İHTİLAF GAFLETTİR, DELALETTİR VE ÇÖKÜŞTÜR!

Sevgili okurlar.

İki günden beri Türkiye’yi sarsan, herkesi hayret ve dehşetlere düşüren müthiş bir olay!…

İstanbul Emniyeti eş zamanlı bir çırpıda üç değişik olaya baskın yaparak adeta suçlu arama keyfiliği içine girmiş durumda.

İçişleri Bakanlığına bağlı bir teşkilatın alt kademedeki görevlilerin onlara emir veren üst seviyedeki üstlerin haberdar olmadan hareket etmesi, insanları der demez derin odaklara doğru sürüküyor ve düşündürüyor.

Keza İstanbul Savcılığının da Adalet Bakanlığına herhangi bir haber vermeden kendi başına polise böyle bir talimat vermesi de, insanın düşüncesini başka yönlere çekmiyor değil.

Zira bilinen odur ki zaman zaman başsavcılıklardaki uygulamanın önemli tarafı herhangi bir odak noktaya yöneldiğinde bir soruşturma söz konusu olduğunda, özellikle devlet memurları hakkında tahkikat söz konusu olunca, dava açılıp açılmama şekli, Adalet Bakanlığından resmi olarak görüş alınmasından sonra, netleşir.

Olay sanki "yangından mal kaçırırcasına"  soruşturulması, uyuşturucu çetelerini soruşturuyormuşcasına baskınlar yapılması, doğrusu manidardır.

Belediye Başkanının makamına baskın yapmak veya Bakanların çocuklarının evine operasyon düzenlemek, bir devlet bankasının Genel Müdürünün evine baskın yapılması, doğrusu insanı çok meçhul ve muamma olan olaylara itmektedir.

Aslında böylesine ansızın eş zamanda yapılan gizli baskınlar ne ise polis ve polise emir veren savcılıklar arasında olması gerekirken aynı zaman içerisinde her nedense ilgili makamlardan daha fazla medyayı haberdar etmek, işin içinde hileli bir tezgâhın veya derin bazı dış ve iç mihraklardan alınan bir talimat olmaktan kendini kurtaramıyor.

Böylesine kilit ve önemli yerlerin baskını söz konusuysa ve soruşturmanın gizli olma esası söz konusuysa, görsel medya olsun, yazılı medya olsun, hiç zaman mefhumu tanımadan bunu deşifre edip, dünyaya ilan etmesi de olayın içinde ayrı bir tezgâh ve tertip olduğu bize göre kaçınılmazdır.

Bu işte “Gizlilik” esas olması gerekirken “Gizlilik” tamamıyla kaldırılmış, birilerinin haysiyet ve şerefiyle oynayıp, olayı deşifre etmek için oldukça çaba gösterilmiştir.

Her ne olursa olsun, Türkiye için, devlet için, millet için olay çok vahimdir.

* * *

Gerek iktidar tarafı olsun, gerek Gülen Hoca Efendinin cemaati olsun, yıllardan beri Türkiye’yi kasıp kavuran bir fitne unsuru durumunda olan sistemin acımazlığıyla mücadele etmek için ittifakla yola çıkmış.

Muhafazakârlık ve inanç uğruna yolları birleşen ve muhafazakâr olarak geçinen her iki taraf da bir araya gelip, mücadele pekiştirerek, on seneden beri Türkiye’yi büyük bir faşizan Ergenekon mezaliminden kurtarmıştır.

Demokratik bir zemine oturtmuştur.

Bu hükümet olayın üzerine oldukça ciddi bir mücadeleye girmiş, her gün biraz daha ileri doğru başarı kazanırken, ansızın dershanelerin kapatılması için aldığı karar, doğrusu şık değildir.

Şık olmamakla beraber, gerçekten o noktada da insanı düşündürüyor.

“Acaba neden bu iş böyle ortaya atıldı” diye düşünmemek de elde değil.

Öbür taraftan da cemaat yanlısı medyanın ve o medyanın bazı önemli kalemlerinin acımasızca hükümetin üstüne gitmeleri, her gün ayrı ayrı yazılar yazmaları da şık olmamakla beraber, insanları derinden derine üzüyor ve düşündürüyor.

Biz burada herhangi bir olay için bir önyargı olarak fikir beyan etmek durumunda değiliz.

Ama “Görünen köy kılavuz istemez” misali anlaşılan odur ki her iki tarafında yanlışlıkları ve bu badireye düşmelerinin temel nedeni olduğu bir gerçektir.

Bize göre olup-bitenin temelinde yatan, çıkardır, menfaattir, ranttır ve siyasettir.

Özellikle insanın aklına gelen soru şu;

Neden hükümet durup dururken 11 yıldan beri dershaneler devam ediyor da dershaneleri kapatmaya yönelik herhangi bir teşebbüsleri söz konusu olmadı da ansızın bu üç ay içerisinde dershaneleri kapatma düşüncesi nasıl aklına geldi, onu da kestiremiyoruz.

Keza başta söylediğimiz gibi dershaneleri kapatma olayı cemaati büyük bir hayal kırıklığına uğratarak, başka derin odakların ekmeğine yağ sürercesine ve onların namına hareket ederek, sanki bir yerlerden talimat alıp, hükümeti yıkmak için böylesine acımasızlığa girmeleri, doğrusu Türkiye için, muhafazakâr milletimiz için çok büyük bir tehlike arz ediyor.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Gerek hükümet olsun, gerek cemaat olsun…

Yıllardan beri ittifak halindeyken ve bu ittifaktan çok büyük güç alarak Türkiye’yi bir yerlere getiren hükümet, şimdi ise o ittifak tam tersine ihtilafa düştü.

Ve Türkiye’de deyim yerindeyse Kemalizm’e bağlı faşizan Ergenekon hareketinin ekmeğine yağ sürülüyor ve muhalefet bıyık altında gülüyor ve kahkaha atıyor.

Biz burada inanan ve muhafazakâr olarak bilinen bir Başbakan ve onun hükümetini aynı zamanda cemaatin kurşun gibi keskin kalemlerin sahipleri de, Gülen Hoca Efendi’yi de yüce Kur’an-ı Kerim’in “Enfal” suresinin 45 ve 46. ayetlerinin yüce mealine uymaya davet ediyoruz.

Eğer bu ayeti kerimelerin mealine uyulmuyorsa, unutulmasın ki her iki taraf da çok büyük zarar görür ve bu zararın neticesinde de inanan bir millet için geleceğe yönelik bir çöküş söz konusu olur ki, fırsat yine tağuti sistemin eline geçer!

Bakın, anılan ayetin meali şöyle;

“Ey iman edenler! (Savaş için) bir toplulukla karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah’ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz.

Allah’a ve Resûl’üne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Kesinlikle Allah sabredenlerle beraberdir”

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Şu her iki ayetin yüce mealinden ve kutsal mesajından anlaşılan odur ki yüce İslam dinine inanan bir ümmet ve o ümmetin mensupları inançsız küfrün çeşitli sistemleriyle mücadelesinde sabit ve kararlı olmakla beraber, onların önündeki şiddet saçan düşmanlara karşı, rakiplerine karşı dik durup, dağılmamak gerekir, kaçmamak gerekir.

Yani, kararlılık, manevi bir güçtür ve başarının sırrıdır.

Zira bu her iki ayetin paralelinde Üstat Bediüzzaman Hazretleri de aynen şöyle diyor;

“Müslümanların birbirleriyle pekiştirilerek, dağılmamaları gerekirken, tam tersine aralarına niza, çekişme ve ihtilaf sokulduğunda, onların o birliktelikten meydana gelen güç dağılır, hedefinden saptırılır ve karşısındaki rakiplerine, hatta düşmanlarına yem olmaktan başka bir şey olamazlar”

Örneğin; İki dağ iki terazi kefesine konulursa, her iki dağın hangisinin çok güçlü ve ağır olduğunu tartması neticesinde denk gelirken, hangi gücün terazi kefesine ufak bir ağırlık konursa dengeyi bozar ve o ağırlık birisinden gider, diğerine geçer ki o da fayda etmez.

O kefeye konulan ağırlık her iki dağın da dengesini bozar.

En yüce önder ve mürşit olan yüce kitabımızdan bize gelen mesaj, anılan bu her iki ayet ve bu ayetlerin paralelinde daha Müslümanların dengesini korumak için birçok ayet var.

Öylesine inanıyoruz ki tüm kamuoyu da bu düşüncededir ki;

Sakın!

Bu ihtilaf, bu tartışma, bu kavga büyük bir fitnenin oluşmasına neden oluyor ve bir daha da Türkiye kendini toparlama gücüne sahip olamaz.

Bu nedenle cemaat medyasına tavsiyemiz budur ki yaptığınız hareket ne size bir şey kazandırır, ne de milletimize bir şey kazandırır.

Tek kelimeyle sizin yaptığınız doğrudan doğruya Kemalist tağuti bir sisteme hizmet etmekten, hadimlik yapmaktan başka bir şey değildir.

Bilerek veya bilmeyerek, yanlış yoldasınız.

Kendinizi toparlayın!..

İleride bu millet sizin gerçek yüzünüzü anlar ve korkarım ki bu ülkede toplumun her kesimi artık size iyi gözle bakmaz.

Dost daima acı söyler ama gerçek söyler.

En derin saygı ve sevgilerimle.