MEŞRUTİYET, CUMHURİYET VE DEMOKRASİ!?

Evet, sevgili dostlar.

Bugünkü sohbetimize başlık olarak kullandığımız üç kavram, kelime ve anlam itibariyle önemli!..

Ama bir o kadar da derin ve kapsayıcıdır..

Çünkü tarihsel bir süreci ikmal ediyor..

Hiç kuşkusuz ki;

“Meşrutiyet, Cumhuriyet ve Demokrasi” kavramları kelime itibariyle içleri doldurularak topluma sunulduğu zaman “değer” kazanır..

Gerçek vasıflarını, ortaya koymuş olur..

Ama sadece kelime telaffuzundan ibaret olursa, mana değerinden boşaltılmış birer kavramlar olarak kullanılırsa, her şey ters teper...

O kutsal değerler; “birer istismar” aracı olarak kullanılmış olur...

Hal böyle olunca da geri teper ve sözde uygulayıcıların da yüzlerine çarpar.

Zaman gittikçe de hakikat yüzü ne ise; oda zaten kendini ele verir.

Doğruysa doğruyu yansıtır.

Kötüyse kötüyü yansıtır..

Yanlışsa yanlışı yansıtır.

Ne yazık ki,tarihin seyrine bakıldığında, “pek de bu kavramlar sağlıklı” olarak, uygulana gelinmemiştir..

Sürekli, toplumların başını belaya sokmuştur..

***

Bediüzzaman Hazretlerinin buyurduğu gibi..

 “Zaman gösterdi ki cennet ucuz değil, cehennem de lüzumsuz değil.”

Cennetin ucuz olmadığını bilen insanlar, bu kavramların içini doldurarak, toplumlarını yönetmesi gerekir.

Aksi takdirde, faturaları ağır olur.

Sistemlerin uygulaması gerçek manayı taşıyamaz, tersine döner.

Ki o da içi boşaltılmış kavramlar olur.

Kullananlar, uygulayanlar, cehennemlikten başka varabilecekleri bir yeri de bulamazlar.

Hem bu dünyada, hem öbür dünyada…

Onun için, “cennet ucuz değil..”

Ki rastgele ucuz bir fiyatla cennet satın alınamaz.

Bu dünyada meşakkat, çile ve zorluklarla cennet elde edilebilir.

Ümmet bu gerçeğe sımsıkı sarılarak, “cenneti” kazanabilir...

Ama tam tersi olursa o zaman; “cehennem de lüzumsuz olmaz...”

Kimin ne yaptığı yanına kar kalmaz.

Ki vardıkları yere de “ila cehenneme zumera” deniliyor.

Bölük bölük cehennemin dibine kadar yolları vardır.

* * *

Başınızı fazla ağrıtmayalım.

Sevgili okurlar.

Meşrutiyet, cumhuriyet ve demokrasi…

Bu üç kavramın birincisi olan, Meşrutiyet’i ele alalım.

Meşrutiyet; millet tarafından şartlandırılmış “hükümetin” iktidarda olup, ülkeyi yönetmesidir...

Yani milletin kontrolünde, toplumun murakabesinde sağa sola sapmadan, milli bir irade ruhuyla; “milleti yönetebilmek..”

Bu meşrutiyettir.

Ki siyasetin temel dayanağına dayanıyor.

Parlamenterler sistemine dayalı..

Söz parlamenterlerin...

Millet adına devleti yansıtan, hükümeti temsil eden iktidarın, her zaman için parlamentonun murakabesinde olması gerekir.

Yani halkın denetiminde olması gerekir.

O zaman meşrutiyet kelime itibariyle manasını korur...

Yönetimsel olarak, milli iradenin gerçek yüzünü yansıtır.

Nitekim meşrutiyetin doğuş tarihi,  Osmanlı devletinin son dönemine dayanmaktadır...

Sultan II. Abdülhamit tarafından 19 Mart 1877’de “meşrutiyet” uygulamaya sokulmuştur...

İlk olması münasebetiyle adı da, “I. Meşrutiyet” olarak ilan edilmiştir...

Şurâya dayalı bir yönetim...

Hele hele İslam devletinin yönetim şekli, Kur’anda belirtildiği üzere parlamentonun varlığıyla Kur’an gerçeği paralelinde topluma hizmet vermek.

Şura; danışma unsuru demektir.

Ama I. Meşrutiyet’in tarihi fazla uzun sürmedi.

1890’lı yıllarda Osmanlı ile Rusya’nın çatışmasıyla meydana gelen harpten dolayı devlet Rusya’ya karşı savaşı kaybederken gerileme başladı...

Sultan Abdülhamit baktı ki, bu I. Meşrutiyet’i Sultan Abdülhamit’e dayatan, zorlayan, devletin bünyesine sızdırılmış masonların uydurmaları söz konusudur...

Ancak, Sultan Abdülhamit’in yapabileceği bir şey yoktu.

Zira söz parlamentonundu.

Parlamentonun başında da Yahudi dönmesi Talat Paşa vardı.

Maşa, paşa..

Onun yandaşları birçok masonlardı...

Başta Namık Kemal olmak üzere…

Olup biteni fark eden Sultan Abdülhamit hemen I. Meşrutiyet’i ilga etti..

Eski dönemdeki gibi söz tek bir merciden çıkmaya başladı...

Parlamento padişaha bağlandı...

Bu mana itibariyle devlet yine kendini toparlar bir hale geldi.

Aradan 18 sene geçtikten sonra, yeniden “Meşrutiyet” dillere dolandırıldı..

Ve; II. Meşrutiyet kurulmaya zorlandı..

Nedenine gelince?

Parlamentodaki masonik kafalar, Yahudi dönmeler, satılmış piyon köleler meşrutiyeti, Meşrutiyet-i Şer’iyye olarak topluma enjekte etmeye çalıştılar...

Din üzerinden, inanç üzerinden algılar üretildi...

Nitekim Sultan Abdülhamit’i dinden, imandan, İslam’dan bihaber olan bir Kızılsultan olarak ilan ettiler...

Adeta bir din düşmanı olarak göstermeye çalıştılar...

Peki, bu hasımlık niye?

Çünkü Meşrutiyet-i Şer’iyye yok.

I. Meşrutiyet kaldırılmıştı ki o Meşrutiyet, Meşrutiyet-i Şer’iyye imiş.

Şeriatın hükümlerine göre devlet yönetilmesi gerekiyormuş da Sultan Abdülhamit de ona inanmadığı için onu lağvetmiş.

Böyle söylenerek millet ayaklandırılmış.

Nihayetinde Sultan Abdülhamit II. Meşrutiyet’i yeniden ilan etmek zorunda kalmıştır...

Ki o da 1909’da oluşturulmuştur.

II. Meşrutiyet daha güçlü bir ekiple inşa edilmek istenildi.

Haçlı, Siyonistlerin kölelerinden oluşturulmuş bir meclisin çoğunlukta olması... Diğer Müslüman ve ulema kesimleri de hatta İslam’a inanan birçok âlimleri de ikna ederek kurulan İttihat Terakki Partisinin üyeleri tarafından “biz yeniden şeriata dayalı bir meşrutiyet kuracağız” diye toplumu Padişaha karşı ayaklandırmaya çalıştılar...

Ve 31 Mart 1909 olaylarındaki Selanik’ten İstanbul’a yürüyen harekât ordusunun varlığı neticesinde Sultan Abdülhamit tahttan böylece indirilme zorunluluğuyla karşı karşıya bırakıldı...

İşte bu Meşrutiyet’in kelime itibariyle içi boşaltılmış, şeytani planların neticesinde kocaman cihanşümul bir devlet yıktırıldı...

I. Dünya Savaşı Osmanlının başına çökertildi...

1918’de Mondros Mütarekesi…

1920’de Sevr Antlaşması…

Ve 1923’te Cumhuriyetin kuruluşu gerçekleştirildi...

Ama o II. Meşrutiyet’i destekleyen birçok büyük İslam âliminin ne kadar aldatılmış olduklarını, ne kadar yanlış bir hesap yaptıklarını sonradan fark etmişler.

Ama iş işten geçmişti

Böylece Osmanlının ruhuna Fatiha denilmişti.

* * *

Cumhuriyet ise tam manasıyla meşrutiyetin telaffuz kelimesinin değişikliğiyle cumhuriyet olarak algılandırılmıştır.

Ki toplum bunun sonucunu bilmesin.

Ama cumhuriyet de kelime itibariyle ne yazık ki içi boşaltılmış tıpkı meşrutiyet gibi.

Aslında ekip aynı ekip…

Zincirleme aynı zincirleme.

İttihat Terakki 1923’ten sonra CHP’nin kuruluşuyla son bulmuş ise de CHP yeniden kelimeyi telaffuz itibariyle değiştirerek Meşrutiyet, Cumhuriyete dönüştürüldü...

Ama cumhursuz kurulan bir cumhuriyet olarak...

Sonucunda sözde bir demokrasi inşa edildi...

Türkiye’ye 1950’ye kadar ve 1950’den sonrasına kadar..

Yani tek kelimeyle kullanılan bu üç kavram, tarih boyunca gerçek mecrasından, yörüngesinden çıkarılmış, cumhursuz bir cumhuriyet sonucunda CHP anlayışı, hep hâkimiyet kurmuştur...

Ve nihayet bugün dâhil olmak üzere kurulan hükümetler, meşrutiyeti bırakmış, cumhuriyeti bırakmış, demokrasiye sarılmıştır.

Demokrasi de tek taraflı yontulmuş bir keserle iş görüyor.

Niye mi?

“Görünen köy kılavuz istemez” anlayışıyla diyoruz ki;

Mevcut yürürlükte olan AK Parti iktidarı ne yazık ki bir türlü muktedir olmamış, bundan sonra da olacağa benzemez.

Sadece şeklidir.

Çünkü Demokrasi, memokrasiye dönüştürülmüştür.

Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki hükümran olan anlayış; rüşvet, rant, çıkar, gerçekleri yörüngesinden saptırma ve büyük bir hantallıktır.

Ve yönetimdeki başların, halka kuş bakışıyla bakması ve despotça hareket etmesi gibi olaylar partiyi bitirir.

Devletin birçok kurum ve kuruluşu,  önemli yönleriyle nerdeyse saat zembereği gibi boşalmış durumda.

Devamı yarın.

En derin saygı ve sevgilerimle.