LAİK TÜRKİYE’DE NELER OLMUYOR Kİ ?!!

Evet, sevgili okurlar.
Bilindiği üzere son günlerde Türkiye’de bir şeyler yapılmak isteniyor; ama bir türlü gerçekleşmiyor.
Yani; rotasını bilmeyen yolcu misali.
Yolcu kısa mesafeli bir yola gitme düşüncesinde iken bir bakıyor ki gittiği yol bir türlü bitmiyor.
Gittikçe mesafe uzuyor ve yolun sonu bir türlü gelmiyor.
Yorgun yorgun artık bir oturup bir kalkıyor.
Bir süre sonra bıkkınlık geliyor, geri dönse bir türlü yola devam ederse bir türlü.
Anlayacağınız!
Rotasız bir gemi misali rüzgar nereye eserse oraya doğru yol alıyor.
Tıpkı 'kendilerine' kanaat önderi deyip 'toplumun' önüne rotasız çıkanlar gibi.
İşte son zamanlarda görüyoruz. Mantar gibi 'türemekte'!
Laik Türkiye’mizde olup bitenlerin başını çeken bu türemelerin 'icraatları'.
Özellikle Güneydoğu illerini kapsayan ilimiz!
Ne hikmetse Diyarbakır’a gelen Devlet adamlarının ilk icraatı 'onlarla' hasb-i hale girmesi.
Her platformda kanaat önderlerini çağırıyorlar.
Öyle de çoğalmışlar ki haddi hesabı yok.
Bir kaç yakınını 'etrafına' toplayan allame kesiliyor!
Ve kanaat önderi diye kanaatini ortaya döküyor; ama bir türlü de bir yere vardıkları yok.
Garip olan da; bölgemizin akil adamları her nedense devletle-milleti bir araya getiremiyorlar ve barıştıramıyorlar.
İçişleri Bakanı geliyor, çevre illerin Valilerini, Emniyet Müdürlerini bir araya getirip terörü nasıl bitireceğiz diyor?
Ve ardından ilimizin kanaat önderleriyle 'biraraya' geliyorlar?
Engin düşüncelerinden faydalanmak için(!).
Bir yandan da İl Valimiz, Büyükşehir Belediye Başkanı ile dostane bir hava içerisinde barış adına bilardo oynuyorlar, o da tabii iyi bir gelişmedir.
Diyanet İşleri Başkanımız geliyor.
Üç gün Diyarbakır’da kalıyor.
Büyük arayış içinde barışı sağlamak için başta din adamları, Camii imamları müezzinleri, bölgenin deneyimli medrese âlimlerini (!) toplayıveriyor.
Bilgi notu olarak her şeyi kayıttan geçiriyor.
Ama bir türlü bu yolun sonu gelmiyor.
Yani barış sağlanamıyor.
Bu olayla ilgili dünkü Zaman gazetesinde yer alan haberin başlığı şöyle;
"Doğu’daki kanaat önderlerinden Diyanet’e çarpıcı öneriler"
Bu haber 3 başlık altında yer almış.
1- Din hizmetlerinin zayıflatılması bölgeyi bu hale getirdi. Kardeşliği pekiştirecek projeler geliştirilmeli.
2- İmamlar vatandaşın derdini anlamıyor. Halkın itibar ettiği Kürtçe bilen müderrislerin önü açılmalı.
3- Ülkeyi karıştırmak isteyen şer odaklarına fırsat verilmemeli. Bazı planlar cahiliye döneminde bile yapılmadı."

Evet!. El hak. Gerçekten her 3 başlık da güzel bir şey ama kapalı ve muğlâk ifadeler her tarafa çekilebilir kanaatler.
Bir de hatırlarsınız ki, bundan iki ay önce İçişleri Bakanı Sayın Beşir Atalay da Diyarbakır’a gelmişlerdi.
AK Parti il binasında yaptığı toplantıda yöremizin her kesimden tanınmış kanaat önderlerini bir araya getirmiş, demokratik açılım hakkında fikirlerini sormuş bu paralelde terörü nasıl bitireceğiz diye bilgilerine başvurmuştu.
Tabii ki her şeyi bilen bu tür kanaat önderleri o kadar çoğalmış ki, nereye gidersen hemen hemen her yerde kanaat önderleriyle karşılaşırsın.
Öyle bir olmuş ki Diyarbakır’ımız kanaat önderleri enflasyonuyla karşı karşıya kalmıştır.
Zira ne söylediklerinin farkında olmayan, dolambaçlı, kapalı cümlelerle kanaatlerini ortaya koyan öylesine allameler çok ki (!) evlere şenlik bir şey diyemiyorsun.
Ama her nedense gittikleri yol bir türlü bitmiyor.
İnanın ki bu hususta İlahiyatçı Zekeriya Beyaz dahi, konuşurken yüreklilik göstererek yanlış ve gerçek dışı konuştuğu halde zaman zaman şeffaflığını ortaya koyarak, ben buyum diyor.
Ama bizim bu yöredeki bazı kanaat önderleri allame kesilen, her şeyi bilen fikir babaları bir türlü yüreklilik göstererek şeffaflığını ortaya koyamıyorlar.
Onun için bu yol bir türlü bitmiyor.
Dün Haber Türk’ten Balçiçek Pamir’in "Söz Sende" programını izlerken baktım, Pamir hanım Zekeriya Beyaz hocayı karşısına almış soru yağmuruna tutuyor.
O da açıkça söylüyor.
Türkiye’nin kurtuluşu ulusal devlet mefhumu ile gerçekleşebilir.
Ulusalcılık olmazsa hiçbir zaman devlet bir yere varamaz.
Bu ulusalcı Beyaz hoca tabii ki Ergenekon’u savunur bir yaklaşımla olaylara bakıyor.
Onun için ulusalcılık mezhebi ile yola çıkıyor.
Balçiçek Pamir soruyor, hocam AİHM’in Türkiye’de İslam’ın çıkarılması için karar verdi. Artık nüfus cüzdanlarına İslam kelimesi yazılmıyor. Yani din hanesi kaldırıldı.
Zekeriya Beyaz hoca fikrini açık ve net şekilde ortaya koyarak böyle bir şey olamaz diyor.
"Çekilecek gibi değil.
Zira bu zamanda evrensel bir dünyada artık din kelimesiyle oynanıyor.
Rasgele herkes dine dil uzatıyor.
Bu olamaz, din Allah tarafından insanlara gönderilmiş bir inançtır.
Allah’ı ve Peygamberi tanıma inancıdır.
İnanç özgürlüğüne ipotek konulamaz.
Bu antidemokratik bir olaydır hukuk dışılıktır." diye fikrini açık ve net olarak ortaya koyuyor.
Ama her nedense bizim din adamlarımız veya kanaat önderlerimiz, iş adamlarımız bir türlü kilitlenen dillerinin çözülmesine bir çare bulamıyorlar.
Gerçekleri söylemek isterken de bir türlü meram ve muradını, maksatlarını açığa koyamıyorlar.
Hep kapalı zigzaglı ifadelerle kanaat önderleri olarak ortaya çıkıveriyorlar.
Böylece de bir yere varılamıyor.
Oysaki hiç de öyle değil.
Hani kültürümüze mal olmuş bir atasözü var.
Deniliyor ki: Atı alan Üsküdarı geçti.
Mesele böyle.
Elalem nelerle uğraşıyor.
Bizim görünen kanaat önderlerimiz hala nerede olduğunun ve ne yaptıklarının farkında değiller.
Aslında söylemesi gereken ve tarihimize yansıyan ana realite şudur.
Her şeyden evvel Türkiye devleti, milleti ile tüm kamu kurum ve kuruluşları ile hiç zaman kaybetmeden yüce İslam dini ile barışmalıdır.
Bu devlet İslam ile barışmadığı müddetçe hiçbir zaman milletiyle dost olamaz.
Hiçbir zaman ülke bütünlüğünü muhafaza edemez, toplumun birlikteliğini koruyamaz.
Zira çağımızın büyük İslam düşünürü Allame-i Cihan üstat Bediüz-zaman Hazretleri Lemaat isimli eserinde şöyle diyor:
"Din ile hayat kabili tefrik olduğunu zannedenler yani din milletten, toplumdan koparılıp uzaklaştırıldığında millet bir yere gelir diye düşünenler ülkenin en tehlikeli unsurlarıdır. Din hiçbir zaman milletten ayrılır bir parça değildir. Net ve açıkça söylenmesi gereken şudur ki: Din hayatı hayatın hem ruhu, hem de bekasıdır. İhyayi din ile olur şu milletin bekası."
Üstat Osmanlı döneminde şöyle demiş:
"Şu Jön Türk hatasını bilmelidir ki, bizdeki din hayatın esasıdır. İnsanlık tarihi boyunca hiçbir toplum dinsiz yaşayamamıştır ve yaşayamaz da. Din özellikle yüce İslam dini ülkemizin bölünmez bütünlüğü için milletimizin birlikteliği için temel faktördür. Ayrılmaz bir parçasıdır. Hangi dille anlatılırsa anlatılsın mühim olan kabiliyet dilde değil anlatanlarındır."
Yıllardan beri bu ülke insanını birbiriyle karşı karşıya getiren dışa bağımlı bozguncu fesat unsurları unutulmamalıdır ki değişik versiyonlarla devletin birçok kurum ve kuruluşlarını ele geçirmişler. Ülkeyi bölmek için, insanlar arasında düşmanlık fitnesini yaratmak için envai türlü entrikaları sermişlerdir.
Değişik renklerle sahneye çıkmış ve rol oynamışlar, ama biz fark etmemişiz veya fark etmişsek de başını kuma gömmüş deve kuşu gibi kendi kendimizi aldatmışız.
Bakınız, sevgili okurlar.
Sizin dikkatinizi dünkü Haber Türk’ün başyazarı Murat Bardakçı’nın köşe yazısına çekiyorum.
Sayın Bardakçı, "Tarihin arka odası" başlıklı yazısı çok önemlidir, önemli olduğu kadar çok ibretlidir ve çok dehşettir.
Yazının ana başlığı şöyledir:
"YALAKALIK EDEBİYATIMIZIN DANİSKASI BEHÇET KEMAL’İN ATATÜRK MEVLÜDÜDÜR"
Eski AK Parti Aydın İl Başkanı İsmail Hakkı eserin Başbakan Tayyip Erdoğan hakkında bizim için "İkinci bir Peygamber gibidir." demesi ve daha sonra istifa etmek zorunda kalması bana Cumhuriyet dönemi Türk Edebiyatı’nın bu şekilde aşırı övmelerle dolu diğer örneklerini başını çekenin de Behçet Kemal Çağlar’ın Atatürk için yazdığı yeni mevlüdü hatırlattı.
Şair Süleyman Çelebi’nin ümmetçe okunan Mevlüdü Şerifini Atatürk’e uyarlamıştır.
Mesela şöyle diyor:
Ol Zübeyde Mustafa’nın Annesi, Ol Sedeften doğdu ol dürdanesi.
Behçet Kemal Çağlar Atatürk hakkında yazdığı şiirlerle kendini tanıttı ve meşhur etti.
10. Yıl Marşını da Faruk Nafiz Çamlıbel ile beraber yazan Behçet Kemal Çağlar aşağıda Mevlüdünün bazı bölümlerini yayınlıyorum. Soldaki sütunda Süleyman Çelebiye ait olan asıl mevlidin beyitleri o beyitlerin hemen karşısında da Behçet Kemal Çağlar’ın Süleyman Çelebi’nin verdiği ilhamla yazdıkları yer alıyor. İşin tuhaf tarafı Behçet Kemal’in İsmet Paşa’yı da unutmamış olması ve bu yeni mevlüdün de Atatürk’ün doğum tarihi 1880 olarak yazması.
Devamı yarın.