KAYIP DOSYA BULUNAMADI

Evet sevgili okurlar!

Dünden devam diyelim..

Derin ve kirli ilişkilerle dolu bölgedeki yaşayagelen JİTEM'in meşhur İstihbarat Albayı Cemal Temizöz''e tekrar odaklanalım..

Yani namı diğer Metin "binbaşı" Cemal Temizöz'le alakalı neler gelişti?

Neler geçmişte yaşandı?

Muvazzaf subay olarak Kayseri İl Jandarma Alay Komutanlığı'ndan alınıp apar-topar Diyarbakır'a getirildi.

Önceki akşam başlayıp sabahın erken saatlerine kadar Özel olarak görevlendirilen savcılar tarafından sorgulandı?

Çıkarıldığı mahkemece tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Dünkü yazımda ifade ettiğim gibi bu insan, kendi başıyla değil müştereken ve müteselsilen uzantılı bir ekip organizatörlüğüyle faaliyet göstermiştir.

Gerçekleştirdiği insanlık dışı bazı uygulamalar ve bu uygulamaların başını çeken bölgedeki faili meçhul cinayetler ve düzmece fişlemeler, yargısız infazlar gibi çağdışı, antidemokratik keyfiliklerde hiçbir zaman yalnız değildi.

Demem o ki; Devletin en önemli kurumlarından olan Türk Silahlı Kuvvetleri'nin şerefli üniformasını omuzlarında taşıyan bu tür insanlar, ne çare ki resmi koltukta oturdukları zaman, hem kendilerini hem de mensubu bulundukları kurumu, hatta Allah'ı bile unutuyorlar.

Ve dehşetengiz bir anlayışla ortaya çıkmaktadırlar.

"Astığım astık, kestiğim kestik" gibi..

Ama her ne kadar olan millete oluyor ise de, bize göre en çok yıpratılan, zedelenen ve yara alan da yine mensubu bulunduğu Türk Silahlı Kuvvetleri'dir.

Bakınız öylesine ustaca ideolojik bir sistemle rol almışlar ki; sözde PKK militanları tarafından hakkımızda yazılan bir dokümanı ele geçirmiş ve bir suç unsuru olarak 7. Kolordu Komutanlığı'na göndermişlerdir..

Kolordu Komutanlığı da marifetli iki tane Kıdemli Kurmay Albay vasıtasıyla değişik tarihlerde DGM Cumhuriyet Başsavcısı Nihat Çakar'a "Kişiye Özel" olarak bu dokümanı göndermiştir.

DGM Başsavcısı olan zat ta "mal bulmuş mağribi" gibi hemen hiçbir araştırma-kovuşturma yapmadan herhangi bir tahkikata da gerek duymadan soruşturmaya tabi tutuyor ve dava açıyor.

Bunu teyiden bizi ailece yok etmek için elinden geleni ardına koymadan hukuku, makamını, mesleğini ve hatta vicdanını ayaklar altına alarak yasadışı bir zorlamayla bizleri mahkum etmeye çalışmıştır.

Ancak yegane dayanak noktası da 13. 04.1998 tarihinde gözaltına alınan PKK'nın başucunun ikinci adamı olarak kendini lanse eden Şemdin Sakık'tan medet beklemiş ve bütün imkanlarını Şemdin Sakık'ın sözde bilgilerine dayandırmıştır. Ve böyle yola çıkmış, danışıklı dövüş misali Şemdin Sakık'ın ağzından hakkımızda düzmece iftira, yalan ve tezviratlarla dopdolu bir mektubu kaleme aldırmıştı.

Cezaevinden yine Başsavcılık makamına "Kişiye özel" olarak gönderilmişti.

Bununla da yetinmemiş, sözde Şemdin Sakık'ın savcılığa verdiği ifadenin yetmişinci sayfasında bize suçlama getirilmişti. Bizi karalamaya çalışmıştı.

Netice itibariyle geçenlerde de sizinle paylaşmak istediğim nokta şu idi.

Diyarbakır 4 Nolu DGM'de açılan 1998/153 Esas sayılı dosya yargılama neticesinde beraatle sonuçlanmış ise de o dosyanın içinde bulunan tüm düzmece evraklar, belgeleri yok etmek için maalesef yargının arşivlerinde araklanmıştır.

Tıpkı faili meçhul cinayetler gibi.. Bu dosya da tarihi faili meçhul bir "çalıntıya" mahkum olmuştur.

Bu dosyanın içinde el yazısı ile sözde PKK tarafından yazılan düzmece fişleme vardı. O günkü Jandarma İstihbarat Başkanı olarak görünen Cemal Temizöz ile kumandası altındaki Mutkili Ali diye bilinen Astsubay Ali Kaya ile DGM Cumhuriyet Başsavcısı Nihat Çakar, MİT Bölge Başkanı Cemal Uzgören ve 7. Kolordu Komutanlığı'nda o gün için Kolordu Kurmay Başkanlığı vazifesini yürüten Kurmay Albay Erhan Tavşanlı ve Reha Şatana tarafından gizli ve bilinmeyen bir nedenle "kaleme" alınmıştı.

Biz bunu defalarca yazdık, çizdik, kamuoyuyla paylaştık.

Nitekim 21 Mart 2002 tarihli Diyarbakır Söz Gazetesi'nde de manşetten şöyle bir başlık atmıştık:

"SAHTE BELGEYE İDDİANAME"

22 Mart 2002'de ise "EN BÜYÜK ÇETE BİZİM ÇETE" başlıklı yazıları yazmıştık.

Fakat her şey derin ve karanlık olduğu gibi, bu yazılan tarihi gerçekler de hep tarihin karanlığına gömüldü.

"Gün geldi devran döndü" misali aradan tam 11 yıl geçti.

İşte Cemal Temizöz Albay rütbesi ile gözaltına alındı.

Diyoriz ki Cemal Temizöz birey olarak tek başına bu işi yapamadığına göre beraberindeki diğer ekip organizatörleri de onun kadar suçludur.

Bunların da savcılıkça yakalanmaları gerekir.

Nitekim Cemal Temizöz'den sonra A. Hakim Güven de yakalanmış ama artık ne sıfatla yakalanmış ise serbest bırakılmıştır.

Bakınız Abdulkadir Aygan, Temizöz ve A. Hakim Güven'le alakalı neleri söylüyor. Ve bu söyledikleri; kitaplarda yer aldı.

İşte o kitapdan bir kaç alıntı. Neler anlatıyor:

"Kısa bir süreliğine itirafçı olan Hüseyin Bülbül de bunlarla beraberdi. Bu ekip Yüzbaşı Cemal Temizöz'ün emrinde çalışıyordu. Hıdır Altuğ ise Suriye sınırından içerde bazı petrol kuyularına ve muharebat binasına karşı sabotaj eylemleri gerçekleştirmişti. Ekipte iki tane de uzman çavuş sivil olarak görev yapıyordu.

Bunlar bölgede PKK'lı olarak bilinen insanları kör kuyulara atmak, sığınaklara indirip mayın ve bombalarla imha etmek, bazı evlerin temeline patlayıcı yerleştirip havaya uçurmak, bir çok insanın para ve ziynet eşyalarını gasp ettikten sonra öldürüp taş yığınlarının altına gömmek, işkence ile, örgüt yandaşları hakkında bilgi almak gibi, insanlık dışı faaliyetlerde bulunmuşlardı.

Bu ekipte yer alanlar çok kısa sürede daire, araba ve para sahibi oldular. Başka insanların yıllarca çalışarak elde edemedikleri servetleri, yürüttükleri kirli savaş sayesinde kısa sürede elde etmişlerdi.

Abdülhakim Güven (Ferit), Diyarbakır-Ofis semtinde bizim lojmanlara yakın mesafede bir apartman dairesi satın almıştı. Altında her zaman son model arabalar vardı. Sonradan bir inşaat şirketi de kurdu. Üç-dört çocuk babasıydı, fakat eşiyle arası iyi değildi. Diyarbakır merkezindeki eski PKK taraftarı olan ailelere arasıra uğrardı. Bu aileler onun babasının ‘şeyhlik' konumundan dolayı saygı gösterirlerdi. Birçoğu da korkusundan ona iyi davranıyordu.

Diyarbakır dışında, Mersin'de de Nusaybinli bir aile vardı. Bu ailedeki bayanlarla yakın ilişki içerisindeydi. Aile Nusaybin ve Mersin'de ‘yurtsever' olarak tanınıyordu. A.Hekim Güven, Cizre'den Diyarbakır'a döndükten sonra özel bir görevli gibi her akşam mesaiden sonra beni dışarıya çağırıp hergün ayrı bir içkili mekana davet ederdi.

Bazen Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti'ne, bazen de Mimarlar Lokali'ne davet eder, hesabı da kendisi öderdi. Eğlence için su gibi para harcardı. Gazeteciler Cemiyeti'nde bir kaç kez Hürriyet Gazetesi muhabiri Naci Sapan'la görüştüğünü gördüm. İçkili restaurantlarda birçok kez emniyet istihbarat şubeden komiserlerle otururdu. Her zaman kendisi hesabı öderdi.

Bir gün kendisiyle şehir içinde ve şehir dışında arabayla tur atarken, Mardin yolu üzerinde, genelevden çıkıp şehir merkezine giden Cizreli Melle İzettin ve şoförüyle karşılaştık. A.Hekim Güven bu şahısları durdurup samimice sohbete daldı. Daha önce Melle İzettin'in Cizre'deki PKK milislerinin sorumlusu olduğunu söylemişti. Onlar yol kenarında konuşurken ben arabada oturuyordum.

Bir süre sonra yanıma gelerek; ‘Bahsettiğim Cizreli milis sorumlusu budur, bunları kandırıp JİTEM'e götürelim' diye teklifte bulundu.

Ben de onayladım.

A.Hekim onlara ‘Bizim arabayı takip edin, şehre gidip bir çay içelim' diye seslendi.

Melle İzettin de kabul ederek peşimizden Saraykapı'daki JİTEM'e geldiler. Arabalarını park ettirip içeriye davet ettik. Onlar girişteki misafirhanede beklerken, biz A.Kerim Kırca binbaşının makamına çıkıp durumu bildirdik.

Abdulkerim Kırca, timdeki diğer rütbelileri çağırıp, misafirhanede beklemekte olan şahısları hücreye atmalarını emretti.

Melle İzettin ve şoförü tuzağa düşürülmüşlerdi. Hücreye atıldılar ve birkaç gün tim personeli tarafından işkenceyle sorgulandılar. Ben ve A.Hekim Güven bu sorgulamaya katılmamıştık. Üç-dört gün sonra sorguları bitince, şahısların gözleri ve elleri bağlı olarak iki sivil araçla, Diyarbakır dışına Siverek taraflarına götürdük. Diyarbakır-Siverek karayolunun il sınırı civarında yol kenarındaki karayolları şantiyesine ait büyük bir çukurda, A.Hekim Güven tarafından, susturucu takılmış tabanca ile kafalarına birer kurşun sıkılarak öldürüldüler.

Sonra da sivil memur Kemal Emlük tarafından üzerlerine benzin-mazot karışımı dökülerek yakıldılar. Bunu yapmaktaki amaç cesetlerin teşhis edilmemesi içindi. Olay yerine yakın küçük bir köy vardı. O gün hava biraz sisli olduğu için kimse bizi fark edememişti. Olay yerinden arabayla Diyarbakır'a dönerken arabada birisinin ceketinin kaldığını farkedince, yol kenarına attık. Bu şahıslara ait steyşın (station) Toros otomobil JİTEM'de alıkonularak kullanıldı."

Evet sevgili okurlar!

İşte buyrun!

Çağdaş Türkiye, muasir medeniyet seviyesine tırmanan Atatürk Türkiyesi…

Nasıl iğrençliklerle dopdolu karanlık senaryolarla karşı karşıya olduğunu artık siz değerli okurlar değerlendirmelisiniz.

Türkiye, bu tür haydutlaşma ile mi karşı karşıya kalacaktı.

Dün A.Hekim Güven ve onun gibi daha niceleri PKK'lı militan olarak dağa çıkarken nasıl oldu da dağdan indiler, sonra da Ergenekon'la birleşiyorlar ve Ergenekon'un kapı kulu durumuna giriyorlar…

İşte Şemdin Sakık, yıllar yılı Kürt insanlarını kandırarak sözde kendini kurtarıcı olarak göstermişti.

Ama heyhat!

Hiç de öyle değil. Gizliden gizliye Ergenekon organizasyonuna giriyor ve 1993'te Bingöl – Elazığ karayolunda 33 tane askeri acımasızca katlediyor ve bunu PKK yaptı diye lanse etme becerisine giriyorlardı.

Şu şeytani zekaya bakın.

Diyarbakır Cezaevi'ne girerken bu kez Cemal Temizöz'le, DGM Başsavcısı Nihat Çakar ile, Mutkili Astsubay Ali Kaya ile işbirliğine giriyor ve şimdiye kadar işlediği haltlar yetmiyormuş gibi bu kez Ergenekon tezgahına giriyor bizi gah Hizbullahçılık, gah PKK mensubu olarak lanse ediyor.

Bizim bu söylediklerimizi kanıtlayan bugünkü tarihtir…

İşte dün Silivri Ergenekon savcılarının hazırladığı ikinci iddianame açıklanırken Şemdin Sakık'ın da Ergenekonla olan ilişkilerine yer veriliyor.

Yani PKK'dan müebbet cezasını alan Şemdin Sakık, bu kez Ergenekon'la gündeme geldi.

İşte çağdaş ama karanlık bir Türkiye…

Şerefli ama şanssız bir halk…

İzzetli, vakarlı ama sahipsiz bir millet…

Akibetimiz ne olacak sevgili okurlar!

Allah encamımızı hayreylesin…

Yalnız bunu da belirtmeden geçmek istemiyorum..

Bana göre tüm yapılan karanlık tabloların en iğrenci ve işlenen faili meçhul cinayetlerin en ağırı yargı gibi önemli bir kuruluşun arşivlerinden yargılama dosyalarının kaybedilmesi…

O da Diyarbakır adliyesinde…

İşte soruyoruz ve cevap bekliyoruz…

Dört gözle Adalet Bakanlığı'ndan müfettiş bekliyoruz.

En derin saygılarımla…