İSRAİL’İN İFRİTLERİ, BATININ ŞEYTANLARI VE İSLAM DÜNYASININ MÜNAFIKLARI İTTİFAK İÇİNDELER!?

Evet, sevgili okurlar.

Türkiye’deki ulusal medyanın özellikle yazılı medyanın dün birinci sayfadan attıkları sürmanşet veya manşetler ve göbekten verilen ölen masum yavruların cesetleri gerçekten yürek parçalayan, beyinleri uyuşturan, gözleri kör eden bir hal insanlara yaşatıyor.

Hemen hemen tüm yazılı medyanın baş sayfalarının başucunda resimli bir haber vardı, Mısır’ın 30 senelik bir diktatörü iki sene önce hapse girmişti, bugün bütün suçlamalar kaldırıldı, pırıl pırıl terû taze (!) bir insan olarak cezaevinden çıkmış, bütün dünya kamuoyu önüne fotoğrafı sergilenmiş.

Bu Hüsnü Na-Mübarek’in bunca yapmış olduğu mezalim ve inandığı küfür sistemi ve yıllardan beri Mısır’lı Müslümanlara İsrail adına yaptığı mezalim bir çırpıda siliniverdi.

Bu insan tabii ki dünya ileri mason birliğinin bir üyesi olarak bugün ona yapılan iyilik (!) otuz senelik yapmış olduğu küfrün bir mükâfat belgesi olması lazım.

Zira masonlar yüz yıldan beri İslam coğrafyası içerisinde hiç rahat durmamışlar, hep Müslümanlardan adam çalmışlar ve piyon olarak kullanmışlardır.

İkinci fotoğraf ise masum günahsız yavruların cansız cesetlerinin birinci sayfanın göbeğinden verilmesi hususudur.

O cesetlerin altında kırmızı zemin üzerine yazılan büyük puntolarla yazılan beyaz yazı;

“UYUMUYORLAR, ÖLDÜLER”

Hemen hemen ulusal medyanın tüm sayfalarında bu görüntü söz konusudur.

Bu görüntü, yalandan çağdaş denilen sözüm ona medeni dünyanın ne kadar çağdışı olduğunu, dünyanın yeniden ortaçağ karanlığına süratle döndüğünü ve bugünkü baş döndürücü teknolojinin mucidi olan dünya ne kadar geride olduğunu, ne kadar haydutlaşmış olduğunun kanıtlayıcı delilidir.

Bize göre bundan daha büyük tehlike ne Hüsnü Mübarek’in tahliye edilmesi ve ne de o Suriye’deki kimyasaldan mütevellit olan katliamın görüntüleridir.

Asıl büyük tehlike, demokrasi kelimesini kurtarıcı ve ümit verici bir kavram olarak dillerinden düşürülmemesidir. Ve hala da haçlı batı dünyasının bütün insanlığın beynine enjekte ettirdiği kandırmacalı demokrasi kavramından ümit beklenip kurtarıcı bir rejim beklentileridir.

Bu da bize göre büyük bir gaflettir. Batının bir tuzağıdır, islam dünyası için hiçbir zaman demokrasi, kurtarıcı olamamıştır ve olamaz da.

Korkak haçlıların kendilerini garantiye almak için Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini hazırlayıp, bunu insanlığa yutturmasından başka bir şey değildir.

Eğer yalan söylemiyorlarsa buyrun hal ortada.

İnsanlık bugün katliamla karşı karşıyadır. Hem de kaşla göz arasında.

Mısır olsun, Suriye olsun, Irak olsun, Afganistan olsun, Filistin olsun, nerede olursa olsun.

İşte madem demokrasi var, hadi bakalım mazlumlar ortada, zalimle mücadele etmek için harekete geç ey şerefsiz dünya!

Ama bize göre bu da eksiktir.

Tüm bunlara rağmen, ancak ve ancak olayları sindiremeyen, içine çekemeyen dik duran bir Türkiye kalmıştır.

Bu da ancak iktidar partisi olan AK Parti’nin ak yüzüdür ve Başbakanın temiz yüreğidir. 

Aslında dik gerçek haleti ruhiyesi günümüzde kullanılmakta olan aldatıcı demokrasi kavramına inanmaması olmalıdır.

Zira demokrasi kelimesi hiçbir zaman gerçek hukuk literatüründe insanlığın şeref ve haysiyetine yakışır bir kavram değildir.

Ancak insanları köleleştirme kavramıdır, o da batı dünyasının dilinden.

Demokrasinin mutlak kullanma şekli lafızdan değil, mana cevherinden alınarak, kullanılması gerekir.

Oysaki bu kelimenin, bu kavramın da gerçek yüzüne bakıldığında hiç ama hiçbir şekilde kelimenin taşıdığı mana cevheri çağımızdaki insanlığa bir kurtarıcı kavram olarak değil, bilakis insanlığı diğer insanlara köle ettirme ideolojisidir.

Ve çalışma stilidir.

Batı dünyası olsun, Yahudi dünyası olsun, ABD olsun, Rusya olsun, tüm küfür ve şirk dünyasının getirmiş olduğu bu kavram, gerçekten batı dünyasının tarih boyu İslam’ın varlığından korktuğu için kendine demokrasi kavramı kullanmasının ana sebebi;

İslam’a karşı kendilerini garantiye alma şeklidir, gerek o olsun ve gerekse laiklik olsun, sekülarizm olsun, her ne olursa olsun, kullanılan demokrasi cevheri hiçbir zaman kurtarıcı olmamıştır ve olamaz da.

Örnek vermek gerekiyorsa, demokratik parlamenter sistemine bağlı olan, insan temel hak ve özgürlüğüne saygılı bir rejimin içinde ne oluyor da bunca kan dökülüyor, adam ölüyor, insanlar kavrulup gidiyor, ocaklar söndürülüyor.

Ülkeleri yöneten zorba diktatörlerin attığı kimyasalla bunca insanlar katlediliyor ve küfür dünyası bırakın netleşme halini, bilakis daha fazlasıyla olayları çarpıtarak, yeni yeni mana değerini bulup da milletlere yutturma cihetine girmesi daha fazlasıyla endişe vericidir.

* * *

Bakınız, TBMM’de grubu olan 4 parti.

AK Parti’den başka hiçbir parti samimiyet göstererek, bu anayasa değişimine gitmiyorlar.

Anayasanın dibacesine konulan değişmez 4 kavrama karışmamak kaydıyla uzlaşmaya imza atarız diyen CHP ve hizmetinde olan iki yedek parti de o minvalde imza atmaktadırlar.

Yani niyetleri anayasayı değiştirmemektir.

Bu halkın devletle barışık halini hazmedemiyor, içine çekemiyor, sindiremiyor.

Her zaman diyoruz ya, kimin eli kimin cebinde belli değil.

Gerçekten CHP, akıllılık edip gerçek kimliğini bu halka gösterirse inanıyoruz ki halk bırakın onlara oy vermek ve iktidarla mücadele etmeyi, halk kendi tükürüğüyle bunları boğacaktır.

Zira hiçbir zaman tarih boyu bu parti, milletle barışık olmamıştır.

1923’te kurulan cumhuriyetten sonraki uygulaması bunun en bariz bir kanıtlayıcı delilidir.

Bugün Mısır’da neler olmuşsa, inanın yüz sene evvel Türkiye’de de aynısı olmuştur.

Bugün Şam’da neler olmuşsa doksan yıl önce Türkiye’de de başka bir versiyonu gerçekleşmiştir.

Bakınız, TBMM bünyesindeki CHP, MHP ve BDP’nin anayasa değişimiyle ilgili gösterdiği tavır, çok düşündürücüdür.

Hele hele dün Türkiye kamuoyunun dikkatini çeken daha önemli bir olay oldu.

Düşünün, sevgili okurlar.

CHP, misyonu belli, hangi kıbleye doğru yürüdüğü belli.

Ama ne oluyor şu BDP’ye hem Kürt halkını savunuyor, hem Kürt Sorunu var diye bas bas bağırıp, kimseye pabuç bırakmıyor, zahiri halde birbirlerine küfür ediyorlar, kavgalı görünüyorlar, ama madalyonun öbür yüzüne bakıldığında tam tersine büyük bir ittifak içindedirler.

Yıllardan beri PKK’yı savunup, davalarını kendi tekeline alan Diyarbakır eski Baro Başkanı Sezgin Tanrıkulu, yıllar yılı Kürt halkının hakkını, hukukunu savunmak üzere yola çıkmış sözüm ona ve bütün dağa giden PKK’lıların avukatlığını yapmış ama bugün bütün hızıyla CHP’nin safında yer almaktadır.

Hatta CHP’nin  Genel Başkan Yardımcısıdır.

Siirt Belediye Başkanlığının şehirlerarası otobüs terminalinin temel atma törenindeki yaşanan skandal, zaten her şeyi tüm çıplaklığıyla gösteriyor.

Bakın, temel atma töreni devletin girişimidir, iktidar partisinin cebinden çıkan masraflardır.

Ama ne çare ki hiç kimse buna kanmıyor.

Zira resmi bir temel atma töreninde İstiklal Marşı’nın okunması gerekirken, 10. Yıl marşının okunması ve bunu yamalamak için yanlışlık oldu denilmesi, her şeyi bize gösteriyor.

Hem de gerçek yüzüyle gösteriyor.

Aslen kandırmaca olarak kendilerini masum gösteriyorlar ise de zihniyet aynı zihniyettir ve BDP’li Belediye Başkanının yüz hatlarından zaten bellidir ki kimin eli kimin cebinde.

En derin saygılarımla.

Hayırlı Cumalar.