KUPKURU IRK TAASSUBU, FAŞİZANLIKTIR!

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü “CHP’li Birgül Hanım ne diyor?” başlıklı yazımızın ana çizgilerini ve gerçek mana değerini sizinle özetlerken, cumhuriyet dönemindeki CHP’nin bu millete neleri fatura ettiğinin portresini de çizerek tüm açıklığıyla siz değerli okurlara sunmak istiyorum.

Elbette ki söylediklerimiz yanlış, afakî, havadan cıvadan ibaret ifadeler değildir.

Tümüyle günü gününe tarihi gerçeklere dayandırmayı kendimize şiar edinmişizdir.

Onun için ne söylemişsek bugüne kadar hiçbir muhatabımız tarafından tekzip edilmemiştir.

Zira hep dayanaklıdır, bilimseldir ve tarihseldir.

***

Evet, CHP’nin kuruluşu itibariyle bünyesinde taşıdığı ruh ve anlayışın tümünü bilakis bir kat daha fazlasıyla ırkçılık taassubuna, faşizan şovenizme dayalı bir hareket olduğu tartışılmazdır.

Zira bunun geçmişi ittihat ve terakki cemiyetine dayanmaktadır.

O tarihteki oluşumdur!..

Nitekim Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren bu zihniyetin ana gaye ve hedefleri de yüce İslam dininin bu milletin sinesinden silinip, millette tarihinin, kültürünün, inancının, unutturulmasıdır.

Kupkuru Türkçülük taassubuna bağlı olup, Osmanlının 600 senelik bünyesinde barındırdığı 24 etnik unsurların varlığının inkârıdır.

***

Ki bilinen hakikat şudur ki;

Osmanlının böylesine uzun yaşaması hiçbir zaman din ve ırka dayalı yönetim anlayışı olmamıştır.

Osmanlının kullandığı dil, Kur’an diliyle Arapça kelimeler ve Farsça hikmetli sözlerdir.

Ancak diyebiliriz ki, 3’te birisi sadeleştirilmiş Türkçe olabilir.

Bu olayın temel amacı da toplumun her kesimine rahatlıkla yüce Kur’an-ı Kerim’in mensubu bulunduğu Arap dilinin öğretilmesidir.

Daha doğrusu Kur’an’ı öğrenmesidir.

Ve ondan fışkıran hadis ve tefsirlerin bilimidir.

Cihanşümul yüce bir devlet olarak Osmanlı, 624 yıl yeryüzüne hükümran olmuştur.

***

Bu minval üzerine devlet gerçek manada devletçiliğini yapmıştır, milletin hizmetine amade olmuştur.

Ama her alanda!

Kültüründen tut tarihine kadar, tarihinden tut coğrafyasına kadar, coğrafyasından tut bilimsel medresenin varlığına kadar.

Her ne kadar Kur’an Mekke’de inmiş ise de, Mısır’da okunmuş ise de, Türkiye’de yazılmış ve büyük halk kitlesi ile devletinin koruması altına alınmıştır.

Elbette ki böyle bir kaynaktan güç alan devlet; insanıyla bütünleşmeyi sağlamış, aynı inanç, aynı ruh, aynı karakter, aynı cesaret, aynı yüreklilikle hareket etmiştir.

Devletin bünyesini işgal eden faşist, ırkçı ve mezhepçilik taassubunu kendine amaçlayan şarapçı kafalardan devlet hep uzak durmuştur.

Bünyesine kumarbaz, eğlenceli, şarap şişeleri devirip, kadehleri tokuşturan, bürokratları sokmamıştır.

Devletin hiçbir kurum ve kuruluşunda bulundurmamıştır.

Hele hele gece hayatında kadın oynatmamış, kadının ırz ve namusunun korunması, devletin temel ilkeleri olarak kabul edilmiştir.

Beş vakit Ezan-ı Muhammedi orijinal ve mucizeli diliyle okutulmuş.

Efendimiz (s.a.v)’in sevgi ve muhabbetiyle yaşayan tüm kesimlerine Salât û selam okunmuş ve aynı ruh gittikçe pekiştirilmiştir.

Ta ki “gel zaman, git zaman” misali ittihat terakkinin masonik kafalarının, devletin bünyesinde piyon ajanların yer edinmesine kadar.

Daha sonra 1. Dünya savaşı, derakap mütareke anlaşmasıyla milli mücadelenin yapılması ve az da olsa cihanşümul bir devleti değil, yeni bir cumhuriyet kuruluşuyla küçük bir ülke parçası elimizde kalmıştır.

Zira Kuzey Afrika’dan tut, Musul, Kerkük’e kadar uzanan bir coğrafya elimizden kaçırılmış!..

Bununla yetinmeyerek cumhuriyeti kuranlar kısa bir süre sonra ne yazık ki CHP’nin faşizan ırk taassubuna dayalı bir anlayışla cumhuriyeti deyim yerindeyse manasından uzaklaştırdıkça uzaklaştırmıştır.

Ondan sonra Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da faşizan ırkçılık taassubuna dayalı değil, İslam’ın yüce değerlerini koruma altına almak için, yer yer ayaklanma söz konusu olmuştur ve meşru zeminde hakkını savunmuş ise de çok ağır darbeler bu milletin başına indirilmiştir.

* * *

Mesela dünkü Zaman Gazetesinin 1. sayfasında “SALÂT Û SELAM TÜRKÇE OKUMADI DİYE HAPİS YATTI” başlıklı haber bizim bu söylediklerimizin bire bin kanıtlayıcı delilidir.

Haberi şu şekilde özetleyerek sunmak istiyorum;

“Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 1932 yılında yayımladığı bir genelge ile yürürlüğe giren Türkçe ezan tam 18 yıl boyunca minarelerde yankılandı.

İlk Türkçe ezan 30 Ocak 1932 tarihinde yani 81 yıl önce Fatih Camii’nde Hafız Rıfat Bey tarafından okunmuş.

Ezandan hemen sonra Salât û Selam’ın da Türkçe okunması zorunlu tutulmuş.

Birçok kişi bu yüzden genelgede yer alan “Tanrı Uludur” yerine “Allah û Ekber” dediği için hapis ya da para cezasına çarptırıldı.

İzmir Kemeraltı Camii imamı Tireli Alioğlu Hafız Ahmet Efendi de bu mağdurlardan biridir.

Salât û Selam Arapça okuduğu için para ve hapis cezasına çarptırılan İmam Ahmet Efendi ile ilgili belgeye Başbakanlık Cumhuriyet arşivinden ulaşıldı”

Haber şöyle devam ediyor;

“Diyanet İşleri Başkanlığı Ezanın Türkçe okunması genelgesinden yaklaşık 1 yıl sonra Mart 1933’te Salât ile Selam ve tekbirlerin de Türkçeye çevrilmesi kararlaştırmış.

Türkçe hazırlanan üç farklı Salât û Selam müftülüklere gönderilmiş ve böylece ülke mutlak bir dil ırkçılığı, faşizanlığını CHP’nin mutlak istibdadına, zulmüne maruz bırakılmıştır.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

İşte bu zorlayıcı dayatma halleri milleti der demez devletine karşı ayaklanma cesaretini vermiştir.

Her ne kadar devlet, milletine karşı bu antidemokratik sınırsız zulmü gerçekleştirmişsede millet, az da olsa tavuk gibi güçsüz bir cesaret göstermek zorunda kalmıştır.

Zira kedi-köpeklerin tavuğun civcivlerine saldırıp, yemek isteyince tüm güçsüzlüğe rağmen tavuğun civcivlerini korumak için köpeğin suratına kendini fırlatmıştır.

***

Bediüzzaman Hazretlerinin bu hususta tespitleri şöyledir;

“Evet şefkatli tavuk cesareti hamiyetli keçi ittirarı şecaati (cesareti) gibi fıtri bir heyecan, demir güllede su gibi zulmün bürudetli (soğutuculuğu) husumeti kafiranesine (gavurun düşmanlığına) maruz kaldıkça her şeyi parçalar”

Yani tavuk, yavrularını koruma altına almak için zaman zaman kedi köpeğe hücum etmiştir.

Kurt tarafından saldırıya uğrayan keçi, korkudan olsa dahi boynuzuyla kurdun karnını delmiş, tarihi vakalardandır.

Demir içindeki suyun bürudeti (donuk hali) buzlaşınca demiri bile çatlatmış vakalarındandır.

O büyük Üstat şöyle devam ediyor;

“İzzet-i İslamiye’nin tabiatındaki alempesent cesaret ve şecaat uhuvvet-i İslamiye’nin (İslam kardeşliğinin) uyanışıyla her zaman mucizeleri gösterebilir” denilmektedir.

* * *

Bakınız, Ziya Paşa’nın şu güzel manalı şiirini sizinle paylaşmadan geçemiyorum.

“Bir gün elbette doğar şems-i hakikat

Hiç böyle müebbet mi kalır bu zulmet-i âlem”

En derin sevgi ve saygılarımla.

Hoşça kalın değerli okurlar.