MUASIR MEDENİYET VE DEMOKRASİ (!)? (II)

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği üzre asırlardan beri kamuoyunu işgal eden olay, yeryüzünde insanlık olayıdır.

Bugün, yeryüzünde hâkim olan felsefe; insanlık felsefesidir.

Yani, insan sevgisi ön planda tutulmakta olup din, İslam veya herhangi başka bir kavram kullandırılmıyor.

İllaki insan ve insancıl olmak söz konusudur.

Zaman zaman ortaya konulan, revaçta olan ve yörüngesinde oturtulup yürütülen en berrak dava; insanlık davasıdır, sözde insan olmaktır.

İnsanların kalbi derinliklerinde İslamiyet’in değil, insanlığın ilkeleri yeşertilmeye çalışılıyor.

“İnsan ol, insan” diyorlar.

“Sen dini ne yapacaksın, yeter ki insan ol”

Evet, bu felsefe, bu görüş, bu slogan, her nedense insanlar için bağlayıcı olup, sanki Müslüman olabilme şartı insanlık anlayışıymış gibi gösterilmektedir.

Hâlbuki bilimsel olarak yapılan tüm araştırmalara göre; insan olabilme şartı ve ilk basamağı da İslam’dır, İslam anlayışıdır.

“İnsaniyet-i Kübra” denilen en büyük insanlık faktörü öncelikle İslam inancına dayalı olmalıdır.

“İnsaniyet-i Kübra” (En büyük insanlık değeri), İslam’dan geçiyor.

İslam’dan geçmeyen bir insanlık yolunun varlığı, hiçbir zaman söz konusu olamaz.

Zira İslamiyet’ten, bi’set döneminden önceki İslam dışı yaşayan bir dünya insanlık değerini tümüyle ayaklar altına almış.

Bir kısım insan, diğer elit tabaka mütrefih denilen üst seviyedeki yaşayan insanlara köle olarak çalıştırılmış ve en alçak derekesine sürüklenerek o insanlara zulüm edilmiştir.

Daha doğrusu insanlık kavramı olarak kullanılmışsa “çifte eşitlik” olarak kullanılmıştır.

Yani üst tabakada bulunan insanlar, alt tabakadaki insanları daima hor görmüş ve deyim yerindeyse kendilerini fakir tabakaya bir ilah olarak göstermiş, yani tağuti sisteme dayalı bir zorba.

Diğer mağdur ve mazlum tabakalar da köle olarak gösterilmiş.

Kadınlar piyasa emtiası olarak satılırken, hatta o kadar vahşet ki para, mal, mülk üst seviyede tutuluyordu.

İnsanlar, evlatlarını bile fakr-u zaruret korkusundan diri diri toprağa gömüyordu.

Ve o dönemde de günlük hayat akışları içerisinde İslam değil, insanlık felsefesi ön planda gösteriliyordu.

Din mefhumu zaten yoktu.

Beş yüz yıl boyunca insanlık, dinden uzak bir devir yaşıyordu.

Mutlak vahşetler, mutlak katliamlar, mutlak istibdat ve mezalim anlayışları hâkimdi.

Ama İslam dini geldikten sonra işte o tağuti, zorba, kölelik devrini ortadan kaldırmaya başladı.

Mutlak “insaniyet-i kübra” denilen insanlığın en yüce mertebesi olan İslamiyet gerçeği ortaya çıktı ve bu İslamiyet gerçeğiyle, insanlık peyderpey hak ettiği yere getirildi.

* * *

Bu itibarla tıpkı İslam’dan önceki insanlığın yaşadığı hal gibi, bugün yeryüzünde sözde medeni dünyada da aynı dram, aynı perişanlık, aynı alçalış şekli yavaş yavaş baş göstermektedir.

Buna rağmen kimin ağzını açarsan “Yahu kardeşim, insan ol, insan” diyor.

 “Müslüman ol, Müslüman” demiyor.

“Dini bırak, o kişisel bir özgürlüktür, sadece vicdani bir kavramdır.

Allah ile kul arasında bir yaşam halidir, onun da yeri zaten kalptir, onu kalbinde yaşat, dışarı atma, dışarı atılıp istenen olay, din değil insan olmaktır”

İşte bize göre dün de belirttiğimiz gibi buna “Muasır cahiliye” denir.

Çağdışı bir medeni dünya, her ne kadar bunu insanlara yutturmaya çalışıyor ise de kendini ele veriyor ve hiç farkında değildir.

Bugün gerçekten yeryüzünde insanlık sevgisi varsa ve insanlık kavramına değer veriliyorsa, değişik ülkelerde, değişik rejimlerin hâkimiyetinde inim inim inleyen insanlar, milletler, kavimlerin hali pür melali nedir yani?

O, insanlık deyip duran batı dünyası özellikle Siyonist Yahudi dünya, daha doğrusu faizcilik sisteminin hâkimiyeti Suriye’deki katliamları görmüyor mu?

Hani, insan olma ve insanlık sevgisi ön planda tutma felsefesi nerede?

“Yeryüzünde tüm insanlık dünyası her şeyden evvel insan olmalıdır, vicdanen insanlık ruhunu taşımalıdır” diyenler bugün nerede?

İşte İslamsız bir dünya; bugün insanlığı inletiyor, rahatsız ediyor, işkence ediyor, büyük zulüm ve istibdat azabını çektiriyor.

İnsanların kanı, oluk oluk akıyor.

Ama İslamiyet’te böyle bir şey yok.

Demek ki insan olabilme şansı ancak İslamiyet’ten geçiyor.

Kur’an’dan geçiyor ve Allah korkusundan geçiyor.

Allah’ı tanımakla gerçekleşiyor.

Yalnız kalpte değil, kalpteki iman cevherini dışarı sızdırma, hal hareket ve tavırlarıyla insanlığa bir hizmet yapma şeklini göstermek…

Onu günlük hayat akışları içerisine endekslemesi gerekir.

O da İslam dininin ana kaynağı olan yüce Kur’an ve sünnetten geçiyor.

Bilakis insanlığın en yüce mertebesi odur ki Allah dinini inkâr edip, Allah ve resulüne gizliden de olsa kin ve adavet besleyenlere karşı kin ve adavet besleme şartıyla insan, gerçek insanlık mertebesine ulaşır.

Aksi takdirde sadece insan olma davası, parlak nutukta kalıyor ve hiçbir şeye de ulaşılamıyor.

Makyajlı insanlık davası değil, gerçek insanlık davası fikriyle, zikriyle, canıyla, malıyla toplumsal bir değer olarak ortaya çıkıp, yüce İslam dinini topluma enjekte etmekle, insanlık olabilir.

* * *

Evet, yalnız insan olma felsefesini ileri süren güç, gizli masonik güçlerdir.

Ve bu kavram, masonların kavramıdır.

Zira onlar diyorlar ki;

“İnsan olabilmen için, içeriye girerken ayakkabını nasıl dışarıya bırakıyorsan, aynı şekilde akideni de, inancını da, İslam gerçeğini de vicdanından ve kalbi derinliklerinden çıkarıp, dışarı attıktan sonra toplumun arasına girebilirsin”

İslam inancıyla toplumun arasına girdiğinde o zaman insan değil, Müslüman olursun.

Çünkü haçlı ve Siyonist anlayıştan ibaret olan emperyalizm sektörüyle ters düşmüş olursun.

Masonların felsefesine göre ümmetleşmiş, Müslüman dinini bünyesine taşıyan dünya, onlar için insan şeklindeki birer merkep durumunda olup, Yahudilerin ve Siyonizm felsefesine sahip olan insanları da “Şa’bullah’il muhtar” Allah’ın seçkin kulları (!) olarak göstermişlerdir.

Zira onlar diyor ki:

“Masonik hareketine girmek için nasıl ki odaya girmeden ayakkabını çıkarman gerekirse masonik kafaların içine de girip, onların yeryüzündeki yaşam tarzından faydalanabilmek için; dinini, vicdanını, akideni toplumun içinden sil, daha sonra sana yaşam hakkı verilir.

Sen Müslüman yaşadığın takdirde sana hakk-ı hayat yoktur”

Gerçekten bugün bu Siyonist, baskıcı anlayış gittikçe yeryüzüne hareketini enjekte ettiriyor.

Çünkü hâkimiyet onların elinde, dünya ekonomisi onların elinde, teknoloji onların elinde, İslam dünyası ayakta duramıyor ve buna rağmen elini, avucunu onlara karşı açıyor ve muhtaç oluyor.

Bu itibarla onlar da bu kirli davalarını hâkimiyet-i mutlak adına ellerinde tutuyorlar.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Hiç uzaktan bakmaya gerek yok.

Zaten içindeyiz, halimiz bugün aynı esareti göstermiyor mu?

Çünkü onların yeryüzüne hâkim olabilmesi için felsefelerini, batıl inançlarını insanlığa enjekte edip, insanlığı ilhad inancına getirmek, Allah’ın varlığını inkâr etmek, yeryüzünde sadece ezeli bir dünya hâkimiyetinde yaşamak gerekir.

Böyle olunca da İslam’a yer yok.

İslam’a yer olmadığı takdirde de peşinen insan olarak görünen ve insan diyen, o kavramı maalesef yitirmiş durumda.

Ne İslam var, ne insanlık var.

Her ikisinden de mahrum kalınıyor.

Ve bugünkü hâli âlem meydanda…

En derin saygı ve sevgilerimle.