MEÇHUL VE DERİN MUAMMA?!

Evet, sevgili okurlar.
Dün de hemen hemen aynı konuya değinmiştik.
Ülkenin kilit odaklarını ihraz edenler kapalı ve örtülü kimliklerle değil, alnı açık, başı dik duran kimliklerle olmalıdır.
Aksi takdirde gerçekten her zaman anlattığımız gibi; özellikle son yüzyıl içerisinde yani Osmanlı’nın son dönemi dahil olmak üzere ülkeyi derin meçhul muammalara sürükleyen münafık-tinetli insan kılığındaki şeytanlar söz konusu olmuştur.
Ve böylece kocaman tarihi cihanşümul bir devlet Hilafet-i İslami’ye dâhil olmak üzere yok olup gitmiştir.
İslam dünyası, Ortadoğu ve özellikle Türkiye hala da aynı tehlikeyle karşı karşıyadır.
Ülkenin birliğini ve dirliğini zedeleyen gizli sülükler bir türlü bu memlekete nefes aldırtmamışlardır.
Hep kendilerini "halaskar" kurtarıcı olarak gerçek kimliğini gizleyerek gününü gün edebilmişlerdir.
Dünkü yazımda da değindiğim gibi; iki günden beri Türkiye’yi sarsan ve tüm kamuoyunun dikkatini üzerine çeken Eşref Bitlis’in uçağının düşürülmesinin arkasındaki devlet, Özal suikastının arkasında duran yine devlet.
Türkiye’de ve özellikle bölgede faili meçhul cinayetleri oluşturan devletin güvenliğini simgeleyen coğrafya bütünlüğünü sözde himaye altına alan kurtarıcı (!) kimlikler son üç günden beri kendilerini deşifre etmişlerdir.
Hem de kendi kilit noktadaki albaylarının itiraflarıyla…

* * *

Buna gülelim mi, ağlayalım mı?
Veyahut günaydın mı diyelim!
Ey milletin iradesini elinde tutan devlet yetkilileri neredesiniz, çok geç kalmadınız mı acaba?
Otuz yıldan beri PKK’nın lideri Abdullah Öcalan, net ve açık olarak; "Gelin masaya oturalım ve müşterek bir paydada buluşalım" defalarca söyleyen, bas bas bağıran PKK’yı terör örgütü, Abdullah Öcalan’ı da terörist başı olarak nitelendirdiniz.
Ve şimdi de o geçmişi her şeyi unuttunuz.
Başbakan dahi Diyarbakır’a gelip referandumdan üç gün önceki açıklamasında; "Devlet Abdullah Öcalan’la görüşüyor" dedi.
Dünkü Taraf Gazetesinin manşeti ise aynen şöyle;
"DEVLET İMRALI’DA MASAYA OTURDU"
Bu manşet devamla şöyle diyor;
"Ankara kulislerine göre, Adalet ve İçişleri Bakanlığı ile MİT, Genelkurmay ve Jandarma’dan üst düzey yetkililer PKK lideri ile nitelikli müzakerelere başladı.
AF VE ANADİL’DE EĞİTİM DE MASADA
Taraf’ın ulaştığı kaynaklara göre nitelikli müzakere sürecinde Öcalan’la "PKK’nın silah bırakması, af koşullarının neler olabileceği ve anadilde eğitim" gibi konular da masaya yatırılıyor."
Haberin hemen altında ikinci bir haber, Murat Karayılan’ın küçük fotoğrafıyla görünen haber şöyledir;
"PKK’dan İsrail’e: Düşmanlarımız ortak, teknoloji vermeyin"
Röportajda Türkiye’yi ortak düşman olarak tanımlayan Karayılan, Tel Aviv’den Ankara ile askeri ilişkilerini kesmesini istedi."

* * *

Evet, sevgili okurlar.
Bakınız, Türkiye nereden nereye geldi.
Hesapsız kitapsız yolu bilmeyen kervanın sonu da böyle olur.
Sormazlar mı, madem bugün artık devlet bu sonuca varmak zorunda kalmıştır.
Ve bunun adına da resmi bir anlaşma gibi görünüyor ki kurtuluş çaresi de bu.
Bundan ötesi zaten düşünülemez de.
O zaman 12 Eylül niye yapıldı?
Terörle mücadele yasaları niye çıkarıldı?
Devlet Güvenlik Mahkemeleri niye kuruldu?
Bunca faili meçhul cinayetler neden gerçekleştirildi?
Asker, neden kendi kendini içten vurdu.
Tıpkı, çürüyen ağaç gibi, içteki kurdu içten yiyerek çürüttü.
Evet, yazdığımız tespitler aynen öyledir.
Başta söyledik ya; Türkiye’yi derin meçhul muammaya sürükleyen ana faktör kapalı ve örtülü kimliklerin devlet bünyesinde varlıklarının sürdürülmesi olmuştur.
Ve hala da aynı çürütücü faktör maalesef devam etmektedir.

* * *

Bu milletin vergisiyle bütçesini temin eden, devletin önemli kurumları başında bulunan TSK’nın bünyesinde palazlanıp büyüyen, gittikçe şımaran, tıpkı ağacın kurdu gibi içten ağacı çürüten JİTEM ve Ergenekon’un mensupları, hep böylece acımasız faaliyetleri sürdürecekler mi?
Bakınız, Jandarma Albay Arif Doğan diyor ki, "JİTEM’i ben kurdum.
Eşref Bitlis’in öldürülmesinin arkasında ben vardım.
1988 yılında Kartal Demirağ’ın, Turgut Özal’a yönelik suikast girişiminin arkasında Org. Sabri Yirmibeşoğlu olduğu su yüzüne çıktı.
O da devletin bir faktörü değil mi?
Bu anlattıklarımız nice nice skandallar, çağdaş ayıplar silsilesinin birer halkası olmalıdır.
Zaten Allah nasip ederse ileriki günlerde Büyük Millet Meclisi açıldıktan sonra 1980’li yıllardan günümüze dek bu coğrafyada devlet bünyesinde olup biten tüm kirlenmelerin çok önemli bölümlerini kamuoyuna deşifre edeceğiz.
Bu hususta arşivimiz çok zengin.
Bir bir anlatacağız ve siz değerli okurlarımızla bu yörede faaliyet gösteren kimliksiz, meçhul karanlık odakları ortaya çıkaracağız.
Sansürsüz olarak bunları yazarız, çizeriz.
Dudak uçuklatan olayları manşetlerimize taşıyacağız.

* * *

Bugüne kadar devleti, ülkeyi özellikle bu coğrafyayı içten kemirip, çürütmeye çalışan hainler ne çare ki bugün hep su yüzüne çıkıyor.
Ve ne hazindir ki TSK gibi, yargı gibi, MİT gibi devletin önemli kurumlarında bunlar görünüyor.
Bu örtülü kimlikler, hep devleti kendine kalkan yaparak yola çıkmışlar.
Hedef şaşırtmışlar.
Nice masum insanların kanına girmişler.
Anadolu insanımızın nice ocaklarını söndürmüşler.
Bu halkı aşsız, işsiz bırakarak büyük göçlere zorlamışlar.
Devletin üniformasını omuzlarında taşıyıp kirli ve karanlık fişlemelerle halkı korkutmuşlar.
Zarara uğratmışlar.
Ortalığı kan gölüne getirmişler.
Yargı öyle bir hale getirilmiş ki iyi niyetli, değerli nice hâkim ve savcılarımız olduğu halde görevini yapamaz hale getirmişlerdir.
Yargı gibi, TSK gibi devletin önemli kurumlarının içlerini tıpkı Suriye ve Irak’ın hain ba’s partileri gibi ideolojik, batıl, yanlış, Rafızî bir oluşumun mezhepçilik zihniyetiyle doldurmuşlardır.
Tıpkı Arif Doğanlar gibi, Çetin doğanlar gibi, Kadir Özbekler gibi daha neler neler…
İşte başta söylediğim gibi Türkiye’yi içten yıkan ve ülkeyi sarsan kimliksiz karanlık muamma bundan ibarettir.

* * *

Evet, sevgili okurlar.
Fazla uzatmaya lüzum yok.
Zaten bu olayın peşini bırakmayacağız.
Bu devlet artık uyanmalıdır.
Son referandumda halkın "evet" potansiyeli zaten bunu gösteriyor.
İnanın, bir gün gelecek devlet siyaseti olarak hep gösterilen birçok insanlar aklanacaktır ve suçsuz olarak ortaya çıkacaklar.
Ve devlet bunlardan özür dileme zorunda kalacaktır.
Hem de dünya kamuoyu nezdinde.
1998’de özellikle Diyarbakır Söz Gazetesi’nin başına ördürülen çorap, hain planların başını yine Arif Doğanlar gibi, Çetin Doğanlar gibi, Yaşar Büyükanıtlar gibi, Eşref Hatipoğul'u gibi, Cemal Temizözler gibi, Astsubay Ali Kayalar gibi, O günün DGM Cumhuriyet Başsavcısı Nihat Çakarlar gibi daha neler neler?
Üstü kapalı ve örtülü hain kimliklerin iplerini pazara çıkaracağız ve çıkarmaya da devam edeceğiz.
Yalnız onları değil, onları himaye eden usta hainlerinin de ipliğini pazara çıkaracağız.…

* * *

Evet, sevgili okurlar.
Gerçekten bunları yazarken üzülüyoruz.
Ama hissiyatımız, içteki yaralarımız, ancak bunları yazmakla, deşifre etmekle biraz olsun dindiriyoruz.
Şimdi izninizle daha çok çarpıcı, çok önemli bundan yaklaşık kırk gün evvel oluşan bir olayı size anlatayım.
Evet, Türkiye’de bu muamma hıyanetlerin sonu bir türlü gelmiyor.
İskenderun’daki Deniz Kuvvetleri gibi, Peyas Dörtyol’daki dört tane polisin şehit edilmesi gibi, Batman’daki Özdemir ailesinin dört gencinin suikasta uğraması gibi.
Az kalsın bizim de başımıza böyle bir olay gelecekti.
Fazla detayına girmeyelim de zaten bunu burada yazmıştık.
Bunu burada yazmamın sebebi, "Lütfen, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı nerededir?" diyoruz.
Altı sene gibi uzun bir süreçte bünyesinde sakladığı üç klasörden ibaret bir dosya nasıl ki zaman aşımına bırakmaya zorlandı ise Ramazan’dan bir gün önce tesislerimizi ablukaya alan 34 ZH 5955 plakalı bordo renkli taksi ve 34 AZ 7636 plakalı kamyon defalarca yazdığımız halde, Jandarma ve Emniyet’e müracaatta bulunduğumuz halde bir türlü yakalanmadı bunlar.
O gün tam sekiz saat gibi uzun süre tesislerimizde beni bekleyip bana bir suikasta girişmeleri için iki sivil memur bu her iki aracı kullanıyordu.
Ve nihayet farkına vardık.
Yakalatmaya çalıştık; ama kaçtılar.
Üç dört gün sonra aynı mevkide 38 VE 711 plakalı Doğan taksi, bu araç ise gece saat üç sularında Ergani yolu üzerindeki Tesislerde ne geziyor.
Onu da yazdık çizdik ama bir türlü yetkililer yüreklilik göstererek görevini yapamadılar.
Şimdi yine yazıyoruz, çiziyoruz ve Cumhuriyet Başsavcılığı’nın dikkatini çekiyor ve diyoruz ki; Bu muamma karanlıklar ne zamana kadar sürecektir?
En derin saygı ve sevgilerimizle.