LAİKÇİ KEMALİSTLER ve KURTULUŞ SAVAŞI?!!

Evet, sevgili okurlar.

Malumunuz üzre Türk siyaseti her gün biraz daha gerçek kimliğini gün yüzüne çıkarmaktadır.

Bizim de zaman zaman bu köşede önemle üzerinde durduğumuz ana strateji, "kimliklerin" gizli tutulmasıdır.

Bu da ister Türk siyasetinde olsun, bürokrasisinde olsun, medyasında olsun, her nerede olursa olsun meçhul kimlikler tarih boyunca bu ülkenin başını derde sokmuşlardır.

Yarar yerine hep zarar vermişlerdir.

İnanın yakın tarihimiz 1909’lu yıllardan günümüze dek ittihatçılar hep meçhul kimliklerini ve gerçek yüzlerini maskeleyerek devletin bünyesine sızmışlardır.

Nitekim;

Kocaman bir dünya devleti olan Osmanlı'yı, "bu zinetli' kimlikler yıktı.

Devletin bünyesine sızmışlar.

Makam ve mevki icra ederek, "yıkımı" gerçekleştirmişler.

Ve tarihi İslam kimliğine sahip olan Osmanlı'yı tarihe gömebilmişler.

Tek hedefleri; hep İslam hilafeti olmuştur..

İşte bu meçhul kimlikler, ne kadar dönmeler, ne kadar devşirmeler, ne kadar haçlı anlayışın gölgesinde kendini saklamış komiteciler ve Siyonistler varsa ittifak ederek, birlikte Osmanlıyı yıkmak için hareket etmişlerdir.

Ki bunu; birinci Dünya harbinde, başardılar.

İttifakla, Osmanlıyı harbe soktular.

Siyonist bir devletin Filistin’de kurulabilmesi için Sultan Abdulhamit’i de tahttan indirdiler.

Yine Filistin’de kurulması gereken Yahudi devletinin güçlendirilmesi için 1914’ün ardından gelen 1915’te Türkiye’de Türk hudutları içerisinde bulunan ermeni vatandaşlar, bir Ermenistan devletinin kurulması için gizliden gizliye başkaldırıp Türklerle ve Kürtlerle ilanı harp ettiler. 

Ermeni komitecilerin başını çeken Bogos Nubar Paşa’nın komiteciliği gölgesinde bu işler gerçekleştirildi.

Tabii ki bu süreç içerisinde İngilizler İstanbul’u istila ettiler ve İstanbul’a oturdular.

1918’de Sevr antlaşması adı altında Türkiye’nin ipini çektiler.

Ondan sonra milli mücadele ruhunu taşıyan, inanan bir Türkiye kurtuluş çaresini ayaklanmalarda buldu.

Ülkenin her tarafında hain müstevlilere karşı milli mücadele savaşına girdiler de ne oldu?

Evet, mücadele şeklen çok güzel oldu; ama kazanılan o büyük mücadele neticesinde 1923’te cumhuriyet kuruldu.

Cumhuriyetin kuruluşundan sonra her nedense İsmet Paşa Lozan’a giderek İngiliz temsilcisi olan Lord Gürzon’la gizliden gizliye beklenmedik bir şekilde "bir dizi anlaşmaya" imza attı.

Tüm bu milli mücadele esnasında gösterilen çaba ve kazanılan savaş elbette ki tek bir kişiye münhasır değil, olsa dahi bunu geçici bir varsayımla düşünsek dahi olağan harp ve mücadele ilkelerine aykırı düşer.

Verilen mücadele ve kazanılan savaş tüm Türkiye insanlarının birlikteliği sayesinde olmuştur, bir iki kişinin değil.

Ama sonuçta gerçekten bundan sonra Türkiye’nin yüzü gülmemiştir.

Devrimler ve ilkeler adı altında 1924’te Halk Fırkası adıyla  kurulan Cumhuriyet Halk Partisi ülkenin tüm mekanizmasını eline almış ve söz sahibi olmuştur.

Taa 1950’lere kadar!

Ülkeyi kavgadan, kandan, gözyaşlarından kurtarmamıştır.

Bilakis; "kana" boğdurmuştur.

Ülkenin büyük ulema kesimlerinin bir bölümünü idam sehpasına çekmişlerdir.

Bir bölümünü de hapis ve zindanlarda acımasızca süründürmüşlerdir.

Kimi ölmüş  kimi de öldürülmüştür.

Bazıları da, sürgün edilmişlerdir.

Bunlar tarihi birer gerçeklerdir, hiç kimse inkâr edemez!

* * *

Bir önceki gün BDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan meclis kürsüsünde haykırarak;

“Kemalist diktatörlüğün bir huyu var; öldürüyor, asıyor, işkence kuruyor ve ondan sonra da ‘İngiliz ajanı’ diyor”

dedi!

Evet, el hak!

Sayın Altan Tan’ı buradan tebrik etmemek elde değil.

Gerçekten Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında demokrasinin gerçek yüzünü temsilen tarihi bir konuşma yapmıştır.

Zaten halk da çoğulcu parlamenterler sistemine dayalı Büyük Millet Meclisinde bulunan milletvekillerinin hep gerçek kimliğini gösterip objektif konuşmalar yapılması beklentisindedir.

Tan "Kemalist diktatörlükten" söz etti, ne hikmet se, CHP ve MHP'liler bunu Kurtuluş Savaşın'a hakaret saydılar.

Sormak lazım kendilerine;

"Kemalist Diktatörlük ile Kurtuluş Savaşı'nın birbiriyle bağlantısı ne?"

Kurtuluş Savaşının mücadelesini bu halk vermliştir.

Kanıyla, canıyla, malıyla, inancıyla mücadele verilerek savaşı kazanmıştır.

Ama;

Kemalist Diktatörlük bu zaferden sonra, vücuda gelmiştir.

Ki zaferden üç dört sene sonra CHP devlet üzerine hegemonyasını kurarak, devlet şeklini biçimlendirerek, Halk Fırkası Partisini kurarak, ortaya çıkmıştır.

Altı oklu bir amblemle devleti eline geçirmiş ve Kemalizm adıyla İngilizlerden almış olduğu icazetle yola çıkmışlar ve buna karşı koyanları da fişlemişler.

Ülkenin en saygın güvenilir din ulemalarını ve birçok tarikat şeyhini İngiliz ajanlığıyla fişlemişler ve darağacına götürmüşler ki Kemalizm’in gerçek yüzünü burda ortaya koymuşlardır.

Bunu Büyük Millet Meclisi çatısı altında büyük yüreklilik göstererek dile getiren Altan Tan, bize göre yanlış değil doğruyu söylemiştir.

Ne hazindir ki, milleti kandırarak oylarını alan sözüm ona muhafazakâr milliyetçi geçinen MHP’li Oktay Vural, CHP’nin Kemalist CHP’cilerinden daha anlamsız ve talihsiz bir konuşma yapmıştır.

Gerçek demokrasiye ve hukukun üstünlüğüne inanan Büyük Millet Meclisi; ister iktidar olsun, ister muhalefet olsun Sayın Tan’ı alkışlamaları gerekiyordu.

Altan Tan, gerçekten yanlış bir şey söylememiştir.

Tan’ın ağzından çıkanı kulağının duyduğu aydın bir kişidir.

Yani neyi söylediğinin farkındadır.

BDP’li Altan Tan’ın İskilipli Atıf Hocaya yaptığı övgü CHP ve MHP’yi her ne kadar çıldırttıysa da ve Sayın Tan’ın kürsüsüne yürüdüler ise de Tan sözünü geri almadı; çünkü onun inancı ve yürekliliği ona izin vermiyor.

Vermez de!

Tan’ın bu tür konuşması şahsen bana “Haksızlığa karşı susan dilsiz şeytandır” Hadis-i Şerif’ini hatırlattı.

Demek Tan haksızlığa dayanmadığı için konuşmayı susmaya yeğledi.

Gerçekten tarihi İskilipli Atıf Hoca müstevli haçlı zihniyete karşı halkı uyarmak için 1922’de yani Şapka Kanunu’ndan iki sene önce şapka hakkında bir risale yazmıştı.

Şapkanın Müslüman kisvesi olmadığını; ancak haçlıların bir sembolü olduğunu risalesinde yazmıştı.

Kanundan evvel yazılan bir yazı kesinlikle suç mahiyetine girmez.

Zira, üsülen çıkan kanunlar,  hiçbir zaman "makebillini" yani ondan öncekilerini kapsamıyor. Olsa olsa; bundan sonrasındaki olayları kapsar.

Hukuki gerçek bu..

Bu “Şapka Risalesi”ne karşı çıkarılan şapka kanunu bu yasaklamayı kapsamadığı halde CHP’nin Kemalist diktatörlüğü bunu hazmedememiş ve İskilipli Atıf Hoca’yı darağacına götürmüştür.

Dün de yazımda belirtmiştim;

İskilipli Atıf Hoca’nın Tahir’ül Mevlevi’nin ve daha nice islam büyüklerinin yeniden “İade-i İtibar”a tabi tutulması gereken varsa en makul olan da budur ki tez elden itibarlarının iade edilmesi gerekir.

Keza muhterem hanımefendi Merve Kavakçı’nın da Türkiye’ye gelip yeniden Türk vatandaşlığına girmesiyle onun da itibarını iade etmek gerekiyor.

Gerçek bir hukuk usullerinden yana düşünülüyorsa Meclisin bunu hemen uygulamaya sokması lazım.

Evet, Sayın Tan şöyle diyor:

“Kemalist diktatörlüğünün bir huyu var; öldürüyor, asıyor, işkence kuruyor ve ondan sonra da ‘İngiliz ajanı’ diyor”

Bu ifadesi karşı da; CHP'liler “İngilizler bir kurşun atmadan İstanbul’dan çıktılar ve Ankara hükümetine İstanbul’u teslim ettiler” diyor.

Doğrusu bunu ifade eden CHP’liler bize göre tarihten bihaberdirler.

Ama Kemalizm’in vazgeçilmez huylarından birisi de tıpkı bugünkü Ergenekoncu generallerin ve bazı JİTEM’ci subaylarının yıllar yılı bu memlekette özellikle Güneydoğu Anadolu’da hep böyle iftiralarla, yalanlarla dopdolu fişlemeleri tanzim etmeleridir.

Ve onlara meşruiyet kazandırmaya çalışmışlar ve o yalan dolan tezviratlı fişlemeler sayesinde geçici de olsa biraz hedeflerine ulaşmışlar ise de ama eninde sonunda bugünkü badirelere maruz kalmışlar ve ibreti alem olmuşlar, olmaya da devam edecekler.

Allah encamımızı hayreylesin.

Tekrar ediyorum, Sevgili Altan Tan’ı gösterdiği yürekliliğinden dolayı kutluyorum ve selamlıyorum.

Fikrimiz, zikrimiz ayrı olsa bile..

Burada şunu ifade etmek istiyorum;

Onu desteklemeyen her kim olursa olsun kendini gaflet uykusundan kurtaramamış zavallılardır!

En derin saygılarımla.

Hayırlı Cumalar.