KAN, KARGAŞA, SİYASET ve RANT!

Evet, sevgili SÖZ okurları…
Bugünkü sohbetimizin ana hedefi ve temel stratejisi özellikle bu bölgede yani Güneydoğu Anadolu’da yakın bir geçmişe yönelik vuku bulan kanlı olayları kamuoyuna yansıtmak olduğu gibi...
Uzun geçmişe yönelik de Türkiye genelinde ve özellikle bu yörede derin karanlığın baskıcı oyunlarıyla insanlara kan kusturulmuş tarihi gerçekleri deşifre etmek.
Bu sıraladığım iki ana gerçeğin yanı sıra güncelliğini koruyan ve hiç gündemden düşmeyen Ortadoğu’da olup bitenler!...
Birinci dünya savaşında Osmanlıdan ayrılan ve birer devletçik durumuna giren birçok İslam Arap ülkesinin başına getirilen kiralık piyon krallar ve diktatörler hepimizin malumudur…
Bakınız, Tunus ve Mısır başta olmak üzere Libya, Cezayir, Yemen, Katar, Ürdün halkı yirmi dört saat ayakta...
Haçlı ve Siyonist emperyalizminin birer temsilcisi durumunda olan bu devletçiklerin başındaki hain münafık tinetli siyasetçiler ortalığı kan gölü durumuna soktular.
Halk kan ağlıyor.
Evet, bunları kaleme alırken fazla uzağa gitmeden geçen hafta Diyarbakır’ımızda meydana gelen bir yakılma olayı oldu…
Yani Lise son sınıfta okuyan 17 yaşlarındaki bir gencin Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirilişinin yıldönümü nedeniyle "kendini yakmış" olarak kamuoyuna lanse edildi.
Yani o uğurda kendini yakan bir genç olarak açıklandı.
Bunu geçici olarak noktalayalım. Bilahere döneceğiz.
Bakınız, sevgili okurlar.
Başta söylediğim gibi birinci dünya savaşından sonra dağılan Osmanlı imparatorluğu nedeniyle tüm İslam dünyası değer varlıklarıyla birlikte "ke'en, lem yekûn" gibi oldu.
Yani hiç olmamış gibi yok olup gitti, kültür seviyesi sıfırlandı.
İslam dünyası ahlaki çöküntülere sürüklendi.
Osmanlıdan ayrılan her ülke artık kendi kültürüyle, tarihiyle, ahlakıyla, diliyle, inancıyla müstakil olarak yaşamaz duruma geldi.
Başıboş sahipsiz maceracı birer devletçikler durumuna düşürüldü.
Onları başa getirip başlarına "devlet kuşu"(!) kondurulan kişiler, deyim yerindeyse adeta birer maşa, birer piyon, birer ajan olarak ülkelerini yönetmeye başladılar.
Öncelikle rant, makam, koltuk ve şehvet uğruna kendileri birer figüre malzemesi durumuna geldi, milletleri de her şeyi elinden alınmış birer köle durumuna sokuldu.
Onların ve milletlerinin sonu bugüne kadar gelebildi.
Yani "bıçak kemiğe dayandı" misali birden bire dayanılmaz hale düşen milletler artık demokratik bir arayış içerisinde ayaklanmaya zorlandılar.
Kanlar ve canlar pahasına olsa bile her şeyi göz önüne almış İslam Arap ülkeleri artık yeter diyor ve krallık saraylarına yürüyor.
Bana göre;
Düşündüren odur ki Türkiye’yi örnek göstermeleridir.
Diyorlar ki "modelimiz Türkiye olsun, biz de Türkiye modelini istiyoruz".
Hani diyorlar ya "Davulun sesi uzaktan hoş gelir" diye.
Bunlar bilmiyorlar ki; yaklaşık yüz yıldan beri aynı onların çektiği mezalim ve şuursuzca dayatmacı faşizanlığın dik alası ve daha betirini Türkiye yaşamıştır.
Her ne kadar son sekiz yıldan beri AK Parti’nin, Başbakanın ve Cumhurbaşkanın, daha doğrusu Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun gösterdiği performans sayesinde Türkiye güzel ve örnek model durumuna getirilmiş ise de halbuki heyhat Türkiye hiç bilindiği gibi değil.
Aynı o Arap dünyası gibi insan kanı üzerinden siyaset yapılıyor.
Mevcut 12 Eylül Anayasasının dibacesine yerleşen Cumhuriyet, demokrasiye inanmış bir hukuk devleti olarak gösteriliyor ise de gerçekten tamamıyla sadece kelime telaffuzundan ibarettir.
İp üzerinde yürüyen cambaz gibi ha düştü ha düşecek!
Daha doğrusu Ali Cengiz oyunlarıyla sistem, Türkiye halkını bazı tahriklere yönlendirmek istiyor.
Olay, hiç de iç açıcı değildir.
Başta sıraladığımız ifadeleri burada özetleyerek kıssadan hisse diye aktartık.
Türkiye’deki özellikle Diyarbakır’ımızdaki yıllardan beri olup bitenleri şimdi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Evet, Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirilme yıldönümü münasebetiyle kendini yakan (!?) Mustafa Malkoç’un olayı bize göre kamuoyuna ters yüz edilerek yansıtılmak istenilmiştir.
Olayın gerçek yüzü gösterildiği gibi değildir.
Tıpkı, geçmişe yönelik derin devletin bir terör örgütü ile işbirliği yaparak Gaffar Okkan’ı beş tane koruma polisiyle birlikte katledilme olayı gibi…
Bu da apayrı bir gayretle olay ters yüz edilmiş gibi görünüyor.
Bilerek veya bilmeyerek birilerinin kahramanlık propagandasına yönelik bir çabadır, bir girişimdir ve gizliden gizliye bir anlaşma gayretidir.
Çünkü 1993’lerden 2000’li yıllara kadar olup bitenlerin başucunda yatan gerçek müsait bir zeminde anlatılırsa karanlıkta kalan tüm olup bitenler bir bir çorap söküğü gibi sökülecektir.
Tıpkı iki gün evvel Cemal Temizöz’ün yargılama sırasında 1993 ve 1995’te Cizre Kaymakamı olan bugünkü Antalya Vali Yardımcısı Osman Bulgurlu’nun şahit olduğu olayları mahkemeye anlatmamak için "Temizöz’ü koru, JİTEM’i gizle" tehdit ibaresiyle mektup gönderilmiş ve o Vali Yardımcısı normal bir biçimde ifadesini verememiştir.
Yansıtılan dikkat edici cümlede şöyle deniliyor.
Kritik tanığa;
Faili meçhul emir: "Hakime bunları söyle"
Bu olaylar artık Türkiye’nin kirli karanlıkta kalmış olaylarıdır.
Türkiye’nin ayrılmaz bir kader parçası gibi olmuştur.
Evet, lise öğrencisi Mustafa Malkoç’un yakılma olayı doğrusu bana çok merak oldu.
Çünkü bu olaylar hep böyle yıllardan beri başımızdan geçti.
Tıpkı 1996’daki Altındağ Dinlenme Tesisleri’ne yapılan acımasız karanlık bir saldırı sonucunda katledilen sekiz masum insanın olayı gibi.
İlk olarak bize ve kamuoyuna lanse edilen olay "bu işi PKK yaptı" denildi.
"Gün geldi devran geçti" misali.
Her gün biraz daha berraklaşan olay, meğerki hiç de öyle değilmiş.
Ya ne?
Çok büyük tezgah oyunlarıyla meydana getirilen Altındağ Dinlenme Tesisleri’ndeki katliamın oluşu yine JİTEM’in marifetiyle sivil bazı kritik işadamlarının işbirliği içerisinde birkaç çeteyi kiralamak suretiyle taşeron olarak PKK’nın adı kullandırılmıştır.
Davanın bir bölümü hala da derdesttir ve Ağır Ceza’dadır.
Ne hazindir ki bu uzun süreç içerisinde hiç olmamış gibi olaylar tam ters yüz edilmiş.
Aynı o sekiz masum insanın acımasız katline sebebiyet veren, yardım eden kişi veya kişiler Yargıtay kararlarıyla kesinleşen hüküme rağmen..
Ne yazık ki, bugün AK Parti iktidarının Diyarbakırlı bazı önemli siyasetçileriyle "el ele, kol kola" işbirliği yapmakta olduğu görülmektedir.
Kim kimden neyi saklıyor?
Evet,
Lise öğrencisi Malkoç'un olayıyla alakalı..
Emniyet Müdürü olaya açıklama getirdi.
Vay efendim; Savcılık tahkikatını genişletecek,
Vay efendim; Adli Tıp’tan rapor çıkacak…
Bunların hepsini benim külahıma anlatsınlar.
Hepsi senaryodur.
Kimse kusura bakmasın ilimizdeki bazı resmi makamların çalışma zafiyetidir veyahut da görülen lüzum üzerine olaya ters bakmaktır.
Bakınız, Mustafa Malkoç!
O genç Eğil ilçesine bağlı bir köylü ailenin çocuğudur.
Dört yıl önce bizim taahhüdümüzde kalan Ergani TOKİ inşaatında boyacı bir taşeronun yanında çalışıyordu.
Onu yakından tanıyan çalışanlarımız çok masum, mazlum, sessiz bir insan olduğunu anlatıyorlar…
Babası emekli bir işçi…
Bu çocuğun kendi kendini bir insan uğruna "yakma" eylemi olmadığı ayan beyandır.
Her ne kadar tutulan raporlar, olaya başka yön verilmiş ise de; fakat buna kargalar güler.
Zira bir insan bir olayı ve bir misyonu veyahut da bir ideoloji uğruna kendini yakmak isterse ideolojisine reklam olsun diye orta yerde kendini yakar.
Gidip, gece vakti Dicle nehri kıyısında hiç kimsenin olmadığı ve görmediği yerde kendini yakmaz?
Geçici olarak varsayalım;
Hadi diyelim kendini yaktı..
Dicle nehrinin kıyısında kendisini yakan bir insan her ne olursa olsun vücudu yanmaya başlayınca hiç mi acı çekmez.
Vücuduna acı veren bir yanma olayı karşısında, mutlaka bir refleks olur.
En azından o yerde o kişi çırpınır, hoplar, zıplar veyahut son çare kendini suya atar.
Çünkü can çekişen bir vücut illaki hareket eder.
Taş gibi kupkuru duruma gelen bir vücut durumuna düşmez.
Yani can çekişme olayında çabalayan, hareket eden izlerin bulunması lazım…
Haydi bunu da geç..
Yine varsayımla ki, resmi kayıtlara göre baliciymiş, uyuşturucu kullanıyormuş bu Mustafa…
Aşırı derecede, yüksek dozda çektiği balinin etkisiyle vücut uyuşturulmuş bir hale getirilmişse yaralama da, yakma da, kurşunda o vücudu etkilemiyorsa, diyelim kemali teslimiyetle uyuşuk vaziyette kendini nasıl yakabilir o insan.
Zaten uyuşuk bir beyin, uyuşuk bir vücut nereden gidip o karanlıkta, nehrin kenarında kendini yakar.
Ona da geçici olarak eyvallah diyelim.
Peki, o an için o insan kendini yakarken, yakılan yer o mahalle insanının tam karşısında, derede kenarda değil, tarlada görünüyor.
En azından o yakılan ceset gece de olsa, gündüz de olsa o mahalleden insanların görmesi gerekmiyor mu?
Hiç mi kimse görmedi!
Ama ne çare ki, her zaman olduğu gibi faili meçhul cinayetlerin kaderi çizgisi böyle olur.
Olaylar ters yüz edilir, birileri diğerlerine reklam yapar..
Birileri birilerini büyütmek için, terörün bitmemesi için, bazı odaklar birbiriyle işbirliği ederek masum bu yöre insanlarını birer figüre malzemesi olarak kullanırlar.
Evet, sevgili okurlar.
Olay bize göre hiç de öyle değildir.
Bizim yaptığımız kamuoyu araştırmasına göre ve o çocuğu yakından tanıyan insanlara göre.
Bu çocuk kendini yakmamıştır!
Önceden yakılıp daha sonra oraya götürülmüştür.
Edindiğimiz araştırma bilgileri doğrultusunda bunu söylüyoruz.
Kesin olmamakla beraber galip gelen kamuoyu bu yöndedir.
Peki, bu tür kirli ve karanlık olayların bu Diyarbakır’ımızda meydana geldiği an bu bizim iktidardaki AK Parti’nin siyasetçileri seçilen milletvekillerinin tutumlarına ne diyorsunuz?
Hani her zaman diyorum ya; çantacı siyasetçinin Diyarbakır’ımıza ve insanımıza bugüne kadar bir hayır getirmemiştir ve bundan sonra da getirmeyecekleri gibi bilakis zarar veriyorlar.
Hep insanların kan, kargaşa ve figüran halleri üzerine rant temininden başka hiçbir şey düşünülmeyen bir siyaset olamaz.
Olsa olsa münafıklıktır, hıyanettir, topluma ihanettir.
Kamuoyu sorar; bu iktidarın sevgili milletvekilleri (!) bir hafta içerisinde Diyarbakır’da bulunuyorlardı, merak ediyorum o fakir biçare ailenin taziyelerine gittiler mi?
Veyahut lütfedip de Diyarbakır’ın birer vekilleri merak saikası dahi olsa olayın incelemesine giriştiler mi, sorup araştırmak istediler mi?
Veyahut onlar da Genelkurmay gibi kışlada olup bitenlere "medyadan öğrendik" dedikleri gibi mi…
Bence öyle!
En derin saygılarımla.