İSLAM’SIZ BİR DÜNYADA İNSANI KORUYAN BİR DÜZEN KURULABİLİR Mİ? (III)

Sevgili okurlar..

Sohbet serimiz devam ediyor.. Bugün üçüncü gün.. Yazı başlığımız aynen yerini koruyor.. Çünkü yaşanan ve yaşatılanların anlatımında; çatı ve meramın temelini teşkil ediyor...

Dün neydik, bugün hangi âlemin dehlizlerinde yüzüyoruz!?..

İslam dünyası, korkunç, vahim ve dehşetli bir zaman tüketimi içerisinde!

Benlik kaybı yaşıyor...

Bir bütünlük içerisinde, İslam dünyası.. Özellikle de Türkiye ve Ortadoğu’daki diğer ülkeler.. Ve tabi ki Arap dünyası!..

1.5 asırdan beridir; “İslam’sız” olduğu gibi, kültürünü de, medeniyetini de, değerlerini de “batıya ve batıla” odaklı bir düzen ve yönetim anlayışıyla, yönetilmektedir...

Bu yönetimler ister krallık, ister cumhuriyet şekliyle olsun.. Hazin olan şudur ki hiçbirinde “Cumhur(halk)”  yoktur..

Ki cumhurun arkasında bulunmadığı bir “Cumhuriyet”, hiçbir zaman milli olamaz, milli iradeyi de temsil ettiğinden dem vurulamaz..

Olsa olsa dışarıdan Siyonist çetelerin direktif ve talimatları vasıtasıyla yok edilen bir imparatorluğa gerekçe noktasında giydirilen “libas” olur!...

Ki bu akıbeti yaşayan da Osmanlı imparatorluğudur.

İttihat Terakki Cemiyetinin genel yapısına bakarsak...

Ermeni çeteleri var...

Siyonist Yahudiler var..

Ve Müslüman masonlar var...

Üçlü yapının oluşturduğu, emir ve komuta edildiği İttihat Terakki Cemiyetinin vasıtasıyla, Osmanlı imparatorluğu çökertilerek yok edildi..

Yerine, cumhursuz bir cumhuriyet ihdas edildi!.

Nitekim yalan söylemeyen tarih bize gösteriyor ki bu kuruluş 1918’deki Mondros Mütarekesi sonucunda, ikmale getirildi..

1920’deki Sevr Antlaşması kimlik kazandı..

Akabinde, cumhursuz bir cumhuriyet kuruldu!.

Ülke yönetimi, CHP anlayışıyla yönetile gelindi...

Ondandır ki Lozan hezimeti “zafer” olarak gösterildi, hem de İnönü’nün eliyle…

Uzaktan yakından demokrasiyle, insan temel hak ve özgürlüğüyle, hukukun üstünlüğü anlayışıyla hiç alakası olmamakla beraber, devletle millet karşı karşıya getirilerek, çatıştırıldı!.

Tek parti, şeflik ve dipçik döneminde yaşanan ve yaşatılan mezalimler, tarih sayfasında “kanla” yazılmıştır...

Millete, kan kusturulmuştur...

İslam’ın gölgesinden bile geçemeyen bir sistem..

Elbette ki İslam’sız bir düzendir.

İslam’sız bir düzen de her nerede olursa olsun, hangi kıtada bulunursa bulunsun, her zaman diktaya yönelik uygulanan antidemokratik sistemler olarak anılır...

Bu itibarla hal-i âlem meydanda diyoruz.

İslam dünyası, Ortadoğu ve Türkiye’nin hal-i pür melali!..

Dünkü yazımızda da söylemiştik.

Mevcut siyaset, mevcut yönetimler, İslam dünyasını bölük pörçük etmiştir..

Ve bugün, İslam dünyası başsız kalmıştır.

İslam dünyasının lider olarak, başkan olarak, reis olarak beklediği bir Türkiye var..

Ama ne yazık ki CHP’nin anlayışıyla, mevcut sekülarist, Kemalist sistemle tek başına kaldığı gibi, yerinde sayıyor...

Olan da topluma oluyor.

Dünkü yazılı ve görsel medyaya baktığımızda, çıkan başlıklar tamamıyla siyasi partilerin “birbirlerine yönelik kumpaslarını” içeriyor...

Muhalefet ile iktidar arasındaki anlaşmazlıklar..

Kurulan mekir ve hileler...

“Kim kimi devirir, nasıl çelme atılır” oyunları havada uçuşuyor...

CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun en büyük aşkı iktidarı devirmek ve Recep Tayyip Erdoğan’ı tahttan indirmektir...

 

***

Gelirsek, bizim üç günden beri başlık olarak kullandığımız “İSLAM’SIZ BİR DÜNYADA İNSANI KORUYAN BİR DÜZEN KURULABİLİR Mİ?” ifadesinin yanıt bulmasına..

Verilecek cevap nettir...

Kurulamaz.

Kurulmasına da imkân yoktur.

Zira akli mevzuatlara aykırıdır.

Yıllardan beri tecrübeler, olup bitenler, milletin, toplumun deneyiminden geçmiştir ve hala da geçmektedir.

Ancak kamuoyu adına diyoruz ki;

“Zararın neresinden dönersen kardır.”

İster iktidar olsun, ister muhalefet olsun…

Mekirli, hileli, tezgâhlı oyunları herkes bıraksın.

Siyasi iktidar, siyasi koltuk, siyasi hegemonya yerine milli iradenin hâkimiyeti gerçekleştirilsin.

TBMM’nin arka duvarının alnında aynen şu ifade yazılmaktadır.

“Hâkimiyet Bilakaydüşart milletindir.”

Bugünkü deyimle “Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur.”

Bu ifadeler arasında bir fark yok.

Ama orijinal ibare Atatürk’ün kullandığı ibaredir, niye değiştiriliyor?

Sormak istiyorum, Atatürkçülüğün fedaisi olarak geçinenler Mustafa Kemal Atatürk’ün ifadesini niye değiştiriyor?

Niye milli irade hâkimiyetinin gerçekleri millete yansıtılmıyor?

Toplumsal ekonomiksel sıkıntının bugünkü yaşatmakta olduğu hal gibi…

Aynı paralelde toplumsal ahlaki çürümüşlükler…

Keza aynı tarzda kamu kurum ve kuruluşlarındaki kişisel rantın ön planda tutulması…

AK Partinin iktidarında Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki belediyelerin, hele hele kayyımların yönettiği belediyelerin çalışma keşmekeşliği, hantal çalışmalarıyla milleti taciz etmeleri…

Millet diyor ki;

“Ah! Bıktım artık.”

İşlerin düzgün yürümemesi, millete gerçekten bezginlik vermiştir ve “illallah” dedirtmektedir.

Vatandaşların arazilerini gasp edercesine ellerinden alıp, buna rağmen imar planlarını da vermemeleri, iş çevreleri tarafından yapılmak istenen istihdamların engellenmesi.

Siyasi sistemin ve mevcut iktidarın siyaseti yüzünden adeta muattal haldedir.

İşsizlik oldukça körükleniyor.

İstihdam geri plana atılıyor.

İş yapan iş çevreleri ne yapacaklarına dair çok büyük hayretler içerisinde belediyelerden çıkabilecek imar planlarını veyahut kararlarını veyahut ruhsatlarını beklemekte olduğu açıktır.

Kimse inkâr edemez.

Devlet kapısına giden bir vatandaş, hele ki fakruzaruret içerisinde kıvranıp duruyorsa vay haline...

İşsiz olan vatandaş, iktidarın bazı siyasi unsurları tarafından edinilen bilgilere göre bankanın iban numaraları verilerek “şu kadar miktar yatırman lazım ki seni işe alalım” deniliyor..

Peki, gerçekten sormazlar mı?

Ey iktidar!

Nereden yürüyorsunuz?

Hukukun üstünlüğü nerede?

Millete huzur ve mutluluk getireceğinize dair verdiğiniz sözler nerede?

* * *

Şu Milli Eğitim camiasına bakıldığında “eski tas, eski hamam.”

Hiçbir zaman ders müfredatlarında toplumun milli iradesini temsil eden din, iman, inanç tedrisatı yapılmamaktadır.

Yapılıyorsa da üstünkörü, yüzeysel olarak, “iş olsun” diye yapılıyor.

Oysaki bu milletin vergileriyle bütçesini temin eden bir Milli Eğitim Bakanlığı ders müfredatlarını milli inanç paralelinde hazırlaması gerekmez mi?

Bu olmadığı takdirde, milletle devlet arasındaki “anlaşmazlık” uçurumu ortaya çıkar ve her an için yıkılmaya neden olur.

Evet, ders müfredatı milli olmalıdır dedik.

Eğer, bir Milli Eğitim sisteminde din ve iman kültürünü, İslam hukukunu anlatan tedrisat, ayet ve hadisleri körpe dimağlı gençliğin beynine enjekte edilmiyorsa..

O zaman hiçbir şekilde hukukun üstünlüğünden, demokrasiden bahsedilemez.

Edildiği takdirde de aldatmacadan ibaret olur.

Yüz yıldan beri mevcut olan bir Milli Eğitim sistemi İslam’sız bir düzenle düzenlenmiş, İslam’ı ortadan söküp atmıştır.

Eğer Milli Eğitimin günlük ders müfredatı içerisinde dini eğitim-öğretimine bir müzik dersi kadar önem verilmiyorsa, bir beden eğitimi dersi kadar kıymet taşımıyorsa, o zaman bu millet iktidarı da muhalefeti de sistemi de sorgular.

“Ben hakkımı istiyorum” der ve aynı zamanda demek zorunda kalır.

Bunu sormayan ve uygulanması için iktidarı sorgulamayan bir millet, kimse kusura bakmasın ama uyuşturulmuş, morfinleştirilmiş bir toplum olmaktan kendini kurtaramaz.

En derin saygı ve sevgilerimle.