KAFES'TEKİ İMZA YARBAY'IN İSE, FİŞLEMEDEKİ İMZA DA ALİ BAŞÇAVUŞ'UN!

Evet, sevgili okurlar!

Bir Kurban Bayramını daha geride bıraktık. Dört günlük olan bir tatil herkese bir istirahat molası gibi oldu ise de fakat oluşan olaylar, meydana gelen hadiseler, özellikle karayollarındaki trafik katliamları herkesin kalbinde derin yaralar açmıştır.

Ama ne çare ki, buna da kader tecellisi diyelim!..

Zaten Türkiye bir türlü kendini 'acı hadiselerden' kurtaramıyor.

Nitekim Cumhuriyet'in kuruluşundan beri bir türlü Milli İrade 'söz sahibi' olamamıştır.

85 yıldan beridir ki; hala 'devrim' Anayasaları hükümrandır. Devlet tüm varlığıyla; Yasama, Yürütme ve Yargı erkleriyle 'barışık' olmadığı gibi, 'özgür' bir kimlik de elde etmiş deği.  Halen de askeri vesayetin altındadır. Tek kelimeyle günü gelince 'Söz sahibi' askerdir!..

Generallerin kafasına tak dedi mi, on senede bir hemen bir darbe girişimi, andıçlama, cunta ve kurumun kutsallığı bir türlü devletin tescil defterinden silinmiyor. Bu da bize göre tıpkı bir trafik katliamı gibidir hatta daha beterdir.

Bu da olayların apayrı kirli bir gösterimidir. Zira; Türkiye bir türlü demokratikleşememektedir.

İşte bakınız bütün dünya kamuoyuna parmak ısırtan, yeraltından çıkarılan silahlar, cephanelikler.. Her gün biraz daha Türk Silahlı Kuvvetlerine ait olduğu yönündeki ibareler güçlenmektedir.

Ve her geçen gün olaylar daha bir berraklaşıyor. Üzerine örtülü olan kirli şal kaldırılmaktadır.

Bu da kimin eli kimin cebinde olduğunu göstermektedir. 

Nitekim anlaşılan odur ki bugüne kadar yaşaya gelen tüm terör odaklarının baş patronu Ergenekondur..

Milli bütünlüğümüzü tehlikeye sokan, ülkenin varlığını, bölünmez bütünlüğünü biraz daha uçurumun kenarına iten 'bu bela' maalesef halen 'uzantı' bulmakta.

Çünkü Ergenekon 'henüz çözülmüş' bir vaka değil. Kimse net ve gerçek bir tanımlama getiremediği gibi; 'iç dünyasını da' çözmüş değil.

Her ne kadar; Milli Eğitim eski Bakanı Hüseyin Çelik Van'da Ergenekonu tanımlamak isterken; bize göre yine de net bir tablo çizmiş değildir.

Çelik şu tanımlamada bulunuyor:

"Bu düşman üretme paranoyası nedir biliyor musunuz? Şu an Ergenekon diye bir dava görülüyor. Onun da mantığını ifade edelim. Bir mahallede hiç hırsızlık vakası yoksa mahalle bekçisinin bir önemi kalır mı? Kalmaz. Mahalle bekçisi akıllı ise kendi konumunu muhafaza etmek için mahallede hırsızların kol gezdiğini yayması lazım. Hatta daha akıllı ise arada bir iki kapıyı kendisinin yoklaması lazım. İşte Ergenekon budur."

Bana göre Sayın Çelik’in bu tanımlaması bir biçimlendirmeden ibaret ise de köklü bir dayanağı yoktur.

Bu ifadeler yüzeysel ifadelerdir ve politiktir. Aslında Ergenekon terör örgütünün bilimsel tanımlaması şudur.

Ergenekon, İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin yarattığı 31 Mart hadisesinin bir uzantısıdır. 1909'da, Sultan Abdulhamidi al-aşağı edip, devleti eline geçiren 'kirli' oyunun bugünkü değişik versiyonudur.

Yani tek kelimeyle; "Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya" benzer.

Evet, Müslüman mahallesinde salyangoz satılır mı?

Satılırsa demek ki, o mahalle kendi mahiyetini keşfedememiştir. Haram, helal demeden her şey birbirine karışıyor.

Ya o mahallenin ahalisi seçim kabiliyetine haiz değil veyahut büsbütün salyangozu tanımama kabiliyetsizliği söz konusudur.

Evet, bu Müslüman ülkede Ergenekon’un varlığı tıpkı Müslüman mahallesindeki salyangoz satışına benzer. Elbette ki, gerçek manada kendini bilen bir mahalle ise, salyangoz satıcıları oraya uğrayamaz. Tıpkı Türkiye gibi…

Eğer Ergenekon belası yıllar yılı bu memlekette varlığını sürdürüyorsa, taşın dibinde saklanan tehlikeli bir kobra yılanı gibi, ikide bir başını çıkarıp tehditleri savuruyorsa ve kimse de başını ezdirip o taşın altından ölüsünü çıkaramıyorsa, o tehlikeli yılan her an için tehlikedir, ansızın bir gaflet içerisinde çıkar, birilerini ısırır ve yine yerine saklanır.

İşte Ergenekon karanlığının bilimsel tarifi budur ve gerçek manada bu benzetmede yaşanmakta olan halin gerçek yüzüdür.

Evet, ülke bütün varlığıyla, inancıyla, kültürüyle, tarihiyle, coğrafyasıyla, iktisadi gücüyle eğer bünyesindeki kurumları besleyip ve o kurumların içinden milli iradeyi yürürlükte olan anayasal rejimini yıkmaya ikide bir teşebbüs edebiliyorsa ve yaptığı da yanına kâr kalıyorsa, bana göre yapılacak hiçbir şey yoktur.

Bakınız, 2009 yılının Mart ayında irtica ile mücadele planı hazırlanıyor ve ıslak imza gerçeği hem de Denizci Kurmay Albay Dursun Çiçek’in imzası ile ele geçiriliyorsa ve bu Albay iki defa tutuklandığı halde toplam 48 saat cezaevinde kalmayıp serbest bırakılıyorsa, demek ki bu ülkede kurumlar arasında anlaşmazlık çatlağı vardır.

Aynı kurumun bünyesinde olan Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın içinde Kafes kod adlı bir darbe girişimi de bir ay sonra muvazzaf bir subay’ın yani Yarbay’ın evinde ele geçiriliyor. Hala da hükümetin geçmişe yönelik vuku bulan bu kurumun kirli oyunlarından ders-i ibret alamayıp hızlı adım atamıyorsa, bu işin içinde demek ki gizli ve güçlü oyunlar vardır.

Bakınız dünkü bazı gazetelerin birinci sayfalarındaki aynı manayı taşıyıp değişik versiyonlarla yazılan manşetleri paylaşalım. "Ergenekon Kafes’i kırdı" "Demokrasiye darbe vurmak amacı ile hazırlanan kafes planının Ergenekon’un dördüncü iddianamesine gireceği öğrenildi. Planın yürütmesinde yer aldıkları öne sürülen üç amiralin sorgulanacağı belirlendi."

 İşte bu manşet bugünkü iktidardan başka tüm halkı hayrete düşürüyor ve halk endişeli gözle bakıyor bu olaylara.. Ama nedense hükümet bunları yok etmek için ne bir yasa çıkarıyor, ne radikal tedbirler alıyor, ne de Genelkurmay Başkanlığı’na herhangi bir uyarı veya açığa alma gibi herhangi bir girişim söz konusu değil.

Hükümet bir o yana bir bu yana maalesef büyük bir tutarsızlık içerisinde kıvranıp duruyor. Sormazlar mı bu ne hal?

Dünkü Zaman gazetesinin birinci sayfasının sol köşesinde şöyle bir yazı vardı.

"Adli tıp: Belge gerçek, Kafes Eylem Planı’ndaki imza Yarbay Kireçtepe’nin" "Ergenekon davasının tutuklu sanıklarından emekli Binbaşı Levent Bektaş’ın ofisinde ele geçirilen Kafes Operasyonu Eylem Planı’nın altındaki imzanın Yarbay Ercan Kireçtepe’ye ait olduğu kesinleşti.

Adli Tıp raporuna dayanarak verdiği habere göre, azınlıklara ve çocuklara yönelik dehşet senaryoları içeren belgenin altındaki imza, Poyrazköy soruşturması kapsamında cezaevine gönderilen Yarbay Kireçtepe’nin elinin ürünü."    

Yıllardan beri bu ülke insanı kan ağlıyor. Nice nice ocaklar söndürülmüş; ama tüm belirsizlikler devam ediyor.

Bakınız bayramın birinci günü, Şırnak’ta vatani görevini yapan iki askerin Türk bayrağına sarılı tabutları, Adana’daki babalarına gönderiliyor. Hiç haberi olmadan o bağrı yanık iki babanın ansızın kapıları çalınıyor. Adeta paketlenmiş, postadan çıkmış sanki bir hediye paketi gibi, asker çocuklarının cenazeleri kendilerine teslim ediliyor. Allah kimseye göstermesin, bundan daha ağır bir acı söz konusu değil.

O anneler, babalar buna nasıl dayanıyor bilemiyorum? 

Ama heyhat kime anlatıyorsun!?. Gel gör ki, ateş düştüğü yeri yakıyor.

Ölüm Allah’ın emri fakat ölümün gerçek yüzü bilindiği takdirde fecaatin ve üzüntünün biraz da olsa şekli değişir; ama ölümün gerçek yüzünü kamufle edip, yalan dolanla ve bir de o şehitlere intihar iftirasını yakıştırıp, kamuoyunu kandırarak o ölümün gerçek mahiyetini ters yüz ederek, intihar süsü vermek veyahut trafik kazası süsünü vermek, apayrı üzüntüyü ağırlaştırıyor.

Nitekim her iki masum o şehitlerin babaları çıkıp, dünya kamuoyuna haykırarak şöyle diyorlardı:

"Çocuklarımız intihar etmezler, hayat dolu evlat, genç bunlar durup dururken niye intihar etsin. İntihar süsü verenler var. Kaç tane asker oldu böyle cenazeleri ailesine gönderilirken, ya intihar ya kaza ya da PKK’nın süsü veriliyor. Daha birkaç ay önce Elazığ'da dört askerin teğmen tarafından pimi çekilmiş bomba eline verip, ölümlerine sebep oluyor. Aynı zamanda kasten öldürüyor ve kaza süsü veriliyor."

Bakın Milli Eğitim eski Bakanı Hüseyin Çelik, dün medyaya şöyle bir beyanat vermişti. "33 askerin ölümü de aydınlatılacak"

Herkesin rahatlıkla anlayabileceği şekilde bir Ergenekon tanımı yapan(!) Çelik, Elazığ yolu üzerinde 33 askerin şehit edilmesi gibi olayların da aydınlatılacağı müjdesini verdi. Haber aynen şöyle, "Kimse yok mu derneğinin organizesiyle Türkiye’nin farklı illerinden ve yurtdışından gelen gönüllüler için düzenlenen Van’daki programa katılan Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, Bingöl’de 33 askerin nasıl şehit edildiğinin karanlık bir nokta olduğunu belirterek, "Ama yavaş yavaş aydınlanıyor. Türkiye’de ne kadar karanlık varsa millet iradesiyle aydınlanacaktır"

Sayın Çelik’e burada itirazlı bir sorum vardır.

Sayın Çelik, 27 Şubat’taki tüm ülkeyi kapsayan bir karanlık tablo yaşandı. Milli iradeye dayalı bir hükümet alaşağı edildi. 1997’de Ecevit’in Başbakanlığı’nda üçlü bir koalisyon kuruldu. 98, 99, 2000 yıllarına kadar faili meçhul cinayetler had safhaya vardı. Doğu ve Güneydoğu Anadolu insanına değişik versiyonlarla suçlamalar getirildi, fişlenme yapıldı, nice ocaklar söndürüldü.

Hizbullah örgütünün kilit noktadaki bazı elemanları, darbeci cuntanın himayesinde kullanıldı. Yapılan faili meçhul cinayetler ve kaçırılan nice masum insanlar, ülkenin değişik illerinde domuz bağı ile bağlandı ve kireçlenerek tanınmaz duruma getirmek için cesetler yakıldı ve bu haydutlaşmış vahşete de Hizbullah örgütü tarafından yapıldığı süsü veriliyordu.

Sayın Bakan Allah aşkına soruyorum bunlardan yüzde kaçı ortaya çıkarılabildi. Aydınlık getirildi?

Bugünkü yazımızın başında, "Kafes’teki imza Yarbay’ın, Fişlemedeki imza ise Ali Başçavuş’un." Yani Şemdinli olayını gerçekleştiren, Astsubay Ali Kaya (Mutkili Ali) ve arkadaşı tarafından gerçekleştiği halde suçüstü yakalanıp cezaevine konuldu. Hazırlanan iddianame ile 39 yıla mahkûm olduğu halde, o iddianameyi hazırlayan Savcı Ferhat Sarıkaya ile Mahkeme heyeti çil yavrusu gibi dağıtıldı, meslek hayatları alt üst edildi ve Ali Kaya, arkadaşlarıyla beraber bugün elini kolunu sallaya sallaya serbestçe görev yapmaktadır.

Aynı Ali Kaya Diyarbakır’da Yaşar Büyükanıt’ın himayesinde, kalmayan kirli işler yaptığı halde Büyükanıt, "o iyi bir çocuktur" diye referans vererek, onun bütün kirliliğini sıfıra indirdi.

Daha bunun gibi neler neler?…

Bu Ergenekon terörünün geçen on yıl içerisindeki olup bitenlerin kaçta kaçı aydınlığa kavuştu acaba? Bana göre hiç, olsa bile devede kulak bile değildir.

Halk muztariptir, bundan rahatsızdır; ama hükümetten de ümidini kesmemiştir, çünkü partinizin karşısında herhangi bir siyasal alternatif yoktur. Yoksa görünen bir alternatif söz konusu olursa bu hükümetin böyle yavaş yavaş çalışmalarından dolayı artık şans vermeyebilir; ama yoktur.

Tüm bunlara rağmen yazımızı bu ifadeyle sonuçlandıralım. Müslüman mahallesinde gerçekten salyangoz satılıyor.

Yani bir türlü mahalle kendini salyangoz satıcılarından kurtaramıyor.

En derin saygılarımla.