık görevini yürütmektedir.

Sayın Cavit Torun’un kaleme almış olduğu yazı, elbette ki bir hukukçu olma hasebiyle hukuk dili kullanmıştır ve tüm Türkiye hukukçularına zımni olarak bir çağrıdır…

Hatta her şeyin başında en büyük kişi olan Başbakana bu görev düşmektedir.

28 Şubat’ta biz bunları dile getirirken, bazı siyasi dostlarımız ve aynı zamanda oy verdiğimiz siyaset adamları kulaklarına pamuk tıkamışçasına ses kendilerine gitmiyor demektir.

İllaki hukukumuzu arıyoruz.

Ve aramakta diretiyoruz.

Yazılması gereken çok şeyler var; ama şimdilik bununla yetiniyoruz ve peşini bırakmıyoruz.

En derin saygılarımla.

Hayırlı Cumalar.