JİTEM'İN ÖLÜM KUYULARI VE DEVLETİN "GATE" ÇUKURLARI

Evet sevgili okurlar!

Bilindiği gibi bir zamanlar ABD’yi çok zor durumda bırakan "İran Gate" olayı vardı.

Dünyayı sarsan ve ülkeleri hayrete düşüren bu büyük skandal çok gizli tutuluyordu ve nerdeyse Amerika bu olayda saklambaç oynamaktaydı.

Amerika’nın baş düşmanı durumunda olan İran devletine el altından silah satarak Nikaragualı isyancılara para gücünü temin ediyordu.

Bir yandan İran devletini kendine düşman olarak gösterirken, öbür yandan da silah satmakla İran’ı güçlendiriyordu.

Ama öbür taraftan da büyük çapta para alıp Nikaragualı isyancılara para gücü temin ediyordu.

Bu gizli samimiyetsizlik ne çare ki  'kısa sürede' gün ışığına çıktı.

Bu muamma denilen derin gizlilik yine Amerikalı basın mensupları tarafından deşifre edildi. Ve o günkü ABD yöneticilerinin alnına "kara skandal" diye yapıştı. Dünya kamuoyu önünde rezilü-rüsva oldu.

Demek ki devletler ne kadar gizli işler yaparlarsa yapsınlar, sonunda bu tür hıyanetliklere dayalı kirli politika uzun süre gizli kalmaz. Deşifre edilmeye mahkumdur.

Tıpkı Türkiyemizde olup-biten gizli hadiseler gibi.

Nitekim Türkiyemizde de yıllardan beri devam edegelen "JİTEM Gate" olarak adlandırılabilinen JİTEM’in ölüm kuyuları de bir bir ortaya çıkmaktadır.

Bu ölüm kuyuları yetmiyormuş gibi şimdi de Şırnak’ın Cizre ilçesine bağlı Kuştepe köyünde ölüm tarlaları ortaya çıkmaya başladı.

Medyanın tespitlerine göre yaklaşık 10 yıl önce başlatılan Cizre’nin Kuştepe köyünde eli kelepçeli iki kişinin gösterdiği yerlerde 20 kemik çıkarıldı.

Ölüm kuyuları olarak adlandırılan Silopi’deki BOTAŞ kuyularından çıkan biri kafatası olmak üzere 17 kemik parçasına ilişkin İstanbul Adli Tıp’ta incelemeler sürerken bu kez ölüm tarlaları gündeme geldi.

Şırnak’ın Cizre ilçesi Kuştepe köyünde kazılara başlandı. JİTEM davasını üstlenen müdahil avukat Tahir Elçi, "Ölüm kuyularının yanında bir de ölüm tarlaları var. Soruşturma genişlerse, JİTEM’in ölüm tarlalarında toplu mezarlar bulunabilinir" iddiasında bulundu.

Tabi ki bu olay, az öz bir olay değil.

Devlet bir yandan demokratik, çağdaş, hukukun üstünlüğü normlarıyla yola çıkarken, öbür yandan da çok derin, muamma, meçhul rezaletlerle karşı karşıya olmaktan kendini kurtaramıyor…

Bundan yaklaşık 10 – 15 yıl önce bölgesel olarak halkı birbirine düşürerek, halk arasına hizipleşme, bölünme gibi nifak tohumlarını ekerken, öbür yandan bir yanı devlet yanlısı, diğer tarafı da devlet düşmanı olarak nitelendirmelerle insanları acımasızca birbirine düşürmüştür. Yöresel kamplaşmalara sebebiyet vermiştir ve halkı gizli ihanet şebekeleriyle karşı karşıya getirmiştir.

İşte bu tür çağın ayıbı olarak nitelendirilen "Gate"ler yalnız İran ile ABD arasında yaşanmış değil, bunların daha dik alası Türkiye’de yaşatılagelmiştir.

Sen kalk bir yandan dünya kamuoyu nezdinde çağdaş, muasir medeniyet seviyesine çıkmak için, çağ atlatma süsünü ver, öbür yandan da milletini içten vurarak halk arasında kan ve gözyaşları akıtmaya sebep ol…

Bunu hiç kimse hazmedemez ve kaldıramaz…

Amerika’da nasıl ki o gizli "İran Gate"i ortaya çıkaran yine Amerikan basını olmuş ise, Türkiye’de de bu tür şerefli, namuslu, yürekli ve cesur kalemler vardır. Ve bu tür şerefsizce işlenen "Gate"leri bir bir ortaya çıkarmaktadır. Ve çıkarmaya da devam ediyor.

Bu tür gizli "Gate"lerin ortaya çıkarılması ve faili meçhul odakların deşifre edilmesi hür basının temel görevlerindendir.

Ve vazgeçilmez ana hedeflerinden biridir…

Eğer devlet bazı mensupları tarafından işlenen "bu tür" cinayet ve cerimeleri deşifre etmek istemeyen medya mensupları var ise ki vardır. Bunlara medya mensubu demek yanlış olur. Denilse denilse; "satılmış" yalakalar denilir.

Ki bunlarda basın mensubu sayılmazlar.

Nitekim Ahmet Altan'da bizi teyit etmektedir.

Dünkü köşesinde "Gazete ve Devlet" başlıklı yazısında bizleri teyit ettiği gibi bazı gerçekleri de deşifre ediyordu.

İzninizle buraya yazısından bir iki paragraf almak istiyorum.

Altan şöyle diyor:

"Eğer gazetecinin görevinin de devlet görevlileri gibi gerçeği saklamak olduğunu kabul ederseniz devlet görevlisiyle gazeteci arasında fark kalır mı?

Gazeteci devlet görevlisi mi?

Gazeteci de devlet görevlisi gibi düşünüp, devlet görevlisi gibi davranmaya başlarsa gazeteciliği kim yapacak?

Ayrıca bu "milli menfaatler" denilen kavram muğlak bir alandır. Bizim devlet görevlilerinin işlediği faili meçhul cinayetlerde, Susurluk’ta, Ergenekon’da, 12 Eylül Darbesi’nin arkasında Pentagon’un olduğu da bir vakitler Amerikalılarla yapılan ikili gizli anlaşmalar da "milli menfaatler"in o belirsiz alanına rahatlıkla edilir devlet görevlileri tarafından.

Devlet görevlilerinin bakış açısını benimsiyorsanız kendinize gazetecilik düsturu olarak "milli menfaatler"i seçerseniz gazeteciliğin ölçülerinden uzaklaşırsınız."

İşte buyrun sevgili dostlar!

Türk medyasının portresini çizerek özetleyen deneyimli yazar Ahmet Altan, bir yandan da Türk basınının gerçeğini dile getirmiştir.

Ona katılmamak mümkün değil.

Biz de burada diyoruz ki, eğer Cizre eski Belediye Başkanı Kamil Atak’ın korucubaşı olarak, devlet yanlısı olarak, sözde devlet adına terörle mücadele etme bahanesiyle Hizbullah’la işbirliği yaparak üs olarak kullandığı Cizre Kuştepe köyünde ölüm tarlası çıktıysa, bu olayı hiç de garipsememek lazım.

Zira o günlerde şimdiki Silivri Cezaevinde tutuklu olan Emekli Tüğgenerel Levent Ersöz Şırnak Jandarma Alay Komutanı olarak görev yapıyordu.

Deyim yerindeyse adeta kasap görevini üstlenmişti.

Ve onun emrinde çalışan o günkü Jandarma Binbaşı Cemal Temizöz vardı…

1993’ten 1997’lere kadar.. Ondan sonra ikisi de görülen lüzum üzerine Diyarbakır’a atandılar.

Diyarbakır’da da aynı aktifliğini (!) gösteren bu iki rütbeli kendi başlarına bu işi yapmıyorlardı.

Daha şiddetlisini, daha dik alasını o günün MİT Bölge Başkanı C. U. ile işbirliği yaparak alanı daha da genişletiyorlardı.

Hatta bununla yetinmeyerek o günün DGM Cumhuriyet Başsavcısı olan zat ile 7. Kolordu Komutanlığı yetkilileriyle anlaşarak, danışarak önemli işler(!) yapıyorlardı.

Nitekim 5 Haziran 1998’deki Söz Gazetesi’nin sahipleri ve çalışanlarını sahte doküman tanzim edip sözde PKK’nın ERNK mührünü basarak ağır ve büyük suçlama getirmekle gözaltına almışlardı.

Olaydan 20 gün önce bu insanlara Hizbullah damgasını vurarak gözaltına almakla bir yere varamayan bu sahte organize, bu komplo teoricileri 20 gün sonra bu kez aynı insanlara PKK yanlısı yaftalarıyla suçlama getirdiler.

İşte bunların yanısıra aynı bu kirli ittifak içerisine giren ve bunların başını da çeken Ersöz ve onun emrinde çalışan Temizöz, bununla yetinmeyerek bu kirli olaya beraat veren devletin hakim ve savcılarını dahi şikayet ederek alçakça yalan dolan, uydurmayla fişleme gibi iğrenç bir komplo teorisinden geri kalmamıştır.

Bunları zaten yayınladık ve devletin resmi arşivlerinde mevcuttur, adli dosyasına girmiştir.

Ama ne hazindir ki bugün devletin adalet arşivlerinde o dosyanın orjinal klasörü ortada yoktur ve kaybolmuştur.

Bunu da resmi belgeyle ispatladık…

Ama burada dünyaya haykırarak diyoruz ki,

Ey medeni dünya, ey çağdaş Türkiye!

Sen nerelerde yüzüyorsun.

Gelin bakalım beraber bu olayların üzerine gidelim…

Devletin imkanını kullanarak, kendi temel ve asil görevini geri plana bırakarak, kendi milletiyle uğraşan ve milletin bireylerini ve ailelerini yıllar yılı mağdur eden bu tür hıyanet erbapları hakkında devlet ne tür işlemleri yapacak?

Yaptıkları yanlarında kar mı kalacak?

Tabi yıllar yılı Türkiye’de yasalar dar tutulmuştur.

Devletin önemli bazı kurumları ve o kurumların başındaki görevliler hakkında adeta büyük dokunma masuniyeti (dokunulmazlıkları) söz konusu…

Mesleği kör bir taassubla karşı karşıya kalan yasalarımız bir türlü işlemez duruma gelmiştir.

Her ne kadar Adalet Bakanımız sayın Mehmet Ali Şahin Anayasa değişikliği ile ilgili bazı işaretleri veriyor ise de, "Acaba ne zaman?" demekten kendimizi kurtaramıyoruz.

Özellikle sayın Bakan’ın, "Türkiye’yi yargıç devleti görüntüsüne sokmayalım" gibi söylemleri dünkü basında yer almaktadır.

Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin Yargı Reformu Strateji Taslağı’nda yer alan, Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK)’nun üye yapısının değiştirilmesiyle ilgili olarak, "Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Türkiye’yi bir yargıçlar devleti görüntüsüne büründürmemek zorundayız" diyor.

Ve yakında bu değişimi gerçekleştireceği sözünü veriyor.

Haydi hayırlısı.

En derin saygılarımla…