MISIR’DA DA DERİN DEVLETİN VARLIĞI İNKAR EDİLEMEZ?

Evet, sevgili okurlar.

Günümüzdeki dünyada olup bitenler geçici olarak da olsa ne kadar kendini gizlerse gizlesin, çok fazla zaman kaybetmeden kısa bir süreç içerisinde illa ki "deşifre" olur..

Çünkü, kendini ele vermekten kurtulamaz!

Zira eşyanın tabiatı gereği insanların yaptıkları pislikler yüze vurmaktadır.

Ne kadar içten saklanırsa saklansın, sahiplerinin yüz hatlarından ve el kol hareketlerinden "kendini" hissettirir.

Öyle ki işlediği "suçtan ve pislikten" dolayı yüzünde sararma veya kızarma oluşur..

Bu da haliyle; onu ele vermektedir.

Özellikle tıpkı küresel dünyamızda olup bitenler gibi.

***

Yukarıda söylediklerimiz her ne kadar "insan" noktasında genelleme ise de..

Aslında, "ülkeler" açısından da, dışa vurma hal-i vaziyeti aynı.

Yeryüzündeki devletlerin ve milletlerin bünyesinde zaman zaman görüyor ve şahit oluyoruz, "kirli yüzlerin" nasıl deşifre olduğunu..

İslam dünyasında!

Hele ki İslam dünyasının kalbi durumunda olan Türkiye ve Mısır gibi "İslamiyet" açısından büyük önem taşıyan iki devlet ve iki kardeş milletin başına gelenler gün gibi aşikârdır ..

Hiç kimse bunu inkâr edemez!

Bu her iki devletin bünyesindeki "derin devletin" varlığı illa ki kendini ele vermektedir.

Hiç kimsenin kuşkusu olmasın..

Derin devlet;

Dış mihraklı, münafık tinetli, piyon karakterli, kimliğini saklayan, birçok meçhul simanın teşekkül ettiği unsurlardan meydana gelmektedir.

Günümüzde İslam dünyasında "derin devlet" varlığı ne kadar kaçınılmazsa bu da İslam dünyasının başına bela olan bir gerçektir.

Özellikle Osmanlının son dönemlerindeki İttihat Terakki cemiyetinin oluşturduğu ırkçılığa dayalı sistem gibi..

Ve o girişim tüm mevcudiyetiyle gücünü dış mihraklardan alarak, kocaman cihanşümul bir devleti yıkmıştır.

Meçhul kimliklerin hepsi ama bilaistisna Haçlı, müstevli, emperyalist, İngiliz devleti tarafından içten kiralanan münafık ruhlu kimseler olmuştur.

Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın.

Haçlı emperyalizminin gölgesinde büyük çapta ihanetlikler oluşturmuşlardır.

Dost görünmüş, ama düşmanca muamele gerçekleştirmişlerdir.

Osmanlıyı yıkan bu tehlikeli fitne unsurları elbette ki devletin yüzeysel görünen resmi ve anayasal bir varlığın ne gücüdür ne de yüzüdür.

Ancak şeklen kanun ve yasaların bünyesinde kendilerini garantiye almışlar ise de aslında kökeninde büyük iftira, büyük fitne, büyük bozgunculuk ve büyük şeytanlıklar var olmuştur.

Bunların görevi; entrikalı oyunlarla Müslüman görüntüleriyle muhafazakâr, kılık ve kıyafetleriyle kendilerini sureti haktan göstermişler.

Fakat tümüyle hizmet alanları hep İngiliz politikalarına yönelik aktif faaliyetler göstermişlerdir.

Ve böylece İslamın namusu durumunda olan tüm yüce değerleri yok etmek için değişik yöntemler kullanarak, değişik kavram ve ilkeleri sudan bahanelerle izharı hak olarak göstermişlerdir.

Nitekim bu plan ve çerçeveler içerisinde yürürken başarılı da olmuşlardır.

* * *

Evet, Osmanlının son dönemlerinde İttihat Terakki cemiyetinin varlığından resmileşip, devleti ele geçirdikten sonra bu anlattıklarımız her gün biraz daha palazlanmış, semizlenmiş ve büyümüştür.

Aynı zamanda en büyük hedef; Osmanlının yıkılış hedefi idi ve o hedefine ulaşan Haçlı ve Siyonist emperyalistler elbette ki yalnız Osmanlıyla yetinmediler.

Osmanlı saltanatını ve hilafet hükümetlerini pasifize edip, yıktıktan sonra kimseye göz açtırmadan aynı zamanda Mısır’a da el attılar.

Zira Osmanlı yıkıldıktan sonra Mısır tek başına kalmıştı.

Böylece daha kolay yutulan bir lokma oldu.

Orada da tarihi firavunların, masonik kafaların, Siyonist piyonların, tezgâhçı münafıkların çalışma stili elbette ki Türkiye’deki olup bitenlerden pek farklı olmamıştır.

Türkiye’nin dünya devletlerine karşı yıkılışı, yenik düşürüldükten sonra başına gelenler ve kurtarıcı rolüne giren Kemalist anlayışlar ne ise, aynı renk, aynı karakter, aynı siyaset Mısır’ın derin devletinin kökenine de yerleştirilmiş oldu.

Elbette ki kendini her gün biraz daha deşifre eden bu melanet yuvalarının karşısında dikilen gerek Türkiye de olsun, gerek Mısır da olsun, İslam’ın birer temsilcisi durumunda olan ulema kesimi olmuştur.

Kendi milletlerinin ve hatta tüm İslam dünyasının birer lideri durumunda olan ulema kesiminin varlığı elbette ki bu haçlı Siyonist cuntacı edepsizlerin işine gelmedi.

Darbeci ve cuntacı anayasaları hemen kurdular ve o milletin inanç ve tarihi değerlerine rağmen devrim anayasalarını ve kanunlarını topluma yutturdular.

Kurtarıcılık adı altında her gün bir renge bürünüyorlardı, pozisyondan pozisyona sokulan bu piyon ajanlar nitekim günümüze dek hep böyle devam edebildiler.

Türkiye’deki bu hain planların karşısına dikilen ulema kesimlerinin köküne deyim yerindeyse kezzap suyu döktüler.

Tüm ilim, irfan ve iman yuvaları durumunda olan medreseler, Kur’an kurslarını kapattılar.

Ulema kesimlerini de astılar, kestiler ve sürgün ettiler.

Yani ölen öldü, ölmeyenleri de hapis ve zindanlarda inim inim inlettiler.

* * *

O günün Türkiye’si, bugünün Türkiye’si, son 10 yıl içerisinde bariz bir şekilde görünen farkla yeni yeni demokrasi mefhumu ve kavramlarını topluma tanıtmaya çalıştıkları halde bu hükümeti de maalesef her an için dolaylı yöntemlerle Amerikanın göz kırpmasıyla devirmeyi planlamıyor değiller.

Nitekim nasıl ki Mısır’ın yüzde 52'lik gibi büyük bir oyunu alan İhvanı Müslimin (Müslüman Kardeşler) teşkilatları can hiraşane çalışarak, demokratik seçimi kazandıkları halde enva-i türlü entrikalarla yola çıkan "derin devlete" bağlı muhalifler bunu bir türlü hazmedemediler.

Devlet Başkanı Muhammed Mursi’ye karşı bin bir türlü iftira tezgâhlarını kurdular.

Adeta Kur’anda geçen Hz. Ayşe’ye karşı planlanan "İFK hadisesi" ne ise Mısır’daki meşru anayasal hükümete karşı da aynı ve daha şiddetlisinı organize ettiler..

Ki hala da yapmaya devam ediyorlar.

Başta anlatmaya çalıştığımız;

Son 100 yıl içerisinde Türkiye’nin ve Osmanlının çizilen portresi ne ise, Mısır’ın da aynı 100 yıl içerisinde bu oyun, entrikalı bir versiyonla, şeytan üçgeninin faaliyetleri içerisinde adeta tencereye sıkıştırılmış bir Mısır ve İhvan teşkilatları…

Allah yardımcıları olsun, büyük çapta, büyük fedakârlıklar göstererek direnmeye devam ediyorlar.

Elbette ki İslam’ın gayreti zaten bunu gerektiriyor.

Kur’anın hükümleri bunu emrediyor.

Ciddi olarak “Müslüman’ım” diyen her Müslüman’ın bunlara yardımcı olması gerekir.

Yani basmakalıp, kullanılmış siyasi kavramlarla bir yere varılamaz.

* * *

Evet, 100 yıldan beri İngilizlerin, Fransızların ve İtalyanların ve son dönemdeki Amerikanların haçlı baskınları Mısır’ı hırpalamaya devam ediyorlar.

İhvanların mucidi ve büyük lideri durumunda olan merhum şehit Hasan-ul Benna’nın Mart 1928’lerde kurmuş olduğu İhvan teşkilatının temel hedefi;

Küfür dünyasının değişik kavramlarla İslam dünyasını istila ederek, gâh laiklik, gâh çağdaş dünya, gâh muasır medeniyet adı altında terû taze İslam kanının Mısır’ın derin damarlarına yürüyen ve sirayet eden o kanı kurutmaya yönelikti.. Ve halen de devam etmektedir.

Nitekim bunların yaptıkları ilk iş, emperyalist devletlerinin hedef olarak gösterdiği Hasan-ul Benna’yı şehit etmek oldu.

Ondan sonra çağın firavunu Abdulnasır’ın 1952’deki yapmış olduğu darbe vasıtasıyla bir daha güçlü bir mezalimle devleti ellerine geçirdiler.

Dört yıl sonra da Hasan-ul Benna’nın şahadetinden sonra Seyyid Kutub’u astılar, Abdulkadir Avde’yi astılar.

Ve daha ismini hatırlayamadığımız birçok ulema mücahidi ve kahraman insanları astılar, kestiler, yok ettiler.

İşte Mısır'ın bu derin devletinin varlığı, Mısırlılar üzerinde hegemonyasını sürdürmektedir.

Allah bu mübarek insanların şahadetini kabul etsin.

Dökülen her bir damla kanın yerine manevi melaikeler gücünü onlarda yaratsın ve İslam’ın başına bela olan bu iftiracı, yalancı, sahteci piyonların elinden kurtarsın.

İnşallah daha detayıyla Allah nasip ederse devam edeceğiz.

Bugünkü yazımıza burada son vermekle yetiniyoruz.

En derin saygılarımla.