KÜRTLER ve İSLAMİYET!

Evet, sevgili okurlar.

Dün gazeteniz Diyarbakır Söz de “Başımıza örülmüş çorap” başlıklı bir haber okuduk.

Haber şöyle;

“İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı (İLKAV) tarafından Ankara Kocatepe Kültür Merkezi’nde “Kürt Sorununa sistem içi çözüm arayışları ve İslami Çözüm Önerileri” konulu bir panel düzenlendi.

Panelde konuşmacılar arasında yer alan Özgür-Der Diyarbakır Şube Başkanı Serdar Bülent Yılmaz KCK operasyonları ile ilgili değerlendirmelerde bulundu,

Yılmaz şöyle diyor;

"Kendisi dışında hiçbir sivil, siyasi, sosyal yapıyı barındırmamak gibi bir hedef güdüyor."

Söz Gazetesinin manşetine taşıdığı bu haber elbette ki çok önemli bir haberdir.

Zira her zaman bu satırlarda anlatmaya ve değerlendirmeye çalıştığımız gibi Kürt Sorunu İslami bakımdan Türkiye genelindeki var olan sorunlar yumağı halindeki olayların yanında solda sıfır kalır.

Neden mi?

Tamamıyla kasıtlı, şovenist, vesayetçi, Ergenekon cuntaları tarafından yıllardan beri bu coğrafya üzerine ihdas ettikleri baskı, dayatmacı, kör bir ırkçılık taassubundan dolayı oluşa gelmiş vahim bir vakadır.

Aslında en büyük sorun ta iki yüz yıldan beri bu yöreye devletin apayrı bir bakış sorunudur.

— Yani yatırımsız, insanları çalıştırmaya yönelik herhangi bir gerçek kalıcı bir yatırımın yapılmaması.

— Halkın okumamışlığı ve gittikçe bin yıllık İslam kültüründen maksatlı olarak uzaklaştırılmasıyla fakirlik, cehalet ve büyük bir ihtilaf keşmekeşliğiyle karşı karşıya kalan bu coğrafya insanı elbette ki bu tür yapay sorunlara itilmiş durumda.

Siyaset politikasını bu yönde, gelen iktidarlar gideni aratmıştır.

Sağcı muhafazakâr geçinen iktidarların bölge milletvekillerinin halkın nabzını alarak, halkın seviyesine inip halkın dertleriyle dertlenmemesi yüzünden adeta halk başıboş bırakılmış ve kuzuyu kurda teslim edercesine kendi elleriyle, yanlış politikalarıyla Kürtleri yanlış ellere teslim etmiş durumların ciddiyeti söz konusu.

Nitekim evvelki gün akşamüstü saat 18.00 sularında AK Parti Diyarbakır Milletvekili Sayın Mine Lök Beyaz hanımefendinin Diyarbakır Söz Gazetesini ziyaret etmiş olması hatta muhterem eşi Necat Beyazla beraber tevazu göstererek oturup bayağı halk diliyle bu meseleleri dile getirmesi bizi cidden memnun etmiştir.

Sayın Mine Lök Beyaz hanımefendi bir kadın milletvekili olma hasebiyle ben şimdiye kadar böylesine yüce bir kişiliğe sahip ve mütevazılığine şahit oldum.

Bir saatlik bir sohbet sonunda anladım ki, Sayın vekilimiz gibi diğer vekiller de, yani AK Partinin dokuz yıllık bir iktidarı boyunca diğer vekillerde bu tür tevazu gösterip halkın seviyesine inmiş olsaydılar gerçekten A’dan Z’ye kadar sorunları dile getirmiş olsaydılar Diyarbakır bunca boşluk içerisinde yuvarlanıp sorunlarla karşılaşmazdı.

Zira Diyarbakır’ımızın genel stratejik görüntüye bakıldığında BDP belediyelerinin Diyarbakır içi için yatırım olarak elle tutulur, gözle görülür hiçbir şey yapmamış durumda.

Seyrantepe kavşağındaki viyadükten tut, Diyarbakır-Siverek Karayoluna bakıldığında son üç ay içerisinde yapılan yol genişletilmesi, akıllara durgunluk verir, bunu yapanlarla belediyenin gerçekten uzaktan yakından alakası olmayıp tümüyle Karayolları Bölge Müdürlüğü tarafından yapılmış ve Diyarbakır’a giriş olarak gösterilmiş harika bir yapıdır.

Keza merkeze bağlı köylere de keşke bir iktidar vekili bugüne kadar gidip baksaydılar, halkın taziyelerine inmiş olsaydılar, halkın nabzını tutmuş olsaydılar, hiç de bu durum olmayacaktı.

Ama heyhat tam tersine onlar değil, BDP’liler köylere gidip köylülerle mülakatları ve yanıltıcı politikalarıyla böyle sorun olmayan şeyleri sorun olarak gösterebilmişlerdir.

Bunları ben, Genel Yayın Koordinatörümüz Ömer Büyüktimur ile Sayın Vekilimiz üçlü bir görüş alışverişi neticesinde fikir birliğiyle böylece bu gerçeği tespit edebildik.

Bu da bir gerçektir ki, bu yörenin Osmanlı kültüründen kalan bir sloganı var, onu da burada ifade etmeden geçmek istemiyorum.

“Falanca hanımefendi kadın ise de karakter ve düşünce bakımından on değil yüz erkeğe bedeldir” diye kültürümüze mal olmuş bir deyim bu.

Aynı pozisyonu ben, vekilimiz Mine hanımda gördüm.

Eğri oturup doğru konuşmak gerekir.

Net olarak Ulu Camii, Vakıflar Bölge Müdürlüğü, Tarihi İçkale’deki yapılan yatırımların hala da bugüne kadar yetiştirilmemesi ve yılan hikâyesine dönüştürülmesi, özellikle Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün tarihi yanlış ve yasadışı uygulamalarını bir basın kuruluşu olarak dile getirirken vekilimizin hemen ertesi gün bu mekânları hem Milletvekili sıfatıyla hem de Mimar olma sıfatıyla birlikte bu mekanlara gitmesi, basına bilgi vermesi Diyarbakır halkını çok memnun etmiştir.

Demek istediğim, “Kürt Sorunu” diye yapay bir oluşum varsa da bunun yüzde sekseni yanlış politikalar ve politikacılar yüzünden büyütülmüş, devleştirilmiştir.

Aslında bu husustaki Üstat Bediüzzaman Hazretlerinin yaklaşık doksan beş yıl önce, o günün İstanbul medyasına vermiş olduğu tarihi takrizleri her şeyi ortaya koymaktadır.

O nedenle burada sizinle paylaşmadan geçmiyoruz.

Eski Osmanlı deyimiyle Molla Saidî Kürdî olarak taşıdığı unvanla İstanbul’a gitmiş ve oradaki varsa Kürt Sorunu o gün dile getirmiş, milyon defa o büyük üstadın bu tespitlerine katılmamak ya maksatlı bir politikayla Kürtleri başka mecralara çekmektir veya da budalalığın ve cehaletin dik alasıyla yürümektir.

Zira hiçbir zaman Kürtlerin yalnız dili değil dininden, medreselerinden, ezanından, Kuran’ından uzaklaştırılmış olması başlıca sorunların sorunudur.

Üstat bu tespite doğru görüşlerini şöyle açıklamıştır;

Tarih 17 Mart 1920, Sayı 461, Makale 17, Sebilür-Reşat gazetesine verdiği “KÜRTLER VE İSLAMİYET” başlıklı takriz aynen şöyledir;

                                                          

Bu hususta en ziyade söz söylemek salahiyetine haiz bulunan ve Kürtlerin salâbeti diniye (dinin ciddiyeti), necabeti örfiye (örf adet üstünlüğü) ve celadeti İslamiyesini (İslam’ın yüceliğini) bi hakkı teslim eden ve darul hikmet-ül İslami’ye azasından, Kürt eşraf ve mütehayyizanından bulunan fazıl meşhur Bediüzzaman Said-ül Kürdî Efendi Hz. Buyuruyorlar ki;

“Bogos nubar ile Şerif Paşa arasında akit edilen mukaveleye en müskit (susturucu) ve beliğ cevap (net cevap) şöyledir;

 Vilayatı şarkiyede (Doğu illerinde) Kürt aşiretinin reisleri tarafından çekilen telgraflardır.

Kürtler camiayı İslamiye’den ayrılmaya asla tahammül edemezler.

Bunun aksini iddia edenler mutlaka maksatlı ve kasıtlı bazı nedenlerle hareket eden ve Kürtlük namına söz söylemeye salahiyetler (yetkili) olmayan beş on kişiden ibarettir.

Kürtler İslamiyet, nam ve şerefini ila (yüceltmek) için beş yüz bin kişi feda etmişler ve makamı hilafete (Osmanlı hilafetine) karşı beslediği sadakatini izhar ettikleri (tercih) kan ile bir kat daha teyit eylemişlerdir.

Mahut mehteranın (tehlikenin) esbabı tanzimine gelince (bilinen tehlike sebeplerinin oluşmasına gelince) Ermeniler Vilayatı Şarkiyede akalli kalil (azınlığın azınlığı) derecesinde bulundukları için asla bir ekseriyet teminine ve ne de kemiyeten ve ne de keyfiyeten (nicelik-nitelik) olarak olsun.

Anadolu’da iddia ettikleri makam ve mevkide yer alamayacaklarını son zamanlarda anladılar ve anlamaya da devam ediyorlar.

Maksatlarına ulaşmak için Kürtler namına hareket ettiğini iddia eden Şerif Paşa’yı alet etmeyi müsaade ve muvafık buldular”

Bu suretle Kürt ve Ermeni davası ortada kalmayacak ve Doğu Anadolu’daki iftirakı (bölünmeyi) maksat tutarak eyleme çıkmış olacaktı ki böylece aldatıcı bir politikayla yanlış yola girilmiş.

Yaşanılanlar karşısında uyarıda bulunan o büyük ilim dehası Bediüzzaman Molla Saidî Kürdî bunları böylece o günün medyasına ifade etmesiyle beraber ama ne yazık ki cumhuriyetçiler cumhuriyeti kuran altı oklu rejim anlayışı Bediüzzaman’ı tam kırk yıl boyunca tarassut, gözaltı, sürgün, işkence, zehirleme gibi başına getirmedikleri iğrençlikler kalmamış, insanlık dışı, hukuk dışı uygulamalar yapmışlardır.

Demek ki bunda çok büyük bir kasıt vardır.

Altı oklu rejim anlayışıyla haçlı emperyalist anlayışları gizliden gizliye bir yere noktalanıyor.

Tıpkı bugünkü vesayet gibi…

Şeyh Sait Efendinin kıyamına katılmadığı halde bu tür görüşlerini beyan ettiğinden dolayı merhum Şeyh Sait Efendi başta olmak üzere bu yöredeki bilinen belirli etkin söz sahibi olan diğer ulema ve ileri gelenleri bir yandan idam zulmüne uğratırken Bediüzzaman’ı da sürüm sürüm batıdaki illere sürmüş tam kırk yıl boyunca işkence etmişler ve hep hıyanet yaftalarıyla töhmet altına almışlar.

Bize göre, bu iktidara düşen odur ki, "Beddiüzaman'ın tarihi projelerinin tatbikine geçilmesidir".

Yoksa,

İktidar partisi de, altı oklu parti gibi düşünürlerse.

Korkarım ki, sonuç evveliyattan daha badireli olsun.

Devamı yarın.

En derin saygılarımla.