İSLAM’SIZ BİR DÜNYADA İNSANI KORUYAN BİR DÜZEN KURULABİLİR Mİ? (II)

Sevgili okurlar.

Yazı başlığımız aynı.. Ki ifade etmiştik seri bir fasıl daha açıyoruz diye.. Çünkü “dünkü sohbetimiz” ve içerdiği konuların “tarihsel ışığı” Türkiye ve İslam dünyasının gidişatını karamsar kılıyor...

Lakin “İslamsız” bir yaşam, düzen ve dünya yönetimi söz konusu!.. Her şey “beşeri” anlayışın tahakkümü altında, “maddiyatı önceleyen” ulvi değerleri “hiçe sayan” yönetimlerin kıskacında..

Denir ya, hal-i alem orta yerde cereyan ediyor..

Değerli okurlar..

Sohbetimizin başlığının rotasında, yazılı ve görsel basına yansıyan bazı güncel konuları da harmanlayarak, meramımızı daha bir net anlatmış olacağız...

Şu gerçeği tüm İslam dünyası ve yer küresinin anlaması gerekir...

“İslam’sız bir dünya” kesinlikle düzensiz bir dünyadır ve aynı zamanda dinsiz bir dünyadır. 

Dinsiz ve düzensiz bir dünya da eşittir mezalimdir, küfürdür, karanlıktır ve bataklıktır.

Dinsiz bir sistem de kargaşayı, terörü, toplumsal belirsizlikleri “körükleyip” palazlandırır...

Günlük hayat akışına baktığımızda; her şey kendini açığa vuruyor..

Ne istikrar var, ne de istiklal!..

İstikbal desen, meçhuliyet içerisinde...

Lakin her Allah’ın günü toplum kendini kargaşadan, kavgadan, seri cinayetlerden, hırsızlıktan, uyuşturucudan, haram yemekten, husumet ve adavetten bir türlü kurtaramıyor, arındıramıyor, uzak duramıyor...

İllaki dolaylı yollarla da olsa dahi bataklığa süründüre süründüre yuvarlanıp giriyor..

İşte bu da İslam’sız bir düzenin ve başıboşluğun açık göstergesidir...

Yıllardan beri bunun mücadelesini veren siyaset, özellikle ülkemizdeki siyaset, bir türlü kendine “yerli ve milli” noktada çekidüzen verebilmiş değildir...

Hakkaniyeti yakalayamıyor..

Topluma refahı ve mutluluğu getirebilmiş değil..

Günümüz siyaseti “ahlaki” ilkelere sahip değil...

Siyaset dünyası laf ebeliğiyle olayları çarpıtıyor...

Hiç çekinmeden, sanki hiç olmamış gibi alnının akıyla (!?) ortalık süt liman misali tavır takınıyor...

7 suyla yıkanmış gibi hadiseleri kendince yorumluyor...

Su yüzüne çıkan zeytin yağı gibi..

Makyajlı, kalaylı kavramları kullanarak milleti aldatmaya devam ediyorlar.

Oysaki millet yıllardan beri siyasi morfinlerle morfinleştirilmiş, uyuşmuş, basiret gözü uçmuş, basiretsiz bir varlık haline gelmiş ve yağmalanmaktadır.

“Ben neydim, ne olacağım?” gibi bir düşünceye hâkim değildir millet.

* * *

Bu itibarla günlük yazılı medyanın bazı haberlerini irdeliyor, takip ediyoruz ve elimize geçen günlük olayları ele alıyoruz.

Siz değerli okurlarımızla paylaşmaya çalışıyoruz.

Dünkü Diyarbakır SÖZ Gazetesinde mavi zemin üzerine büyük beyaz puntolarla yazılan bir haberi okuduk.

Sizinle paylaşmak için sohbetimize taşıyoruz.

“RİSKO VE ÇİKO BİNGO YAPTI”

Haber aynen şöyle devam ediyor; “Diyarbakır merkezde yol uygulamasında şüphe üzerine durdurulan TIR'ın dorsesinde narkotik köpekleri 'Risko' ve 'Çiko' ile yapılan aramada zula edilmiş toplam 140 kilo eroini buldu. Tır şoförleri M.K.S. ve F.S., gözaltına alındı.

Haber devamla diyor ki;

“Ele geçirilen ve piyasa değeri yarım milyarı bulan (eski parayla yarım katrilyon) eroinin son 10 yılda kentte ele geçirilen en fazla eroin olarak kayıtlara geçtiği belirtildi. Şüphelilerin emniyetteki işlemleri devam ederken Silvan ilçesinde bir evde 9 kg esrar ile uzun namlulu silah ele geçirildi.”

***

Bakınız, sevgili dostlar.

Gerçekten insanın aklına gelen ilk soru şudur..

Bu memleket nereye gidiyor?

Bu memleket insanı ne ile uğraşıyor?

Bu ülke niye bu hale düştü?

Sağına bakıyorsun, soluna bakıyorsun, önüne bakıyorsun, arkana bakıyorsun, göklere bakıyorsun, yerlere bakıyorsun; her şey ama her şey olumsuzluklar zinciri.

140 kg eroin nereye gidiyor, imalatını kimler yapıyor ve verilen ceza nedir?

Yıllar yılı aynı macera, aynı terane, aynı olaylar zincirleme olarak devam ediyor...

Hem de kesintisiz devam ediyor.

Peki, sormazlar mı?

Şu sözde cezai caydırıcı yasalarımız neyin hikmeti?

Nasıl kullanılıyor?

Niye bu suç ve suçluları azaltmıyor veyahut kökten yok edilemiyor?

Demek ki başta söylediğimiz gibi;

Eğer İslam dininin varlığını ve mevcudiyetini, insanlar basiret, yani kalp gözleriyle görmüş olsaydı, böyle insanlığı telef eden zehirlere tevessül etmezdi.

Bununla insanlar ölüyor.

Ölen insanların kanı hükmen de olsa, fiilen de olsa, insanların bu madde bağımlılığıyla ölüyor olması, ailelerin derbeder olup yok olması, tabii resmiyet bunu söylemediği gibi yasalar da bunları insanlara bir türlü enjekte edemiyor.

“Bu yasaktır, sadece yasaktır, bunu yaparsan yakalanırsın hapse gidersin, zaman içerisinde bin bir türlü oyunlar yapılarak yine çıkarsın, aynı işi yaparsın” gibi teselliler bulunmaktadır.

Bu teselliler nedeniyle suçtan caydırılmıyor.

Herkes bu işleri yapmaya oldukça hevesleniyor.

Ama İslam yasası, İslam düzeni, Kur’an hükümleri öyle değil…

Tarih buna şahittir.

Hiç ama hiçbir zaman İslam dünyasında yasaklanmış olan bir şey, her zaman, her yerde yasaktır...

Hem manen, hem maddeten, hem fiilen, hem hükmen insanlar tevessül etmez.

Zira yasaklayıcı bir polisiye yasadan daha fazlasıyla, Allah’ın insanların vicdanlarına kalplerine yerleştirmiş olduğu Allah korkusu, caydırıcıdır...

 “Rızkımı helalden kazanıyorum, çoluk çocuğuma helal yediriyorum, zehir satmıyorum, insanları zehirle öldürmeye kalkışmıyorum” diye düşünen düşünce sahipleri İslam düzeninde vardır.

Mevcut sistemlerin hiçbirinde bu düşünce yoktur.

Hele hele demokrat, liberal sermaye unsuru ön planda olunca kim kime dum duma?

“Ben hangi yollara başvurayım da erken zengin olayım” düşüncesi toplumda daima ileridedir.

Bu itibarla toplum bu hali yaşarken, toplumu yöneten sistemler, düzenler, nerdeyse hemen hemen tüm şekilleriyle, biçimlendirmeleriyle, basmakalıp kavramlarla, toplum aldanıyor, aldatılıyor, uyuşturuluyor.

Bu da siyasi unsurlar vasıtasıyla yapılıyor.

Bakınız, siyasi unsurlar diyorum.

Bugüne kadar içimizde yıllardan beri mevcut olan siyasi partilerin temel unsurlarında toplumun refah ve mutluluğu söz konusu olması gerekirken, toplum gittikçe vahşileşiyor, canavarlaşıyor, insanlık cibilliyetinden çıkıyor..

Birey, tehlikeli bir yaratık durumuna giriyor.

Özellikle gençlik âlemi…

Peki, siyasi unsurlar ne yapıyor?

“Ben ne zaman, nasıl ve hangi hileyle iktidara geleyim, koltuk sahibi olayım” düşüncesiyle hareket ediyor...

“Altta kalanın boynu kopsun” misaliyle siyaset yapılıyor.

Bu sohbetimizi sonlandırmak üzere inandığımız, bağlı bulunduğumuz yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in “El-Münafikun” suresinin 1, 2, 3 ve 4. Ayetlerini mealen sizinle paylaşmak istiyorum.

1. ayet aynen şöyle diyor; 

“Münafıklar sana geldiklerinde; “Biz şehadet ederiz ki sen kesinlikle Allah'ın Resul'üsün!” derler. Evet, Allah biliyor ki, elbette sen O'nun elçisisin. Bununla birlikte Allah münafıkların yalancı olduklarını da biliyor.”

2. ayet;

“Onlar yeminlerini kalkan yaparak insanları Allah'ın yolundan uzaklaştırırlar. Yaptıkları bu iş ne kötü bir iştir!”

3. ayet;

“Bu, onların önce (dilleriyle) inandıklarını söylemeleri, sonra da (kalpleriyle) inkâr etmelerindendir. Böyle davranmaları yüzünden kalpleri mühürlenmiştir. Artık onlar (gerçeği) kavrayamazlar.”

4. ayet;

Onları gördüğün zaman suret-i haktan kendilerini gösterirler, kalıpları (görünüşleri) senin hoşuna gider, onları beğenirsin. Konuştuklarında sözlerine kulak verir (onları samimi zanneder)sin. Gerçekte ise onlar, âdeta duvara dayatılan, ruhsuz odun kütüklerine benzerler. (Bu dayanıksızlıklarından dolayı da) her çağrıyı kendileri aleyhinde sanırlar. Onlar (İslam'a ve Müslümanlara) düşmandırlar. Bu yüzden onlara karşı dikkatli olun! Allah onları kahretsin! Sürekli sapkınlık içinde bâtıl davalar peşinde nasıl da koşturuluyorlar.”

* * *

Bakınız, sevgili dostlar.

Yukarıdan buraya kadar izaha çalıştığımız yazı çizgilerimizin ana temasının hulasası bu dört ayet-i celiledir...

Bize ders-i ibret olsun diye gerçekleri tüm çıplaklığıyla gösteriyor.

İslam’sız bir sistemin, bir düzenin ne kadar harabe, bozuk, küfre dayalı bir düzen olduğunu, katil bir düzene evirildiğini, oldukça bariz bir şekilde bize aktarıyor..

Siyaset dünyası ne yaparsa yapsın, hiçbir şey yapamadıkları gibi, bir de insanları aldatmaktan da utanmıyorlar, çekinmiyorlar.

En derin saygı ve sevgilerimle.