İSTİYORUZ! AMA NEYİ İSTİYORUZ?

Sevgili okurlar!
Gerçekten Türkiye gittikçe devlet olarak, halk olarak, kurumsal değerler olarak yavaşca dev adımlar atarak fersah fersah birbirinden uzaklaşmaya yüz tutmaktadır.
Bölünme noktasına gelen bir Türkiye, çok büyük badirelerle karşı karşıya.
Neden?
İşte devletin, ülkenin, milletin can damarı olarak yegane güven kaynağı durumunda bilinen Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesindeki yıllardan beri oluşa gelen olumsuzluklar…
Menfur hadiseler…
Andıçlar, Batı Çalışma Grubu, Darbeci furyası ve cunta unsurları…
Tüm bunların ittifak ettiği bir nokta var, o da milletin bin senelik inancı durumunda olan yüce İslam dinine karşı besledikleri kin ve nefret.
İşte burada her şey bitiyor…
Böyle olunca devlet bitiyor, millet bitiyor, ülke bitiyor, bütünlük ve beraberlik darmadağın oluyor.
Zira, en değer temel ve en yüce cevher, bu milletin ana sermayesi durumunda olan yüce İslam dinidir.
Bu dinle yıllar yılı barışık olmayan, irtica yaftaları, türban madrabazlığı, imam hatip ve medreseler düşmanlığı. Bunlar başlı başına yeter de artar.
Cmiler, cemaatler ve Kur’an Kurslarına karşı beslenen kin ve nefret...
Böyle olunca peşinen her şey bitmiştir ve sonuçlanmıştır.
Kimin elin kimin cebinde olduğu belirginsizlik ve çaresizlik içerisinde kıvranıp duran bir Türkiye'nin hali nice olur?
Her gün biraz daha yıpratılmaya yüz tutan TSK, bir türlü inatlaşmaktan vazgeçmiyor.
Ülke çapında Andıç emir komuta zinciri tarafından hazırlanan "İrtica Eylem Planı" belgesine ıslak imzayı atan Kurmay Albay Dursun Çiçek bir türlü yasalara teslim edilmiyor.
Kendi kendini milletin gözünde her gün biraz daha düşürmeye çalışan ve halkın vergileriyle beslenen bu kurum, Türkiye insanının göz bebeği durumunda iken ve yıllar yılı buna verilen kutsal isim Peygamber Ocağı olarak adlandırılırken bakıyorsun ki, içinden adeta Nemrutlaşmış şeytana papuç giydiren cuntacı ve darbeci unsurlar oluşageliyor.
Bu nedenle artık yeter söz milletindir denmelidir.
Bu millet hiçbir zaman aptal değildir…
Parasını veriyor, askerini veriyor, gencecik ana baba kuzusu, daha üç gün bile silah atma eğitimi görmeden terörün hedefine gönderiliyor, ondan sonra cenazeler köylere dönüyor, ana baba ocağına kor düşüyor…
Ama heyhat!
Sembolik olarak "Vatan sağolsun" deniliyor.
Ama demiyorlar, hangi vatan?
Benim bildiğim kadarıyla "Allahu Ekber" nidalarıyla minarelerden çıkan gür sedalar, dalgalanan al bayraklar, imanla ve Kur’an’la dopdolu sinelerin söz sahibi olduğu zaman, ülke o ülke olur…
Başka bir eylem nedeniyle şikayet edilen yedi teğmenin meskeninde uyuşturucu bulunuyorsa, eğer nöbet bekleyen askerin eline pimi çekilmiş bombayı verip dört askerin şehit olmasına neden olunuyorsa, islamiyeti sinelerden silmek için "irtica eylem planı" hazırlanıyorsa ve hem de sözüm ona vatanı koruyan kimseler tarafından (!) bu işler oluyorsa artık bu halk şöyle sesleniyor ve diyor ki:
Artık yeter! Söz milletindir…

Bakınız sevgili okurlar..
Taraf Gazetesi’nin dünkü nüshasında  Nabi Yağcı neler yazıyor? İsterseniz onun yazısından bir kaç satır buraya aktarayım.
Bakınız ne diyor;
"Açız, ekmek istiyoruz, çünkü pasta değil istediğimiz.
Darbesiz, cuntasız, muhtırasız, sivil bir demokrasiye açız ve onu istiyoruz.
Tank sesleriyle uyanmak istemiyoruz artık.
‘Devlet benim’ diyen apoletli, apoletsiz bir takım adamların iktidar hırsları, bencil çıkarları için gece yarıları evlerimiz basılıp bilinmez yerlere götürülmek istemiyoruz artık.
İşkence görmek istemiyoruz.
Faili meçhullere kurban gitmek istemiyoruz.
Hapishanelerde çürümek, kanser hastası Gülazer gibi ölüme mahkum edilmek istemiyoruz.
Fikirlerimizden, inançlarımızdan, bir yazımızdaki üç beş sözcükten dolayı mahkemelerde sürünmek istemiyoruz artık.
Terör nedeniyle çocuklarımız ölsün, analar ağlasın istemiyoruz…
Barış ve sivil demokrasi istiyoruz...
Yıllar yılı bunu istedik ve hala da istiyoruz.
Çok şey mi istiyoruz?
Daha neyin ortaya çıkmasını bekliyoruz ki!
Plansa bu kaçıncı plan?
Ayışığı, Yakamoz, Sarıkız, Eldiven, AK Parti ve Gülen’i bitirme planı, Silahsa Poyrazköy ve diğer yerlerdekiler.
Bütün bunları unutup yaş mı, kuru mu ya takılmak mesele bu mu?
Bu kirlilik, kurumlar meselesi olmayı da çoktan aşmış durumda.
Meselemiz, kendi halkına komplo düzenlemeyen devlet, açık toplum ve temiz siyasete varmak.
Bekleyin deniyor bize, bekleyeceğiz; Ama dünden farklı olarak aç çocuklar gibi, açlıktan büyümüş gözlerimizi askerin de, siyasilerin de üstüne dikerek bekleyeceğiz. Ekmek bekler gibi, Şiddetle ‘isteyerek’ bekleyeceğiz. Bekleyeceğiz ama susarak değil, yavru Ceylan’ın kocaman gözlerle sorması gibi sorarak. Bu ölümler, bu zulüm, bu haksızlık, adaletsizlikler niye? Albay Dursun Çiçek niye hala sivil savcılara ifade vermedi, ismi geçen diğer zanlılara ne yapıldı, ne yapılacak? Darbe heveslileri kimler? Darbeciler, komplocular yargılanmayacaklar mı? Hesap sorulmayacak mı? Habire soracağız, durmadan soracağız.
Soracağız, çünkü sormakta haklıyız.
Pasta değil, ekmek istiyoruz zira."
Evet sevgili okurlar!
Ekmekten öte ihtiyacımız, ama şiddetle istek ve arzularımız toplumsal bir huzur istiyoruz.
Barış istiyoruz, kardeşlik istiyoruz, insan temel ve hak ve özgürlüklerini istiyoruz, mazlum insanların kirli postalların altında ezilmemesini istiyoruz.
Artık söz milletin olmalıdır diyoruz.
İnançsızlığın, kirliliğin, mezalimin, alçalışın, edepsizliğin, şımarıklığın artık son bulmasını istiyoruz.
Bu ülke insanının, bu vatan evladının büyük mutluluk içerisinde geceleyin başını yastığa koyarken, rahat uyumasını istiyoruz.
Hangi saatte kapısı çalınır, alıp ellerini gözlerini bağlayıp, bilinmeyen meçhullere götürülmeyi istemiyoruz.
Fişlenmeyi, komplo teorilerini, değişik ünvanlarını millete yapıştırıp, halkından rant temin etmeye zorlamayı istemiyoruz.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yıpranmasını da istemiyoruz.
Ama heyhat!
Yapılan ve gelişen olumsuzluklar çerçevesinde görülen köy kılavuz istemez misali bu kurum kendi kendini yıpratmaya yeter de artar bile…
En derin saygılarımla…