İNSAN VE İSLAMİYET

Evet, sevgili okurlar!

Dünkü köşemizde açıklamaya çalıştığımız "İnsanlık mı, İslamiyet mi?" konulu yazımızın ana hedefi ve gerçek stratejisi insanın, insan olabilme şansını yakalayabilmesi için mutlaka yüce İslam dininin tezgâhından geçmesi gerektiğiydi.

İslam dışı olan insanlık hiçbir zaman gerçek vasfını ve ruhi cevherini taşıyamaz durumda olduğu çağımızda bilimsel olarak ortaya konan bir gerçektir.

Tespit edilen insanlık dramı tümüyle İslamsızlıktan sıyrılmış bir halin hakikatıdır.

İşte bugünkü beşeriyetin içine düşmüş olduğu dram, kargaşa, anarşi ve terör acımasızca kan ve gözyaşı döküyor.

Bunun da ana nedeni İslamiyet’ten adım adım uzaklaştırma gerçeğidir.

Zira görünen odur ki bugün yeryüzünde müşahede ettiğimiz, karşı karşıya kaldığımız insanlık hali bizi bu gerçeğe götürüyor. İnsan, insan olduğu takdirde, yüce kitabımız Kur’an’da geçen "Ahseni Takvim" vasfına haiz olması gerekir ki insanlık için en yüce mertebedir, yüceliklere tırmanıştır ve zirvede kalmasıdır.

Eğer bugün gerçekten insanlık bilimsel ve inanç paralelindeki yücelikleri zirvedeki görüntüyü gösteremiyorsa demek ki Ahseni takvim dediğimiz yani en yüce karakterden uzak kalmasıdır. Zira insan ne ile insan olur sorusuna karşılık insan yaradılış itibariyle, fıtrat gereği bünyesinde iman cevherini taşımasıyla olur.

Evet, insan iman nuruyla "i'ilay i'liyyine" çıkar yani en zirvedeki makamlara tırmanır ve oralarda seyreder.

Yüce Allah’ın insanlar için yaratmış olduğu cennet mutluluğuna bu dünyadan intikal ettikten sonra orada hak ettiği yere oturur ve layık olduğu hakkını alır. Ama o dünyaya gitmeden evvel de bu dünyada da sıkıntısız rahat ve mutlu bir yaşam tarzını elde eder. O dünyaya gitmeden evvel bu dünyada beklediklerine kavuşur, mükâfatını alır.

Küfür karanlığı ise esfeli safilin denilen cehennemin en derin çukurudur. Cehenneme layık kirli bir malzeme olarak düşer ve orda kalır. Zira herşeyden evvel iman ve inanç insanı, "sani-i zülcelaline" kâinatı Yaratan Yüce kudrete intisap eder. O intisapla kendine çeki düzen verir. Bu itibarla insan iman ile insanda tezahür eden sanati ilahiye Allah’ın bir yaradılış harikası durumuna geçer ve yüce kudretin bin bir tane isminin cilvesini kendinde toplar ve onunla her iki dünyada şerefli bir makam elde eder.

Ki zararlı bir yaratık değil yararlı bir insan seviyesine yükselir.

Evet demiştik ya; insan inanç ve iman nurunu kendi iç duygularına taşırsa üstündeki görünen fıtrat kanunu paralelindeki yaşantısı da o tarzı alır.

Eğer tam tersine bir hayat yani mezalim ve karanlıklarla dopdolu bir hayatla karşı karşıya kalırsa ancak insanlık dışı "behimi bir hayatla" endekslenir, yani hayvanlaşmaktan, yani saldırgan canavarlaşmışlıktan kendini hiçbir zaman kurtaramaz.

Bu nedenle bugün yeryüzünü küfür karanlığıyla dolduran batı dünyasının haçlı anlayışı neredeyse bu karanlık felsefesiyle hâkimiyetini yeryüzüne kurmuştur ki her ne kadar teknolojik olarak zirvelere tırmanıp gidiyor ise de ama insanlığa bir huzur veremediği için baş aşağı olarak ahlak çöküntüleriyle dopdolu yuvarlanmaya doğru gitmektedir.

Evet ortaçağ karanlığından kurtulup İslâmla tanışan beşeriyet gerçekten kısa bir süreç içerisinde dünyayı, yeryüzünü aydınlatmıştır ve nurlandırmıştır..

Her ne kadar medenileşmiş bir dünya görüntüsü verilmişse de ama hey had, ne yazık ki İslamiyete sırtını döndürmüş, yüz çevirmiş ve böylece büsbütün vahşileşmiş, benliğini yitirmiştir.

Batı ve Siyonist emperyalizminin köleliğine düçar olmuş durumda.

Gittikçe İslam’dan uzaklaşmakla yüz tutan bir dünya bugün acımasızca kan dökmekle yetiniyor.

Unsuriyet, kavmiyet, ırkçılık gibi insanlık için büyük bir felaketle saldırganlaşmış, hayvanlaşma hükmüne girmiştir.

Bu sayede palazlanmış bir dünya özellikle batı dünyası ve Siyonizm böylece insanlık değil, kan emici iştahlı bir canavar haline gelmiştir. Bunun idamesi için ve gittikçe güçlenerek zirvelere çıkması için İslam dünyası üzerine baskıcı ve kandırıcı bir politikayla sekolorizm denilen laikçilik anlayışını beyinlere enjekte etmeye çalışmıştır.

Her gün biraz daha o zehirli enjektörü kullanarak toplumları yüce İslam dini denilen ahlak üstünlüğünden uzaklaştırmaya çalışmış ve çalışmaya da devam etmektedir.

Yüce İslam dini insanlığı dünyaya tanıtırken o çağlardaki dünya küfür karanlığıyla iç içeydi, mezalimler yağdırılıyordu. 1500 sene önceki hal ne çare ki bugünkü manzara o günden hiç de uzak değildir. Aynı bataklık içinde saplanmış ve her gün biraz daha insanlığa ve özellikle İslam dünyasına zulüm yağdırmış, sömürüyor kan emiyor, ama İslam dünyası da maalesef kendine bir çeki düzen verip de insanlığın hak ettiği mevkii muallâyı, yani insanlık zirvesine tırmanışı hayata geçirememiştir.

Her daim kandırılmış bir halde uyuşuk!

Mesela yakın tarihimiz olan yani yaklaşık yüz yıl önce İngilizlerin Mısır’ı işgal ettikleri zaman gerçekten Mısırlılar İngilizlerden ne öğrendi? Yani İngilizlerle Fransızlar ittifak içinde Mısır’ı işgal ederken Mısırlılar o müstevli güçlerden ne öğrenebildi acaba?

Acaba onları köle olarak çalıştırıp da kendi iç iliklerine kadar inen o kirli güçler düşman olarak mı tanıdılar ve ona göre kendine çeki düzen mi verdiler veyahut kendi aralarında o kirli müstevli güçlere köle olarak ajanlar mı yetiştirdiler?

O ajanların yönetimi altına giren bugüne kadar o ajanların yönetiminde bulunan Mısırlılar ilim, iman ve islamiyetle mi pekiştiler yoksa o kirli istilacıların örf-adetleriyle tanıştılar. Yani sarhoşluğu, arbede denilen kargaşayı ve ahlak bozgunculuğunu mu öğrendiler?

Ebetteki o Mısır’ın içinden çıkan nice İhvanı Müslimin, Müslüman kardeşlerin iman nuru ile, cihad kefenini giyip yola çıkanlar da oldu, ve mücadelesine devam ettiler.

Ama devleti ele geçiren siyasiler ise tam tersine düşmanlarından rezillikleri, yalakalıkları ve piyonculukları öğrenip özbeöz kardeşlerine musallat oldular ve iç kavga ve saldırganlıkla tanıştılar.

Evet, fazla başınızı ağrıtmayalım sevgili okurlar, anlaşılan budur ki haçlı ve Siyonist emperyalistlerin arayıp elde edemediği sermaye ve ulaşamadığı hedef nihayet Müslümanların İslamiyet’in şahsiyeti maneviyesinden uzaklaşıp imandan yüz çevirdiği zaman ve gittikçe her an için toplumsal bir uzaklaşma ve yozlaşmayla İslamiyetten uzaklaştıklarında ebetteki insanlığını da yitirmiş olur. İşte bu yüzden o müstevli ve emperyalist güçlere yem olmaktan kendilerini kurtaramadılar.

İşte insaniyeti kübra dediğimiz yüce cevher hakaiki islamiyeden geçiyor. Peki, bugünkü Türkiye’mizin düştüğü hal Mısırlılardan çok mu uzaktır?

Hayır.

Aynı paralellik arz etmektedir.

Zira Mısır Müslümanlarının başına gelen ne ise İslam dünyasını elinde tutan büyük İslam imparatorluğunu elinde tutan Osmanlı devletinin hali vaziyeti hiç te Mısırlılardan geri kalmamıştır. Neredeyse 1. Dünya Savaşı esnasında bu her iki ülke ne yazık ki eski Müslümanların taşıdığı iman cevherini bünyesinde bir türlü taşıyamadılar. O eski İslam dünyasının karşısında bulunan iki büyük dev düşman devletlerini yani Bizans ve Fars devletlerini yeryüzünde mağlup eden o gücü ve imanı yitirdiğinden dolayı kendilerini de yitirdiler.

Zira Osmanlı’nın bünyesine yerleşen sözde Müslüman olarak geçinen meşhur Yahudi dönmelerin marifetleriyle ve başarılı (!) girişimleriyle Turancılık ve Türkçülük kavmiyetine dayalı İttihad Terakki cemiyeti o Müslüman geçinen dönme Yahudilerinin eline bir kukla olarak geçtiler.

Kendileri İslamiyetle tanışmadan önce Turancılık, ırkçılık, Bozkurtçuluk gibi insanlık ve İslam dışı olan bir oluşumla devleti âliye yi Osmaniyeyi yıktılar ve emperyalist siyonizme devleti peşkeş çektiler.

Böylece bölünme, ayrışma İslam dışı bölünme ayrışma politikasıyla tanışan İslam dünyası maalesef ne islamiyetti elde ettiler ve ne de insanlığı..

Zaten yazımızın da ana konusu insan olabilme şansının yakalanması ancak İslam ile olabilir. Oysaki tam tersine kavmiyetçilik, ırkçılık ve Turancılık adıyla Türkiye’de olup bitenler neyse Arap dünyası da, Arap kavmiyetçiliğiyle hilafeti islamiye zıddına sözde Arap ırkçılığıyla tanıştılar ve büyük bir gaflet çukuruna düştüler. Bugün görünen manzara bu ve bir türlü hala da o müstevli güçlerin güdümünden kendini kurtaramayan İslam dünyası ve özellikle Türkiye, Mısır ve Suriye, Irak, Afganistan bugün karşı karşıya kaldığı haydutlaşma ve İslam dışı yaşantı gittikçe bu ümmete ve bu Memaliki İslamiye denilen İslam ülkelerine çok pahalıya mal oluyor ve oluyor da…

Hiç kuşkusuz ki eğer İslam dünyası bugün milletleriyle, coğrafyasıyla dilleriyle bölünme tehlikesiyle karşı karşıyaysa unutulmasın ki haçlı ve Siyonist anlayışların aralarına sızdırdığı gizli misyonerlerin kirliği tezgahları yüzündendir.

Onlar kendi eğitimiyle "insanlar yetiştiriyor ve hain planları" hayata geçirip, İslam dünyasını teslim alıyorlar.

Sevgili okurlar!

İnanın ki bu yakın tarihimize İslam dünyasının başına gelen ve içindeki olup biten anlaşmazlıların gerçek yüzünü burada anlatmaya kalkışırsak yeminle bunu diyorum ki ciltlerle kitap yazsak yine yetmez.

Ama kalemimizin oynadığı dilimizin döndüğü kadar, biz burada tüm tarihi gerçekleri sizinle paylaşarak yazmaya devam edeceğiz.

Bizi takip edin..

En derin saygı ve sevgilerimle.