KUTLU DOĞUM HAFTASI'NDAYIZ

Evet sevgili okurlar!

Yeryüzünün ve insanlık aleminin en değerli varlığı ve yegane kurtarıcısı Cenab-ı Allah’ın yeryüzüne gönderdiği tüm peygamberler "silsilesinin" son halkası durumunda olan Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.)’in Miladi tarih olarak bir Kutlu Doğum Haftası’nın ilk günündeyiz.

Miladi 571 yılında dünyaya gelmesiyle yeryüzü o gün itibariyle manevi bir değişim evresine girmiştir.

Belirtiler, alamet-i farikalar, irhasad denilen ilk alametler belirlenmiş ve yeryüzü yeni bir medeniyet yörüngesine girmeye başlamıştır.

Ve beşeriyeti küfrün, şirkin, putperestliğin, mezalimin, yağmacılığın, ateşperestliğin bataklık çukurundan kurtarılması için doğumunun kırkıncı yılında vahyi ilahi vasıtasıyla beşeriyete yeni bir çehre kazandırmıştır.

Bu münasebetle burada gerek SÖZ Gazetesi’nin tüm okurlarının ve gerekse tüm İslam Dünyası’nın bu mübarek gününü kutlar ve tebriklerimi sunmak istiyorum.

Ancak ne var ki bu tür kutlamalar, Kandil gecelerinde okunan Kur’an-ı Kerim ve Mevlid-i Şerifler, mevtaların ruhuna ithat edilen fatihalar elbette ki kaçınılmazdır ve ümmet için bir tesellidir, merhamettir, duadır, birlik ve bütünlüğümüzün bir simgesidir.

Ama üzülerek belirteyim ki, bu da hep böyle yüzeysel, deyim yerindeyse makyajlama ve laf edebiyatından ileriye gitmemektedir.

Ümmet olarak da, hep bu yüzeysel görüntüyle kendimizi avutuyoruz.

Zira Hz. Muhammed (S.A.V.)’in getirdiği Kur’an gerçeği ve  koymuş olduğu şeriat esaslarını ümmetin bireyinden tutun da, ailelerine kadar ve tüm toplumsal günlük hayat akışına kadar fiilen kendimizde yaşatmadığımız müddetçe bir yere varamayız.

İnanarak eylemimizi o vechede yönlendiremediğimiz müddetçe kupkuru edebiyatlarla yüzeysel kutlamalarla islam dünyası hiçbir zaman bir yere gidemez.

Nitekim bugüne kadar da gidememiştir.

Hali alem de ortada.

İlginçtir ki, gerek Türkiye olsun, gerek diğer islam ülkeleri olsun, islamın ruhunu yaşamayı hedeflemediği için gayrimüslimler nerdeyse o görevi bizler adına onlar yapmakta ve savunmaktadır.

Bakınız Hilary Clinton iki gün önce Türkiye’ye gelmesiyle bir medya kuruluşu tarafından "Haydi Gel Bizimle Ol" adlı programa konuk olarak katılırken, kadınlar tarafından kendisine yöneltilen sorular adeta Türkiye’yi, devletiyle ve  hükümetiyle şikayet etme pozisyonuna girmişlerdi.

Kadıncağız makul bir biçimde vakarını, ağırbaşlılığını muhafaza ederek, hükümet yerine, devlet yerine Türkiye’yi savunma pozisyonuna girmişti.

Dikkat çeken de, Bayan Clinton Türkiye’ye gelirken tek bir kıyafetle yetinmesiydi.

Makyajsız, boyasız ve bir kadının karakterine yakışır bir şekilde büyük bir ağırbaşlılıkla giyim kuşamı 'göz kamaştırıyordu'..

Ancak karşısındakiler; hiçte öyle değildiler.

Onu ağırlayan medya dinazorlarına gelince, onlar apayrı bir pozisyonda kendilerini gösteriyorlardı.

Ama inanıyorum ki emelleri kursaklarında kalmıştır.

Gereken kibarca derslerini almışlardır.

Bakınız Obama 77’nci gününde, yani 100 gününü tamamlamadan Türkiye’ye gelip buradan tüm islam dünyasına seslenmek istiyor.

Bu demektir ki, Türkiye'nin Ortadoğu lideri olduğunun bir alamet-ı farikasıdır.

İSLAM DÜNYASINA İLK ZİYARET

ABD Başkanı’nın 6 – 7 Nisan’da gerçekleştirilecek Medeniyetler İttifakı’na katılması bekleniyor.

Türkiye ziyareti Obama’nın yüz gün içinde bir müslüman ülkeye gitme, burada islam dünyasına mesaj verme sözünü de yerine getirmesi anlamına geliyor.

Anlaşılan o dur ki, gerçekten Türkiye kabuk değiştiriyor.

Devletin ciddiyetine yakışır yeni bir yapılandırmaya gidiliyor.

Artık Türkiye tüm kurum ve kuruluşlarıyla yeni bir operasyonla bağırsaklarını temizleyerek karanlık maceralardan yüzeysel yapay oluşumlardan kurtulma cihetine gitmektedir.

Henüz hükümetinin yüzüncü gününü tamamlamadan 77’nci günde Türkiye’ye gelecek olan dünya devleti durumunda olan Amerika’nın Devlet Başkanı ilk olarak Türkiye’ye geliyorsa, Türkiye için büyük bir şereftir, büyük bir tesellidir ve umut kaynağı olması gerek.

Yani tek kelimeyle Türkiye artık laikçilerin yanlış laikçilik anlayışından kurtulma bayramına girmek üzeredir…

Türkiye'yi sahte Atatürkçülerin, Atatürk istismarından kurtuluş günleri bekliyor demektir.

Artık yargı gibi ve TSK gibi devletin can damarı durumunda olan bu her iki kurumun bünyesini de demokratik, hukukun üstünlüğü ilkesine uygun olarak kişilikleri yüce seçkin insanlardan oluşturma şansını yakalamak istiyor…

Bakın sevgili okurlar!

Dünya artık değişiyor.. Türkiye de bu dünya değişimi içerisinde kendine yeni bir yer, yeni bir pozisyon oluşturmaktadır.

Yoksa büyük üstad Bediüzzaman hazretlerinin dediği gibi, "Eski Hal Mahal, Ya Yeni Hal Ya da İzmihlal!"

Yani eski halle devlet artık yönetilemez.

Ya yeni bir yapılandırma gerek vardır.  Veyahut da bu kirlenme içerisinde yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadır.

Bu her iki yol ayrımından başka çare yoktur..

Türkiye’nin geçmişine bakıldığında ve hala da yaşanmakta olan derin kirlenme artık kendi insanını bıktırmıştır.

Devletin birçok kurum ve kuruluşlarına güven sıfıra indirilmiştir…

Bakınız dünkü bazı internet sitelerinden çıkan bazı vatandaşların yorumlarını burada sizinle paylaşmak istiyorum.

Bir vatandaş şöyle yazmış:

"Devlet – Millet – Ordu İlişkisi

Dünyada her milletin bir DEVLETİ, her devletin de bir ORDUSU varken, Türk milletine ise ORDUNUN DEVLETİ layık görülmüş. Kuruluştan bu yana, ordunun her dediği ve istediği yapılmış. Yapılmadığı zaman, ORDU YÖNETİME EL KOYARAK, KİMİ ZAMAN fiilen, bazen de BALANS AYARI yaparak devleti YÖNETMİŞ veya YÖNLENDİRMİŞTİR. Buradan da devleti yönetmenin MİLLETİN TEMSİLCİLERİNE BIRAKILMAYACAK KADAR ÖNEMLİ OLDUĞU ORTAYA ÇIKMAKTADIR. Aksi olsaydı bu güne kadar yaşananları görmemiş olurduk. Bunca belgeden sonra, hala susulacak mı?"

Turgut Kurul isimli bir vatandaş da şöyle yazmış:

"Dünya üzerinde tek komünist ülke kaldı: O da, TSK’nın her türlü siyasetin içinde olduğu tek ülke olan Türkiye… Laf başı gelince de TSK’yı siyasete karıştırmayın derler. Uyanıklar, hiç bir zaman siyasetten elinizi çekmediniz ki siz. Darbe yaptığınızda siyaseti becerebildiniz mi bari… Milletimin yararına olan her şeyi bozdunuz. Milletinin vergileriyle alınan silahları gene kendi milletine çeviren bir ordu mensubu istemiyoruz biz!.."

İbrahim Ethem Hanoğlu haber7.com’da şöyle yazmış:

"Çoğu bilinen ancak takriben on yıl içinde deşifre olacak gerçeği benden duyun; toplumun düşmanı Kemalist-oligarşik zihniyettir. PKK’yı bu ittihatçı zihniyetin torunları kurdurmuştur; milliyetçiyim diyen herkesin yağcılık değil bilakis mesafeli ve septik yaklaşması gereken kurumlar demokrasinin ve hukukun katili olmuştur. Ayrıntılar akil gözlere ayan…"

Evet sevgili okurlar!

Bakın halk ne kadar dertli ve ne kadar hüzünlü, ne kadar kederlidir.. Artık devletin önemli kurumlarına dahi güvenilir bir kalple, sağlam bir gözle bakmamaktadır.

Zira bazı kamu kurum ve kuruluşlarının önemine binaen halkın bir dayanak noktası olma beklentisi içinde iken fakat heyhat bakıyorsun ki hiç de öyle değildir…

Halkın bütçesiyle beslenen, halkın vergileriyle oluşturulan o önemli kurumlar özellikle TSK ve yargı gibi harcadıkları sermaye ve imkanlarını halkına yönelik, yani ülke içine yönelik harcamaktadırlar.

Dönüp halkla barış içerisinde olması gerekirken, halkın normal istikrarlarına karşı istikrarsızlık getirerek yanlış yöntemlerle halkı karşısına almaktan kendilerini kurtaramıyorlar.

Buradan siz değerli okurlarımla şu hususu paylaşmak istiyorum.

Ve sizi de bu davaya şahit olmaya davet etmek istiyorum.

Önceki akşam Samanyolu televizyonu 18.30 ana haber bülteninde birinci haber olarak Çevik Bir’in 1998’de yargı üzerindeki baskı ve yönlendirme haberini vermişti.

1998’de 7. Kolordu Komutanlığı tarafından uydurulan, sözde PKK tarafından tanzim edilen bir sahte belgeyi meşrulaştırmakla adalet üzerine baskı kurmuştur.

Yani o günkü 4 Nolu DGM’nin Mahkeme Heyeti’ni o uyduruk skandal, ayıplı belgeyi meşrulaştırmak için muhataplarına ceza verdirmeye yönelik resmi yazı yazmıştı.

Belgenin sahte, uydurma, yaftadan ibaret olduğunu ortaya çıkaran mahkeme heyetini Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na şikayet ederek yerlerinden almış, her birisini bir yere tenzili rütbeyle atamasını sağlamıştır.

Biz burada yıllardan beri hep bu köşede dile getiriyoruz ve Genelkurmayımızdan soruyoruz.

Özellikle bugünkü Genelkurmay Başkanı olan Orgeneral sayın İlker Başbuğ’a soruyor ve diyoruz ki;

Sayın Paşam, lütfen buna bir cevap veriniz.

Şerefli Türk Silahlı Kuvvetleri’nin pak ve temiz alnından bu pis, kara lekeyi ne zaman sildireceksiniz ve TSK mensubudur diye birilerinin pisliklerini ve ayıplarını ne zamana kadar örtbas edeceksiniz.

Bu karalama yaftasının uydurulmasına gidenler esefle belirteyim ki 1998’deki 28 Şubat postmodernci andıç Batı Çalışma Grubu tarafından yapılmıştır.

Lütfen artık Türk kamuoyuna mal olan bu gerçeğe Türk Silahlı Kuvvetleri olarak cevap vermek zorundasınız.

Bu kirli oluşuma karşı ne gibi tedbir aldınız ve kimler hakkında nasıl bir işleme tabi tuttunuz veyahut tutmadınız.

Bunu kamuoyuna açıklamanızı bekliyoruz.

En derin saygılarımla…