KAVRAMLAR KARGAŞASI TOPLUMSAL BİR FACİADIR!??

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü yazımın akışı içerisinde önemle üzerinde durmak istediğim konu; “Yahudiler tarih boyu gerçek tevratta yazılan ayetleri ve kavramları” politikalarına uydurmak üzere hep tahrifata başvurmuşlar.

Kocaman bir semavi kutsal kitabın tüm gerçeklerini tersyüz ederek değiştirmeye tabi tutmuşlar ve Yahudileşen “İsrailoğulları” böylece yeryüzünde tarih boyu en “tehlikeli bir toplum” durumuna girmişler.

Yüce Kur’anın 5. suresi durumunda olan “Maide” suresinin 41, 42 ve 43’üncü ayetlerinin yüce mealinin bir bölümünü dün siz değerli okurlarımızla paylaşırken, diğer önemli bölümlerini de izin verirseniz bugün de sizinle aynı paralelde paylaşmak istiyoruz.

Allah aynı toplumlardan olup, aynı lisanlarıyla konuşabilen birçok peygamberleri göndermiştir.

O peygamberlerin toplumlara gönderilişlerinin temel esprisi toplumları küfür, inkâr, ilhad, sapkınlık bataklığından çıkarmak içindir.

Gerçek yol olan “iman ve tevhit” akideleriyle tanıştırmak için..

Adalet, hukuk, barış ve kardeşliği irşad etmek için hiçbir gerçeği ters yüz etmeden tam manasıyla toplumların bünyesini, sosyal dengesini korumak üzere adil uygulama ve kanunlar gerçekleştirilmiştir.

Batılın hakka, zulmün adalete, iyiliklerin kötülüklere galip gelmesi değil, tam tersine hakkın batıla, adaletin zulme, iyiliklerin kötülüklere galip gelmesi için stratejiler belirtilmiştir.

İlahi hukukun üstünlüğü toplumların her kesimine götürülmüştür.

Tüm toplumsal ve sosyal hayat akışları o ilahi nizamlara göre icra edilmiştir.

Öyle ki;                                     

Toplumun içerisinde varolan elit tabakaların eşraf olarak bilinen kesimlerin Mustazaf, fakru zaruret içinde kıvranan, ezilmiş insanların üzerine hegemonya kurmaması için daima adalet terazisi dengede tutulmuştur.

Bu ilahi gerçeğe dayanamayan Yahudileşen İsrailoğulları, tarih boyunca kavram kargaşalarıyla yola çıkmış ve ilahi hakikatleri tersyüz etmiş, böylece aldatıcı tahrifatlar silsilesini gerçekleştirmişlerdir.

Keza aynı minval üzerine İslam dünyasının bünyesine sızdırılan gizliden gizliye deyim yerindeyse birer tahribat kalıbı gibi toplum bünyesine yerleşen münafık ruhlu insanlar da “aynı” zihyet üzerinde rahat durmamışlar.

Elbette ki gün gelmiş, Yahudileşen İsrailoğullarıyla işbirliği yapmışlar, kendilerine büyük dengeler sağlamışlar ve kendi toplumlarını yanlış yollara sürüklemişlerdir.

Ve böylece gerek bilerek veya bilmeyerek Haçlı ve Siyonist anlayışlara alet olmuşlar ve onların ekmeğine yağ sürmüşlerdir.

* * *

Onun için;

Haçlı ve Siyonist anlayış ve onların piyonları tarih boyu toplumların, özellikle İslam ümmetinin stratejisini değiştirmeye çalışmışlardır.

Nitekim; tarih boyu hükümranlığını sürdüren saltanat ve hilafet-i İslamiyeyi bölük pörçük ederek yok edebilmişlerdir.

Bu tarihi hayat akışları dün ne ise, bugün aynısını yaşamaktadır.

Tehlike çanları her zaman İslam dünyasının üzerine çalmaktadır.

Özellikle Ortadoğu devletçikleri ve özellikle Türkiye, bu sıkıntıları yaşamaktadır.

Bu yüzdendir ki; bu ümmet bir türlü cemaatleşemiyor.

Toplumların bünyesine yerleşen, gizliden gizliye palazlanıp, büyüyen bu fitne unsurlar, inanan toplumların gelişmesine elbette ki engel teşkil etmektedirler.

Bunun adı terör müdür, savaş mıdır, ekonomiksel sömürü düzenleri midir, ahlaki çöküntüler midir?

Her ne olursa olsun, toplumların başına gelen bu tür olumsuzluklar ve kargaşanın sisli ve dumanlı bulutları ve o dumanlı bulutların havasından faydalanan siyasetin canavarları büyük rol oynamaktadırlar.

Eğer İslam dünyası, daha doğrusu Türkiye’nin tüm coğrafyaları her ne ırk olursa olsun, ister Türk’ü, ister Kürt’ü, ister Laz’ı, ister Çerkez’i, Kur’anın etrafında birleşen bir toplum olarak kendini sıkı tutmalı ve o paralelde ilahi hükmünü kendine düstur tutarak, yola çıkmaları lazım.

Kurtuluş çaremiz, ancak bununla olur.

İnsanların getirmiş olduğu kölelik düzeninden, Marksizm’den, Komünizm’den, Sosyalizm gibi ideolojilerden toplumu daima uzak tutmak gerek.

* * *

Zira anılan ayetlerin sonuna geldiğimizde, ayet şöyledir;

“Çünkü Allah adalet sahiplerini sever”

Bu paraleldeki toplumsal yaşamın en büyük önderi Efendimiz Resulullah’tır ve Müslümanlara getirmiş olduğu o değişmeyen Kur’an hükümleridir.

O toplumların inanan Müslüman yöneticileri ve hüküm veren adalet mekanizmaları Allah’ın emir ve isteklerine göre hareket etmelidir.

Ancak böylesi yöneticiler Allah’ın adalet ve hukukun üstünlüğünü ayakta tutabilirler.

Ve böylesine toplumlar badirelerden korunur, barış içinde yürür.

Allah, adalet sahiplerini ve adaleti koruyan toplumları sever.

İnsanlar zulmettiği, ihanet ettiği ve sapıttığı zaman onlardan oluşan işlerin tesirinde kalarak, adaletin tevziine, dağılımına başvurması mümkün değildir.

Zira zulmün ve adaletsizliğin revaçta olduğu yerlerde hiçbir zaman toplumlar gelişemez ve başlarını terörün, kargaşanın, mezalimin, hükümranlığından kurtaramazlar.

Yahudiler meselesindeki bu tür batıl hükümranlık hep böyle devam ede gelmiştir.

Kurtuluşu bu sapıklıkta bulan bu Yahudi ve Müslüman geçinen münafıklar, hayat boyu her türlü hükmün İslam şeriatına göre verilebilir endişesi taşıdıkları için daima İslam ruhunun Müslümanlar arasında yeşermesine ve yaşatılmasına engel olmuşlardır.

İslam şeriatının hükümlerine göre yaşayan toplumların bir adı da darül İslam’dır, Allah’ın şeriatından başka bir nizam tatbik edilemez.

Bütün o darül İslam ahalisi de bu ilahi şeriatının esaslarına göre hüküm olunmayı peşinen kabul etmişlerdir.

Bununla beraber İslam yurdunda ve İslam toplumlarında yaşayan ehli kitaba karşı İslam özel bir prensip koymuş, ayrı bir hukuk simgelemiş ve onların inançlarına göre adaleti dağıtmıştır.

Özellikle onlara mahsus nizamdan başkasının mecbur edilmemesini istemiştir.

* * *

İslam şeriatında Müslümanlar için mubah olan her şey nasıl yaşanıyorsa aynı bu yüce adalet paralelinde onların dinlerine göre de onlara da kullanma ruhsatı verilmiştir.

Gerek sarhoş edici içkiler olsun, gerek domuz eti olsun, içki içmek domuz eti yemek gibi, onlara serbest kılınmış ise de Müslümanlara satmamak kaydıyla ve Müslümanlar arasında geçerlilik göstermemek kaydıyla onlara bu yaşam özgürlüğü verilmiştir.

Ama toplumların tümüne zarar veren faiz gibi, zina gibi, hırsızlık gibi her türlü ahlak dışı kötülükler onlara da yasaklanmış, Müslümanlara da yasaklanmıştır.

* * *

Bu itibarla kelime ve kavramların kök ve asaletine karışılmadan ilahi kitapların getirmiş olduğu tüm değerler aynıdır.

Ama Yahudilerin ve münafıkların kendi kişisel çıkar oyunlarını ön planda tutup, diğer Müslüman kesimlerini de sömürmek maksadıyla kavram kargaşasına girmesi, İslam dünyası için en büyük tehlikelidir.

Darül İslam denilen İslam ülkelerinin yaşam tarzı, hiçbir zaman başka milletlerin uyduruk inançlarına uydurulamaz ve onlara tabi tutturulamaz.

Bu nedenle yine Kur’anın kesin hükmü olarak şudur ki, “Allah’ın indirdikleri ile hüküm etmeyen hangi toplum olursa olsun, kâfirdir”

Bu hüküm hayatlarında ilahi şeriatın hükmünü kabul etmeyen idare edilenler için Allah’ın koyduğu hükümdür.

Şimdi de bütün semavi dinlerde mevcut olan Allah’ın indirdiği hükümlerle hüküm etmeyen idareciler için koyduğu hüküm gelir.

İşte bu paraleldeki gerçeğe uymayıp da, kavram kargaşasıyla gerçekleri değiştirip, tersyüz edenler kim olursa olsun, nerede olursa olsun, hangi milletten olursa olsun, hangi coğrafya olursa olsun, kendini Allah’ın gazabından ve lanetinden kurtaramaz.

En derin saygılarımla.