LAİKÇİ PUTPEREST ANLAYIŞ VE TÜRKİYE!

Evet, değerli okurlar.
Son zamanlarda devletin temel kurumlarından biri olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bünyesinde vuku bulan önemli bazı olumsuzluklar gerçekten insanı hayretlere düşürüyor.
Bu ülkenin yegâne teminatı durumunda olan TSK’nın bünyesinde böylesine acımasız şaibelerin vuku bulması; Türkiye’nin çok büyük badirelerle karşı karşıya geldiğinin bir tehlike çanıdır.
Zaten bu tehlike bugüne özgü değil..
Yüz yıla yakın hep kendini cumhuriyetin, laikliğin, demokrasinin ve tüm ülke bütünlüğünün yegane kurucusu ve teminatı olarak kamüfle etmiştir.
Türk Silahlı Kuvvetleri..
Ki peygamber ocağı olarak anılıyor.
Ülkenin ve milletin de "göz bebeği" durumunda olan bu kurum nasıl oluyor da böylesine bazı hıyanet ve ihanet oluşumlar bünyesinde zuhur ediyor.
Gerçekten düşündürücüdür ve korkutucudur.
Aynı zamanda Anadolu insanını özellikle yıllardan beri şehit veren nice ailelerin umitlerini hep suya düşürmüş durumda.
Demezler mi yahu "biz çocuklarımızı kimlere ve niçin teslim ediyoruz?"
Ülke bütünlüğünü korumaya çalışan bir kurumun bünyesinde tümörlerin varlığı bu devleti nereye götürüyor düşüncesine kapılmamak elde değil..
Sevgili okurlar!
İnanın bu tür oluşumlar insanı birinci dünya savaşında Allah’u Ekber dağlarında doksan bin Mehmetçiğin göz göre göre kar altında bırakıp açlıktan ve soğuktan donarak ölen askerlerin ölümüne neden olan anlayışın uzantısı mı, düşüncesine götürmüyor değil.
Acaba hala bu düşüncenin uzantısı TSK’nın bünyesinde devam mı ediyor?..
Hani diyorlar ya;
"Şüyuu vukuundan beter.."
Der demez bu olumsuzluklar insanı böylesi düşüncelere sürüklemeye zorluyor..
Elde olmasa bile!
Dünkü Star Gazetesi’nin deneyimli yazarlarından Şamil Tayyar’ın köşesine göz gezdirdim..
Sayın Tayyar’ın bazı tespitlerine dayanarak, yola çıkarak bu yazıyı yazıyoruz.
Bakınız, Şamil Tayyar "Devlette neler oluyor" başlığı altında neleri yazıyor?
Sizinle paylaşalım. Şamil bey diyor ki;
"Bir süredir tuhaf işler oluyor, nasıl görmek veya okumak gerekir.
Gerçekten çok zorlanıyorum, samimi olmak gerekirse midem bulanıyor artık.
Çukurca’daki mayın faciasından sonra sorumlu bulunan Hakkari Tugay komutanı Tuğgeneral Zeki Es tutuklandı.
İddialara ve redlere bakıldığında böyle bir kararın verilmesi hiç sürpriz olmadı.
Garip olan iddiaları örtbas etmekle sorumlu tutulan Hakkari Tugay Komutanı Tümgeneral Gürbüz Kaya’nın Askeri yüksek idare mahkemesinde açtığı yürütmeyi durdurma davasını kazanmasıdır.
Karara göre ay sonuna kadar Korgeneral yapılması gerekiyor.
Biri Mamak cezaevine diğeri Korgeneral rütbesiyle karargâha…
Cumhuriyet tarihinin en önemli darbe davalarından balyozda, tutuklu sanık kalmadı.
İfadeye çağırılan paşalar ordu evlerinde saklandı.
Savcı talimatlarına uyulmadı.
Hiç kimsenin de gıkı çıkmadı.
Silivri’de ise Ergenekon sanıkları gün sayıyor"
Evet, sevgili okurlar.
Bu hâl Türkiye için gerçekten ateşten bir gömlektir.
Türkiye bu gömleği nasıl giyebilir ki?
Zira vicdanlar sızlıyor, izanlar titriyor, hür düşünce kabuğundan fışkırıp patlamak üzere..
Bu millet böyle bu günleri de mi görecekti diye düşünmemek elde değil.
Çukurca’da altı askerin şehit düşmesine sebep olan mayınları döşemekle suçlanan Tuğgeneral Zeki Es’in tutuklanması yukarıda belirttiğim gibi birçok şehit ailesinin adalete olan güvenini artırdı.
Gediktepe, Hantepe gibi baskınlarda evlatlarını kaybeden ailelerde sorumluların cezasız kalmayacaklarına dair umutlandıklarını belirttiler.
İnanın, sevgili dostlar.
İnsanı düşündüren gerçek şudur ki, nasıl olur da laikçi ataist ve ateist bir anlayış hala da devletin kilit noktalarında cirit atıyor.
Çağdaş evrensel hukuk literatürüne göre bu tür insanların devlet bünyesinde herhangi bir tasarruf yapma eyleminde bulunması kabul edilemez.
Zira bilindiği üzre, İslam hukukuna göre devletin adalet ve koruma emanetini sefih anlayışların değil gerçek manada kuvvetli bir iradeye sahip, güvenilir bir aklı selime sahip kişilere teslim edilir.
Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’in Nisa suresinin 50. ayetinde şöyle bir vurgu yapılıyor.
Mal ve mülkünüzü sefih ve iradesiz insanlara teslim etmeyin.
Tefsir dünyasının en belirgin alimlerinden olan İbn-i Kesir, bu ayeti tefsir ederken şöyle diyor;
"Bir insan kendi malını, varlığını, teminat altına alabilecek bir iradeye sahip değilse, yargı hemen o insanı kendi mal ve servetinin tasarrufatından el çektirir.
Ve tasarruf hakkı vermez.
Zira, artık güvenilir birisi olmaktan çıkar, başı boş yaratık durumuna girer.
Bunun için İslam hukukunun derin ve incelikleri araştırıp bakıldığın da akli dengeleri sağlam olmadığı için kendi kendini bile yönetme hürriyetine sahip değiller.
Nerde kaldı ki, devletin en önemli ve en güvenilir bir kurumunun kilit noktasına bu tur insanların getirilmesi..
Eğer tağuti laikçi putperestlik bir zihniyetle yaşıyorsa o kişinin devlet işlerinde hakkı tasarruf edilemez.
Zira güvenilir bir emanete sahip değil, güvenilir seçkin bir aklı taşıyamıyor.
Bu nedenle her halükarda birilerine çelme atar.
Zira batıl ideolojiye sahiptir. Ve adil olamaz.
İnsan hukuku bu tür insanlara teslim edilemez.
O şans bile tanınmaz..
Ame ne dersin;
Hali alem meydanda.
Birinci Dünya savaşından günümüze dek, hür inancına, izanına ve Kur’an’ına saygılı olamayan bir insan potansiyeli devletin kilit noktalarına getirilip o ciddi kurumlar; ne hazindir ki teslim ediliyor..
İşte bakın, sevgili okurlar.
Aktütün, Çukurca olayı, Şırnak, Uludere ve daha neler neler…
Şemdinli, oradan geri dönelim.
Diyarbakır’a gelelim.
1998 ile 2000’li yıllar arasında devletin bu yörede nasıl görev yaptığını ve kimin nerede ve hangi platformda nasıl görev yaptığını yeniden irdeleyip incelemek gerekir.
En derin saygılarımla.