İSLAM DÜNYASI VE DEMOKRASİ! (II)

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği üzere bugün milletçe 29 Ekim 2014 Cumhuriyet Bayramını yaşıyoruz.

Gerçekten cumhuriyetimizin kuruluşundan bugüne dek, sağlam bir beyinle, rahat bir kalple, duygu dolu organlarımızla bu bayramı kutlayabiliyor muyuz?

Bize göre bu soruya karşı kocaman bir “HİÇ” cevabı vermek gerekir.

Zira “Cumhuriyet rejimi bir fazilet rejimidir”

Fazilet rejimi diyebilmemiz için devletle milletin el ele vererek bin yıllık inanmış bir milletin kültürünü yaşaması gerekir.

Egemen bir devlet, ne kadar hükümran olursa olsun, ne kadar “Demokratım, hukukun üstünlüğüne saygılıyım” derse desin milletle tarihini, kültürünü, inancını, gelenek ve göreneklerini paylaşmıyorsa, hiçbir zaman “Cumhuriyet fazilet rejimidir” denilemez.

Çünkü milletle bir olmayan devlet, gerçek adil bir devlet olamaz.

O zaman nasıl Cumhuriyet Bayramını kutluyoruz?

Doğrusu bu soruya müspet bir cevap vermek zordur.

Evet, kamu düzeni esastır.

Zira kamu düzeni gerçekleşmezse sabah evinden çıkıp, akşam “acaba evime nasıl döneceğim” diye endişeli düşünceyle yaşayan bir millet geleceğini kestiremez.

Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun.

Ama gerçek bayram, yüzeysel değil.

Yani kavramdan ibaret değil, mana ruhunu taşıyan bir Cumhuriyet Bayramı.

CHP’nin tarihi bulanık Kemalist anlayışı paralelinde olmamak kaydıyla, Cumhuriyet Bayramı kutlanır.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü yazımızı şöyle tamamlamıştık;

“Ve gerçekten de insan, ümitsizleşmeden bazı ilmi değerlere el atarsa Türkiye belki aklını başına alır, bir yerlere kadar gelebilir.

Ama tam tersine meşihat-ı İslamiye (İslam Hilafetinin mefhumu) saltanattan ayrıldığı zaman, işte ülke bütünlüğünü büsbütün kaybeder.

Zaten planlanan da odur”

Dünkü sohbetimizde ifade ettiğim gibi;

Bir devletin bütünlüğü ve güçlülüğü, kendi milletiyle aynı tarihi kültüründe ve inancında ittihat etme zorunluluğuna bağlıdır.

Yani, toplumdan gelen siyasal ve sosyal, ekonomiksel ve jeopolitik gibi unsurların; bir ülkenin, bir milletin ve bir toplumun iç dinamiği olarak biri diğerinden ayrılmaz, bütünlük arz eden temel birer unsur olduğu inancında olmak gerekir.

Hele hele Osmanlının elinde olan “Saltanat ve Hilafet”, birbirini tamamlayan ve ayrılması mümkün olmayan, aynı zamanda İslam’ın ruhunu bünyesinde taşıyan ana faktörlerdir.

* * *

Düşünün sevgili okurlar.

Çanakkale zaferinden sonra İngilizlerin elini kollunu sallayarak, hiç kan dökmeden, sıcak temas gerçekleştirmeden, İstanbul’a gelip işgal etmiş olması, insanı derinden derine düşündürüyor.

İçten, hem de İttihat Terakki hükümetinin ortasından İngilizlere davetiye çıkaran masonik, hain anlayışların varlığı kuşkusuz bir gerçektir.

Sen gel, hem 1915’te Çanakkale Zaferini kazan, daha sonra İngilizler 1918’ler de hiç savaşmadan, elini kolunu sallayarak İstanbul’u istila etsin ve otursun.

İngilizlerin tahakkümü altında kalan Osmanlı ise çırpınmaya başlamışsa da iş işten geçmişti.

Böylece “Sadaret (Saltanat) denilen ve Hilafet-i İslamiye” Osmanlının elinden alındı ve hafif bir kararla lağvedildi, atıldı, yerine cumhuriyet kuruldu.

“Cumhuriyet rejimi bir fazilet rejimidir” demiştik.

Fazilet olduğu gibi, aynı zamanda toplumun milli iradesini simgeleyen, insan temel hak ve hukukunu bünyesinde taşıyan ve koruyan, yeryüzünün en değerli rejimidir.

Böyle bir rejimdir ki bünyesinde tümüyle demokrasi taşıyor.

Demokrasi demek, milli irade demektir.

Milli irade demek, bin senelik uzun bir zaman sürecine sahip olan bir Osmanlı kültürü demekti.

İşte o kültür, İslam gerçeklerine dayalı bir kültür olduğu için, ister “Saltanat ve Hilafet düzeni” olsun, ister “Cumhuriyet düzeni” olsun, her ne olursa olsun, kendi toplumunun tarihiyle, kültürüyle ters düşemez.

Egemen bir otorite kendi gücünü, milletin iradesinden almayıp, ne kadar parlak ve berrak isimleri bünyesine taşırsa taşısın, ne cumhuriyetçi olur, ne de demokrat olur.

Ne de hukukun üstünlüğünü koruyabilir.

Zira içi boş, çürümüş bir ceviz kabuğu gibi olur.

Cumhuriyetin kuruluşu, cumhurun varlığına bir hizmet demektir.

Bu isim altında cumhurla ters düşen egemen bir güç, nereden gelirse gelsin, hiçbir zaman cumhuriyetçi olamaz.

* * *

Evet, İngilizler İstanbul’a gelip oturmalarıyla bin senelik kültürü ortadan kaldırıp, milli mücadelemize rağmen bizimle ters düşüp kendi medeniyetini, kültürünü, örf adetlerini bize aşılıyorsa, beyinlerimizi o kültürle yıkayıp da bin senelik tarihimizden bizi uzaklaştırıyorsa, her ne olursa olsun hiçbir zaman cumhuriyetçi, demokrat, hukukun üstünlüğüne saygılı sayılamaz.

Zira bilimsel olarak da bizim bu tezimizi kanıtlayan, yine dünkü sohbetimizde belirttiğimiz gibi Bediüzzaman Hazretleri, devletin biçimlendirilmesini şu şekilde tarif ediyor;

“Sadaret (Saltanat), Meşihat (Hilafet) iki cenahtır.

Toplumun iki kanadıdır, biri diğerinden ayrılmaz.

Topluma can veren bu iki güçlü kanat birbiriyle paralellik arz edip egemen olmazsa, o devlet hiçbir zaman ileri gidemez.

Gidilse de böyle bir medeniyet-i faside için (İngilizlerin bozuk medeniyeti için) mukaddesatından tümüyle insilah etmiş olur.

Yani benliğinden ve tarihi gücünden ve medeniyetinden sıyrılmış duruma girer”

İnsilah kelimesi; Osmanlıcada kesilmiş bir hayvanın postunun yüzülmesine denir

Yani postunu yüzersin, çıplak eti kalır.

Bir devlet; milletinin mukaddesatından insilah edip, sıyrılırsa ağzıyla kuş tutsa dahi adil olamaz.

Kanun ve yasalara hükümran olamaz.

Hukukun egemenliğini bünyesinde taşıyamaz.

Zira hâli âlem meydandadır.

Gerçek de budur.

Merkez-i Hilafet’te “Saltanat ve Hilafet” bir arada tesis ve takarrür etmezse, der demez başka yerlerden başka rejimler, düzenler gelir orada oturur ve seni yönetir.

Kendileri gelmese dahi, onların bize ithal etmiş olduğu antidemokratik mezalimleri bize aşılar, enjekte eder ve yaşatır.

İslam topluluğu bir gövdeye, bir cesede benzetilirse ki öyledir.

O cesedin başı ve iç organları unutmayalım ki şuradır, milletle danışmadır, milletin iradesi olmadan hiçbir yasa, anayasa vs. geçerli olamaz.

Demokrasi de bundan ibarettir.

Bir âdet ve bir gelenek, inanan bir toplumun içinde tarih boyu yerleşmişse, onu ortadan bir çırpıda kaldırıp yerine başka kanun-yasa ve yönetmelikler konulamaz.

Konulduğu takdirde ondan terör doğar.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Üstat Bediüzzaman Hazretlerinin bu tespitlerini kanıtlayan, yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in “Muhammed” suresinin 1, 2, 3 ve 4. ayetlerini burada sizinle paylaşalım ve ona göre toplumsal olarak, millet olarak önümüzü açalım ve kendimizi biçimlendirelim.

Bakınız, ayet-i kerimelerin yüce mealleri aynen şöyledir;

Birinci ayet;

“Allah, inkâr edenlerin ve kendi yolundan alıkoyanların işlerini boşa çıkarır”

İkinci ayet;

“İnanıp yararlı iş işleyenlerin ve Muhammed'e, Rablerinden bir gerçek olarak indirilene inananların kötülüklerini Allah örter ve durumlarını düzeltir”

Üçüncü ayet;

“Bu, inkâr edenlerin batıla uymaları ve inananların Rablerinden gelen gerçeğe uymalarından ötürü böyledir. Allah böylece insanlara kendilerinin misallerini anlatır”

Dördüncü ayet;

“Savaşta Allah’ı ve mukaddesatları inkâr edip de toplumun arasından kaldıranlarla karşılaştığınızda boyunlarını vurun; sonunda onlara üstün geldiğinizde onları esir alın; savaş sona erince onları ya karşılıksız, ya da fidye ile salıverin; Allah dilemiş olsaydı, onlardan başka türlü öç alabilirdi.

Bunun böyle olması, kiminizi kiminizle denemek içindir. Allah, kendi yolunda öldürülenlerin işlerini boşa çıkarmaz”

Bu açık emirle beraber savaş mevzuu ve onun ardındaki hikmetler açıklanmakta, savaşa teşvik edilerek şahadetin yüceliği belirtilmekte, Allah’ın şehitlere yapacağı ikramlar söz konusu.

* * *

Demek ki Müslüman toplumu birbirine çözdüren ve inkârcılıkla terör unsurlarını yaratan nedenler, toplumun yüce değerlerini inkâr etmek, inancıyla ters düşmek, başlıca birer fesat unsurlardır.

Bu fesat unsurlarla, milletçe mücadele etme, demokratik bir haktır.

O devlet, milletle el ele verip de bu ruh ülke çapında pekiştirilmediği müddetçe hiçbir zaman hakkaniyetten, hukuktan, cumhuriyetin faziletinden dem vuramaz.

Hani Sayın Başbakanımız da zaten hep bunları dile getiriyor.

“Kamu düzeni esastır” diyor.

Dışarıdan ithal edilmiş kanunlarla kamu düzeni düzeltilemez.

Her kesimden feodal denilen terör unsurları oldukça üreme yapar ve türer.

Adeta ağacın kökünden içine girip, ağacı içten kemirip çürüten bir kurt gibi olur.

En derin saygı ve sevgilerimle.