KONUŞANA DEĞİL, KONUŞTURANA BAK?!

Evet, SÖZ’ün değerli müdavim okurları.
Bilindiği gibi son günlerde gündem çok yoğun.
Yoğun olduğu kadar da çok ilginç ve çok badireli.
Siyasal atmosfer de oldukça kesif ve dumanlıdır.
Hani demişler ya "Kurt dumanlı havayı sever" misali..
Bu dumanlı hava atmosferinden faydalanan birçok kurt var şu anda?
Ama nasıl kurtlar?
Bildiğimiz dağ ve ormanlarda yaşayan dört ayaklı yırtıcı canavar değil.
Bilakis insan kılığındaki maymunlaşma karakterine sahip iki ayaklı kurtlar.
Bu kurtlar zaman zaman kendini siyasal ve sosyal atmosferde sureti haktan göstererek aldatmacalı bir şekilde toplumun huzurunda kendilerini kurtarıcı olarak gösterirler.
Kahraman ve vatanperver(!) pozisyona girme sanatına ve maharetine sahip iseler de fakat hep zaman aşımında der demez kendilerini ele veriyorlar.
Tıpkı bugünkü Türkiye’deki mevcut siyasal hava gibi…
Cumhuriyetin kuruluşundan sonra özellikle Mustafa Kemal’in ölümünden sonra devleti, ülkeyi ve milleti eline geçiren Cumhuriyet Halk Partisi ve onun başına geçen lider.. Ve onların lideri olan İsmet İnönü.
Türkiye’ye yaptığı kötülükler tarihin sayfalarından hiçbir zaman silinemez tahribatlar içermektedir.
Her ne kadar kendini sureti haktan gösteren yakın tarihimiz ne çare ki hep gerçekleri ters yüz etmiştir.
Akı kara, karayı ak göstermiştir.
Bu da faşizan otoritelerin baskısı marifetiyle olmuştur.
İki gün önce Anayasanın bazı önemli kritik maddelerinin değiştirilmesi için kolunu sıvayan AK Parti bu değişim maratonunda
oylamaya geçmeden evvel CHP lideri Deniz Baykal, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a laf atıyor ve hakaret ediyor.
Hitler'e benzetiyor.. Başbakan da bunun altında kalmayarak elbette ki haklı olarak gereken cevabını veriyor.
Ve cevap verirken de çok isabetli, yerinde tarihin hakikatlerine paralel ifadeleri kullanıyor.
Elbette ki bunu hazmedemeyen CHP lideri Deniz Baykal, deyim yerindeyse Başbakanı adeta bir siyasal çekişmeye çekerek ilanı harp ediyor.
Haklı kim, haksız kim ve bu siyasi çatışmayı başlatan önce kavgacı heyecancı olarak bilinen Deniz Baykal’dan geliyor.
Biz burada objektif bir gözle olayın içine bakarak tespitlerimizi kamuoyuyla paylaşmak istiyoruz.
Aslında Başbakan’ın söyledikleri tümüyle tarihi gerçekleri dile getirmektedir.
Konuşan hakikattir, masal değildir.
Aslında konuşana değil konuşturana bak, gerçeği Sayın Başbakan Türkiye’nin yakın tarihini bilen büyük bir birikime sahip kişidir.
Tüm incelikleriyle Osmanlı’nın son döneminden günümüze dek devletin bünyesinde olup biten tüm tarihi gerçekleri inceden inceye mütalaasından geçirmiş bir devlet adamıdır.
Bize göre Başbakan’ın bu tespitlerine katılmamak bir gaflettir, basiretsizliktir ve vurdumduymazlıktır.
Ülkesini, devletini, milletini seven herkes siyasal ve ideolojik görüşleri ne olursa olsun hepsini bir tarafa bırakıp artık tarihi gerçekleri bilmek için uğraşmak tarihi ve insani bir görevdir.
Milli bir inanç gerçeğidir.
Kendimizi aldatarak uyuşuk bir şekilde körü körüne yanlışlara kapılmak ve devekuşu gibi başını kuma sokup önünü görmeyenlerden olmamalıyız.
Kim hain, kim dost artık yavaş yavaş Türkiye bunları gün yüzüne çıkarmaktadır.
Zira Başbakan’ın da dediği gibi Türkiye değişiyor.
Büyük bir değişim atmosferine girmiştir.
Artık münafıkların ihanet şebekelerinin bu milletin önüne attıkları karanlık tabloya Türkiye paydos demelidir ve deme zamanı da gelmiştir.
Hep kendilerini sureti haktan göstererek milleti aldatmak için gerçek yüzlerini saklayıp bir yerlere gelebilmişlerdir.
Ve bu tarz şeytani planlarla devleti ve otoriteyi ele geçirmiş. Deyim yerindeyse "köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı" deme misali hep kendini böyle gösteren bu ihanet şebekelerinin portrelerini deşifre etme zamanı gelmiştir. Hatta geçmektedir..
Ki onu da Yüce Kur’an-ı Kerim açıkça ifade etmektedir.
Şöyle ki El Maide suresinin 33 ve 34. ayetleri..
Sizinle burada paylaşmak istiyorum ki bu ayetlerin yüce mealini ve nüzul sebebini öğrenince Türkiye’nin ne kadar aldatılmış ve kimler tarafından yanıltılmış gerçeğini daha net anlayabilirsiniz?
Kim haklı, kim haksız diye soru sormaya bile ihtiyaç kalmayacaktır.
Zira Kur’an gerçeği ortada.
Size sunmak istediğim bu her iki ayetin anlamı çok derin ve çok kapsamlıdır.
1440 yıllık İslam tarihine ışık tutabilecek bir Kur’an realitesidir.
İbret almak ve derin düşünmek lazım.
Bakınız Yüce Kur’anımız bize neleri bildiriyor ve bizi tarihin nice karanlıkta kalan gerçeklerine götürüyor.
Ayet 33.. Evet bu yüce ayet mealen şöyle buyuruyor:
"Allah’a ve Resulüne karşı savaşanların ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışanların, bozgunculuk yapanların cezası öldürülmelerinden veya asılmalarından yahut ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesinden ya da yerlerinden sürülmelerinden ibarettir.
Bu dünyada yaptıkları pisliklerden dolayı uğrayacakları rezilliktir ve önemli bir cezadır.
Ahirette ise onları büyük bir azap beklemektedir.
Ayet 34; "Ancak kendilerini yakalamamızdan önce tövbe edenler bu ceza ve azap dışındadırlar. Ve bil ki Allah bağışlayan ve merhamet edenlerdendir.
(El Maide, Ayet: 33, 34)
Evet, sevgili dostlar.
Bakınız bu yüce ayetin meali ve tarihi gerçek anlamı insanı çok derin düşünceye sürüklüyor.
Ayetin ve ayetlerin sebebi nüzulü (yani ne için indirilmiş olma) şeklini bilmeden günümüzdeki demokrat anlayışlar (!) yanlış bir saplantı yapabilirler.
Bu ayetlerin çağdaş insan temel hak ve özgürlüklerine ve dünya hukuk normlarına uygun değildir diye düşünenler de olabilir.
Oysaki ilmin ve devletlerin siyaset atmosferine girildiğinde ve kapsamlı düşünüldüğünde bir bakıyorsun ki ayet tüm gerçeğiyle toplumların yegâne kurtuluş çaresini ortaya koyuyor.
Bu ayetin uygulamaları ile kurtuluşun ancak mümkün olabileceği gerçeği ortaya çıkıyor.
Zira bu ayetlerin sebebi nüzulü Resulullah Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v) ile Bedevi iki kabileler arasında geçen bir hadiseden mütevellittir.
Yani aralarında bir sözleşme ve anlaşma gerçeğinin varlığıdır.
Ama nakdi ahit sözleşme ederek (sözleşmeleriyle ters düşerek) Hz. Muhammed (s.a.v)’i aklı sıra kandırarak büyük hıyanete girmişler.
Ve bu hıyanetin karşılığı hak ettiği bir ceza ile karşılaşmışlar ise de Allah-u Teala Hz. Muhammed’in vermiş olduğu o cezayı bile az bulmuş ve bu ayeti indirmiştir.
Olay şöyle:
Günün birinde Medine yakınlarında bulunan bu Bedevi iki arap kabilesinden bir araya gelerek çok kirli ve hain planlar hazırlamışlar.
Kendini sureti haktan gösterip Müslümanlık pozisyonuna girmişler ve Resulullah Efendimizin huzuruna girmişler, ziyaret etmişler ve Müslüman olduklarını ileri sürmüşler. Buna karşı Efendimiz (s.a.v) bunları mükâfatlandırmak üzere bir sürü deve onlara hediye etmiştir.
Ve o develeri çobanlarıyla beraber onlara teslim ederek köylerine göndermiştir.
Bunlar yolda o hediye edilmiş develerin çobanlarını acımasız bir biçimde, işkenceli bir şekilde kesmişler, öldürmüşlerdir.
Ve deve sürüsüne de el koymışlardır.
Bu hıyanet olayının haberi tabi Huzur-i nebeviye ulaşır ulaşmaz hemen peşlerine birkaç yürekli sahabe gönderiyor ve "onları yakalayın aynı misillemeyi yapın" diye emir buyuruyor.
İfade edildiği gibi aynı tarzda misilleme yapılıyor, o hainler yakalanıyor ve hak ettikleri cezaya çarptırılıyorlar.
Hem de misilleme cezası.
Olaydan sonra bu Ayet-i Kerime nazil oluyor ve Resulullah Efendimizi uyarırcasına şöyle buyuruyor:
"Allah’a ve Resulüne karşı savaşanların veya yeryüzünde toplumlar arasında fesat ve bozgunculuk çıkaranların, yani toplumları kötü mecralara sürükleyenlerin cezaları ya ölümdür, ya ağaca asmaktır veya da çaprazlama el ve ayaklarını kesmektir ya da o memleketten sürdürüp uzaklaştırmaktır.
Yani yaptıkları değişik eylemlerine göre bu dört şekil ceza verilir.
Bu da onlar için dünyada bir rezillik halidir ve utanç biçimidir.
Ahirette de en ağır azaba müstahak olur.
İllaki devlet güçlerinin yakalamadan evvel gelip tövbe ederlerse, pişmanlık ve nedamet hallerini beyan ederlerse o zaman bilmiş olunuz ki Allah hem Gafurdur affedicidir, hem de Rahimdir kişilere en acıyan bir kudret sahibidir.
Evet, olayların akışına göre ve olup bitenlere göre ayetin tüm inceikleri nasıl ki 1400 sene evvel ki yaşanmış bir olayı kapsıyorsa günümüze dek ve kıyamete kadar hep toplumlarda yaşana gelmiş veya gelmekte olan tüm olup bitenleri özellikle siyasal alanda olup bitenleri kapsamaktadır.
Hem sen kalk milletin karşısına kendini kurtarıcı, kahraman, Milli şef ilan et hem de tüm uygulamalarıyla milletle ters düş.
Milleti inancından, geleneklerinden, göreneklerinden tarihi camilerini zihniyet olarak birer ahır haline getir, medreselerini kapat, ezanlarını Türkçeleştir, tarihi bin yıllık gelenek ve göreneklerine kara şal çek ve ahlaken toplumsal yozlaşmayı millete uygulat. Bundan daha fesat çıkarma, bundan daha iğrenç bir aldatıcı hal olmaması gerek sevgili dostlar.
İşte milletimiz ülkemiz yıllar yılı bu hali yaşamıştır maalesef.
Tıpkı Arap çöllerindeki o bedevi kabilelerin Efendimiz (s.a.v)’i sözde kandırarak küfür ve hain hallerini gizleyerek nasıl ihanet etmişler ise ve hak ettikleri cezaya çarptırılmışlar ise bugünkü yeryüzünde özellikle Türkiye’mizde yapıla gelmiş siyasi bazı odakların da yaptıkları da onlardan uzak değildir.
En derin saygılarımla.