KIZIL EJDER YUVAMIZA GİRMESİN!?

Evet, sevgili okurlar.

Bugün haftamızın birinci günü Pazartesi…

Gözlerimizi dünkü veya bir önceki günlerde yayınlanan yazılı medyanın manşetlerine gezdirdik.

İnanın ki;

Medyamızın bu haftada bize verebilecek en önemli başlıklardan birisi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin efsanevi devlet başkanı Rauf Denktaş’ın ölümü.

Ölüm Allah'ın emri. Herkes hak ettiği yere gider. Ve gitmelidir de.

Ama medyanın, "herkesi" devleştirmesine, mana veremedim.

Zaten; başka da elle tutulur, gözle görülür bir şey yok.

Ancak Cumartesi günkü Zaman gazetesi manşet olarak şu önemli ve korkunç haberi kamuoyuna duyurmuş;

“İKİ BÜYÜK ŞEHİRDE 13 KİLO BOMBA”

Bir de İstanbul Emniyet Müdürü Çapkın’ın dehşetli ve önemli bir patlayıcı olarak nitelendirdiği İstanbul’da yakalanan bombacı bir teröristin görüntüleri.

Bir de gazeteniz olan Diyarbakır Söz’ün 15 Ocak 2012 tarihinde “CESET MADENİ” haberini taşımış manşetine..

Gerçekten çok çarpıcı bir haber.

Güncelliğini koruyan birçok olay var; ancak bu iki olay üzerine bugünkü sohbetimize devam edeceğiz.

İki haber de uzun süre güncelliğini koruyacak türden.

Ve üzerinde çok konuşulacak mevzuuları içermektedir.

* * *

Zaman’ın manşetten verdiği haberin devamı şöyle;

“Terör örgütü KCK’ya yönelik dün geniş çaplı operasyon düzenlenirken İstanbul ve İzmir’i hedef alan bombalı saldırılar da hazırlık aşamasında önlendi.

İstanbul’da yakalanan PKK’lının verdiği ifade doğrultusunda Başakşehir’de toplam 7 kilo patlayıcı çıkarıldı, İzmir’de ise toplam 6 kilo patlayıcı otoyolun kenarında gömülü halde bulundu”

* * *

Söz Gazetesinin haberi ise bize göre daha çok çarpıcı ve düşündürücü..

Gerçi bu tür olumsuzlukların tümü kamuoyunun dikkatini üzerine çekiyor ama “CESET MADENİ” başlıklı haber ile “İKİ BÜYÜK ŞEHİRDE 13 KİLO BOMBA” haberi arasında bir paralellik var.

Zira birisi PKK’nın bir uzantısı olan KCK’yı anlatıyor, diğeri de JİTEM’in Türkiye’yi içten yıkmakla ilgili failiyetinin geride bıraktığı acıları anlatıyor.

“JİTEM’in eski karargâhında çıkan kafatası sayısı 11’e yükselirken, gözaltında kaybolanların yakınları İHD’ye başvurdu”

Diyarbakır Özel Yetkili Savcısı, kemiklerin çıkarıldığı kazı bölgesindeki çalışmaları geniş güvenlik tedbirleri altında yoğunlaştırdı.

JİTEM Grup Komutanlığının 1990’lı yıllarda sorgu ve işkence üssü olarak kullandığı bölgede 15 cesedin olduğu iddia edilmişti, şu ana kadar çıkan kafatası ve kemiklerin sayısında artış olması dikkatleri tekrar bölgeye yoğunlaştırdı.

Güneydoğu’daki faili meçhuller sebebiyle isminden sıkça söz edilen Suriçi’ndeki JİTEM merkezinin bulunduğu bölgede çıkan kemiklerin, faili meçhule kurban giden kişilere ait olabileceği ihtimali üzerinde duruluyor”

İnsan Türkiye’deki bu tür kirlenmeyi, ihanet ve hıyanet oluşumları gördükçe gerçekten insan vicdanen derin ızdıraplar içerisinde kalıyor.

“Bu ülke nereye gidiyor?” diye sormaktan kendimizi alamıyoruz.

* * *

Ancak;

Söyleyebilinecek söz var sa..

O da istiklal marşımızın yazarı merhum Mehmet Akif’in bu şiirindeki "cümleler" söylüyor..

Bu şiiri sizinle paylaşmakla kendimize teselli bulduk.

“O, nuru gönder ilahi asırlar oldu yeter

Bunaldı milletin afakı artık bir sabah ister”

Evet, gerçekten milletin afakı bunalmış durumda yepyeni aydınlıklar istiyor.

Bu da artık köhneleşmiş, bayatlamış yüz yıllık bir geçmişe dayalı ne idügü belli olmayan altı oklu rejimin iç yüzüne girip göz atmak lazım.

Ve derhal zaman kaybetmeden milli inanç ve vicdanlara dayalı sivil bir anayasanın yapılmasına geçmek lazım; ama bakıyoruz ki TBMM Anayasa Komisyonu Başkanlığı bu hususta çok yavaş yürüyor.

Sanmıyorum ki millet bu mezalime, bu kirlenmeye, bu dikta senaryolarına artık dayanabilsin.

Ki dayanmaz durumda.

Sevgili okurlar!

Böyle yazıları yazarken gerçekten geçmiş tarihimizi zenginleştiren çok büyük insanlarımızın hazine kültürlerinden geçerek onlardan ilham almakla önemli konuları kaleme alabiliriz.

Bakınız Üstat Bediüzzaman Hazretleri yaklaşık seksen yıl önce İstanbul’a üç aylığına sürgün olarak gönderiliyor.

Orada “Sebilur-Reşat” gazetesinin sahibi merhum Eşref Ediple tanışıyor..

Ve Eşref Edip Üstada bazı soruları yönelterek, cevap alıyor.

* * *

 “Ey Üstat!

Siz İstanbul seyahatinden herhangi bir rahatsızlık hissettiniz mi?”

Üstat şöyle cevap veriyor;

“Beni rahatsız eden olay bu değil, aslında bana ızdırap veren (sıkıntı veren) yalnız İslam’ın maruz kaldığı tehlikelerdir.

Eskiden tehlikeler hariçten gelirdi.

Onun için onlara karşı mukavemet, direniş kolaydı, şimdi ise maalesef tehlike içerden geliyor.

Eğer kurt gövdenin içine girerse ki girmiştir, ona karşı artık mukavemet güçleşiyor.

Korkarım ki cemiyetin (toplumun) bünyesi buna dayanamaz durumda; çünkü düşmanını sezmez hale gelen bir toplum önünü göremez.

Can damarını koparan, kanını içen en büyük düşmanını dost zanneder, cemiyetin basiret gözü böylesine körleşirse iman kal'ası tehlikededir.

İşte benim ızdırabım, yegâne ızdırabım budur.

Yoksa şahsımın maruz kaldığı zahmet, sıkıntı ve meşakkatleri düşünmeye bile vaktim yoktur.

Keşke bunun bin misli meşakkate maruz kalsam da iman kal’ası durumunda olan bu toplum istikbalini, geleceğini selamette bulmuş olsaydı.

Dünya büyük bir manevi buhran geçiriyor.

Ülkelerin ve İslam topluluklarının manevi temelleri sarsılan cemiyetimizin içinde doğan bir hastalık, bir veba, bir taun felaketi gittikçe yeryüzüne ve ülke çapına dağılıyor.

Bu müthiş sarı illete karşı İslam toplulukları buna ne gibi çarelerle karşı koyacak?

Batının çürümüş, kokuşmuş, tefessuk etmiş batıl ve yanlış formüllerle mi bu iş çözülür, yoksa İslam topluluklarının terû taze iman esaslarıyla mı?

Büyük kafaları gaflet içerisinde görüyorum.

İman kal’asını küfrün çürük direkleri tutamaz.

Onun için ben yalnız iman üzerine zamanımı, mesaimi, yoğunlaştırmış durumdayım”

* * *

Evet, sevgili dostlar.

İşte gerçekten seksen sene evvel tespit edilen bu tür kirli maceralar gün gittikçe ülkenin bölünmesine, parçalanmasına, dinsizleştirilmesine yönelik yoğunluk kazanmıştır ve hala da o yoğunluk kesifleştirerek, çoğalarak devam etmektedir.

O büyük Üstadın dediği gibi, kurt içinden kemiriyor, kal’ayı içinden yıkıyor, kimse farkında bile değil.

Zira korkulan nokta da budur ki; artık toplum, devletiyle ülkesiyle tüm değer varlıklarıyla içten gelen bu tür hıyanet ve ihanetlere dayanmaz durumda.

Halkın tek isteği var; o da yıkılsın bu kirli tabular.

Bu nedenle değerli bir şairimiz şöyle diyor;

* * *

 “Kızıl ejder yuvamıza girmesin

Zehirli eli yakamıza irmesin

Karşı durup nurun fırsat vermesin

Ey Seyfi rahmeti âlem Risale-i Nur

* * *

Kara duman üstümüzden dağılsın

Kızıl alev sönüp âlem ayılsın

Bu zaferin haşre kadar anılsın

Ey Zülfikar’ı rahmeti âlem Risale-i Nur

* * *

O soydandır nice canları yakanlar

O soydandır evler barklar yıkanlar

O soydandır sana kinle bakanlar

Ey hücceti rahmeti âlem Risale-i Nur

* * *

Masumların kanlarını içerler

Ebu cehli, nemrutları geçerler

Ölümlerden ölümleri seçerler

Ey şimdi bir rahmeti âlem Risale-i Nur

* * *

Bir mikrop ki ciğerleri dişliyor

Kanımızla kendisini besliyor

Temiz yurdumuzu termis edip pisliyor

Ey bir eczane-i rahmeti âlem Risale-i Nur”

* * *

Evet, sevgili can dostlarım.

Gerçekten bu işler zor, çok zor.

İçten yıkılıyoruz ve ne hazindir ki bizi yıkan, sülük gibi kanımızı emip, gövdemizi cansız bırakmak isteyenler hep bu süreç içerisinde kurtarıcı kahraman (!) olarak görüntü vermişlerdir.

Ergenekon generalleri peyderpey millet adına özel yargılamanın değerli hâkim ve savcıları sorguluyor.

Ama diyoruz ki; ellerinizi biraz çabuk tutun.

Zira gerçek bir kaide var; geciken adalet, adalet değildir.

Çetin Doğanlar, İlker Başbuğlar gibi küfrün, inadın ve hıyanetliğin temsilcileri her kim olursa olsun, yakalansın, millet adına sorgulansın ve hak ettikleri cezayı bulsunlar.

Ümit ediyoruz ki, birkaç gün içerisinde andıç davasında Büyükanıt’a da inceleme iddianamesi hazırlanacak.

Güzel bir hafta geçmesi dileğiyle, saygılarımı sunuyorum.