İNKARCILIK CEHLİSTANI TÜRKİYE?! (2)

Evet, sevgili okurlar.

Bir önceki yazımızın sonlarına doğru;

“Bu milletin ruhu İslamiyet’tir, bölücülük ve küfürbazlık değildir.

İlim ve irfanistandır, cehlistan değildir.

Hakiki bir iman sonucudur” ifadesini kullanmıştık.

Aynı konumuzun ana başlığıyla başlamak üzere bugün daha önemli bazı konuları sizinle paylaşmak istiyorum.

Yeni Şafak gazetesinin 3 Nisan 2012 Salı günkü nüshasının sürmanşetinde;

Sayın Başbakanın yer alan;

“YETKİ ALDIK ÇÜRÜK BİNALARI YIKACAĞIZ” ifadesi gerçekten bize göre çok doyurucu bir ifadedir!

Her ne kadar yazının zahiri hali, Türkiye’deki inşaat sektörüne ait yapılan çürük binaların yıkılışıyla ilgili ise de; aslına bakarsanız bize göre madalyonun ters yüzüne bakıldığında Başbakanın bu güzel ifadesinin mefhumu muhalifi Türkiye’nin mana değerleri bakımından, maneviyat yönüyle çürük olarak çıkarılan yasalar, uygulanmakta olan sistemin çürük hali, çürük biçimlendirilmesini kastediyor.

Doğrusu böyle olması da gerekiyor.

Bir ülke dayatmacı, insan temel hak ve özgürlüklerine aykırı olarak hukuk dışı, antidemokratik yasalarla yüzyıl gibi bir asırlık uygulamayı yıkıp, yepyeni uygulamaları inşa etmek, hukuka ve insan temel hak ve özgürlüklerine uygun yapılandırma adeta çürük yapılmış binaların yıkımına benzer.

Hatta daha ağır, çürük olarak yapılan binalar hafif bir yer sarsıntısıyla yıkılır, tıpkı Van Depremi gibi.

Maddi zarar gelir, insanlar ölür, elbette ki yıkımdır ve insanların geçici dünya hayatıyla ilgilidir.

Ama bir ülke mana değerleri bakımından kaygan ve çürük zeminler üzerine inşa edilmiş keyfi uygulamalarla yönetiliyorsa, o ülkenin bin yıllık tarihi ve kültürüyle oynanıyorsa, inanç ve kıblegahları yanlış yönlere çevriliyorsa, yıkılması gereken tabular adeta putlaştırılıyorsa, elbette ki o tür çürükleşerek yıpranan Türkiye’nin cehlistan denilen mutlak bir tarihi cehaletin yıkılması gerekir.

O cehlistan denilen ülkenin tabularının yıkılışı yepyeni bir Türkiye’nin inşası demektir.

Nitekim gazetenin sürmanşetindeki büyük harflerle yazılan “Yetki aldık, çürük binaları yıkacağız” ifadesinin hemen yanında yazılan yazı bir cihetten bizim söylediklerimizi kanıtlamaktadır.

Başbakan Erdoğan, 12 yıl zorunlu eğitim yasalarıyla ilgili “Türkiye 1940’lara dönmekten kurtulmuş, yönünü 2023’e çevirmiştir” diyor.

Bu yazı anlayana yeter de artar bile.

***

Evet..

Gerçekten başta Milli Eğitim olmak üzere birçok kamu kurum ve kuruluşları antidemokratik yanlış yasaların uygulamalarıyla, çürük binalar misali Türkiye’yi sarsmıştır, sarsmaya da devam ediyor.

O nedenle;

Yüzde 50 gibi salt bir çoğunlukla yetki almış olan Başbakan ve AK Parti hükümeti, bu çürükleşmeyi yıkıp, yepyeni terû taze, mana değerleri yüce, ahlaki yapılari inşa etme cihetine gitmelidir.

Nitekim;

Milli Eğitimdeki müfredat usulünü değiştirip, ortaokul ve liselere yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in seçmeli ders olarak okutulması, önemli bir gelişmedir.

Sayın Başbakanın bu tarihi uygulaması gerçekten “Yetki aldık, çürük binaları yıkacağız” ifadesinin kanıtlayıcı delilidir.

İşte yıllar yılı sistematik olarak uygulanmakta olan terörle mücadele yasaları ve uygulamaları..

Bakınız arpa boyu kadar ülkeyi bir yere götürememiştir.

Ne yazık ki, gittikçe kan ve gözyaşları her tarafı sarmış durumda.

Ülke özellikle eski Osmanlı döneminde Kürdistan olarak  ifade edilen Doğu ve Güneydoğu Anadolu coğrafyası, jakoben dayatmacı CHP’nin altı oklu rejiminin hayl-i zulmünü yaşadı.

Bu coğrafyadaki insanları tüm mana değeriyle, inancından, imanından çıkarıp yezidi Kürtlerin veya devşirme bazı intikamcı gayrimüslimlerin aldatmaca, parlak makyajlı anlayışlarıyla Kürdistan olarak anılan bu coğrafyayı haçlı küfristana veya Zerdüşti cehlistana çevirme girişimlerinde bulunmaları en büyük badiredir.

Osmanlının son dönemlerinde Boğos Nubarın Ermeni komitecilerinin bir nevi uzantısının gerçekleştirilmesini istemesidir.

Elbette ki Başbakan bu türlü çürük anlayışları, çürük binalara benzetmiş ve iman kal’alarıyla Bediüzzaman Saidi Nursî hazretlerinin yüz sene evvel göstermiş olduğu plan ve projeleriyle yepyeni ve büyük bir ittihatla, birliktelikle güçlenerek sağlam, kaygan olmayan bir zemin üzerine oturtturulmasını istemektedir.

Ülkenin neresine gidersen git, özellikle BDP’nin belediyeleri elinde olan Güneydoğu illerine bakıldığında özellikle Diyarbakır’a, insan irkilmemek için çare bulamıyor.

“Eyvah! Türkiye ve Güneydoğu coğrafyamız nereye gidiyor?” diye düşünmekten başka bir şey söylemek insan aklına zait gelir.

Bu coğrafyada BDP’li belediyelerin keyfi uygulamalarının yanı sıra bu yöreye yatırım yapan işadamları da trafik polislerinin keyfi uygulamaları ile sıkıştırma denceresine konulmuş ne ileriye ne geriye adım atamıyor.

İktidar partisi olan AK Parti ne yapıp yapıp bir an evvel bu tür yıkıcı uygulamalara el atması lazım.

Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne bakarsın, illallah dedirten yasadışı uygulamalar ve keyfi ihaleler.

Devlet Su İşleri’ne bakarsın, bir yandan 300 trilyon Türk lirasını yatırıma yönelik kullanamıyor, geri çeviriyor ve bazı firmalar yıllardan beri para içinde yüzmekte olup yılan hikâyesine dönen inşaatları bitirmiyor.

Bu çifte standartlara karşı bu yöre halkı ne yapsın?

Daha neler neler, defalarca yazdık, çizdik ve yazmaya da devam ediyoruz.

Yüz seneden beri harabeye yüz tutan bir bozgunlaşma, her ne kadar birden bire yapılamıyor ise de en azından el atılır, yeni bir plan proje uygulamasıyla demokratik, adil çabalarla az da olsa yavaş yavaş gelişmelidir.

***

Artık yeter! Denmelidir.

İşte Başbakanın “Yetki aldık, yıkıyoruz” ifadesi bu manayı taşımaktadır.

Örneğin;

Bediüzzaman Saidi Nursî, Güneydoğu Anadolu ile ilgili projesinin uygulamasıyla ilgili şöyle diyor;

“Bir çeşmeden akan suyun başında çamurlu bataklıkla kokuşmuş ve pisliklerle zehirli duruma gelmiş, içine çok pislikler atılmış, sonradan birileri çıkıp o bataklığı kurutmaya çalışıyor ve o pislikleri tamamıyla kenara atıyor.

O suyun mecrası önüne su biriktirici bir havuz yapsa bile illa ki eskiden bataklık durumunda olan yerden akan o sular kısa bir süreç bile olsa bulanık akar ise de; ama netice itibariyle açılır, pırıl pırıl berrak bir su akacaktır o havuza”

Bu örnek,

Geçmişimize yönelik, yakın tarihimizin bir nevi analizidir.

Günümüzde de aynı biçimde ahlaken çürümüş, kokuşmuş antidemokratik kanunların yanlış pisliklerin uygulaması adet haline getirilmiş bir düzende elbette ki salt çoğunlukla iktidara gelen hükümetin bunu ıslah etmesi lazım.

Yine bugünkü halimize de şükretmek gerekir.

İktidarın Anayasının bazı maddelerinde yaptığı değişiklik sayesinde bakınız, Türkiye nereden nereye gelmiştir?

Kocaman 12 Eylül pisliklerini, zulüm ve karanlıklarını bugün Türkiye artık yargılamaktadır.

O mezalimi uygulayan, o günün cunta liderlerinden Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya yalnız hayatta kalmışlar ve yaptıklarının karşılığını da inanıyoruz ki, Türk adaletin pençesi içerisinde ödeyeceklerdir.

O büyük Üstadın yüz sene evvel Kürt aşiretlerine hasbi hal içerisinde soru ve cevaplar serisi içerisinde şöyle diyor.

Aşiretler Üstat Hazretlerinden şunu soruyorlar;

“Yıllardan beri yoksulluk, tembellik ve cehalet içerisinde kıvranıp duran bir millet artık ümitsizlikle karşı karşıyadır”

Üstat cevaben diyor ki;

“Y'ES" yani umutsuzluktan acizlik doğar, umutsuzluk tüm gelişmelere manidir.

Bir toplumu, bir ülkeyi koruma ve kollama çabasıyla yola çıkanlar hiçbir zaman umutsuzluk içerisinde adım atamazlar.

İllaki umutla yollarına devam etmeleri gerekir.

***

Şairin dediği gibi;

“Elbette doğar bir gün şems-i hakikat

Hep böyle mi kalır bu zulmet-i âlem”

Zalimin hükmü varsa, zulmü varsa, elbette ki mazlumun alması gereken ahı vardır.

Zulümle hiçbir zaman abad edilmez ve zalim sonuna kadar zulmüne devam edemez.

Yıllardan beri bu tür tağuti mezalimlerle, antidemokratik yöntemlerle yürütülen yasalar artık son bulmalıdır, mutlak bir adli ilahi ile herkes hak ettiği yere oturtturulmalıdır.

En derin saygılarımla.