"MÜCADELE EDENLER İÇİN DUA EDİYORUM!"

Sevgili okurlar.
Bilindiği üzre Kuzey Afrika’nın hatta İslam dünyasının kilit noktası ve can damarı durumunda olan Mısır ülkesi, Nil nehrinin bereketi ve bolluğu sayesinde var ola gelen bir ülke.
Bu ülke, gerçekten tarihiyle bilinen bir ülke.
Çünkü tarih boyu meşhur firavunları yetiştiren bir ülke Mısır!
Ama aynı firavunların çizdikleri stratejik durum ve hedefledikleri gaye sonuna kadar gidememiştir.
Muratlarına hiçbir zaman nail olamamışlardır.
İllaki karşılarına Hz. Yusuf’lardan tutun da, Hz. Musa’lara kadar birer iman ve tevhit meşaleleri olarak dikilmişlerdir.
Hz. Yusuf ve Hz. Musa gibi peygamberler karşılarına çıkmış ve günümüzde de Hasan-ül Benna’lar Seyyid Kutub’lar gibi büyük ulemaları yetiştiren bu ülke, hiç bir zaman Emperyalist ve siyonist güçlere karşı yenik düşmemiştir.
Ve bu büyük zevat birer iman ve inanç kalası durumunda olmuşlardır.
Diğer bir ifadeyle özetlemek gerekirse, bu ülke tarih boyu ne kadar fravunları yetiştirmişse, o kadar da enbia, ulama  ve şehitleri yetiştirmiştir.
Varlığını firavunların diktasına, mezalimine, zorbalığına karşı mücadele vermişler, birçok büyük kişiler tarafından mücadelelerini sürdüre gelmişlerdir.
Zaman zaman teşkilatlanmışlar, büyük ilim ve irfan sahibi olan cihad ve mücadele ruhunu taşımış, büyük değerler oluşturmuşlar bünyelerinde.
Sonuç itibariyle çekilen sıkıntı ve çileler her ne pahasına olursa olsun, zaferle sonuçlandırmışlar.
Ama ne çare ki dört bin sene evvel ki firavunları yetiştiren şer odaklarının dayatmalarıyla inim inim inleyen halk hakla-batılın mücadelesini sürdüre gelmişlerdir.
O zaman o diktatörlerin arkasında duran Fransa ve İngiltere gibi kalleş ve hain senaryoları oluşturan büyük devletler yoktu.
Ama son yüzyıldır değişik senaryo ve versiyonlarla oluşa gelen batı emperyalizmi dört bin yıl önceki gibi bu ülkenin bünyesinde yetiştirilen Firavunların birer temsilcileri durumunda kukla Firavuncukları yetiştirmiştir.
Bu firavuncuklar Mısır milletine karşı gizliden gizliye hazırladıkları senaryo ve planları uygulamışlardır. Yalnız Mısır değil tüm Kuzey Afrika’nın Müslüman halkına karşı çok büyük ihanetler gerçekleştirmişlerdir.
Tıpkı birinci dünya savaşından sonra Osmanlı’nın başına gelen ve devletin, ülkenin temeline gizliden gizliye yerleştirilen piyon ajanlar gibi.
Ta ki Osmanlıyı yıkıp, darmadağın edinceye kadar…
Böylece tek hedefleri İslam birliğini dağıtmaktı.
Türkiye’de olduğu gibi özellikle Mısır’da da, Tunus’ta da, Cezayir’de de bu emellerini gerçekleştirmişlerdir.
Bu senaryo yirmi dokuz seneden beri laikçi ama tamamıyla Siyonist mason bir anlayışla, dayatmacı politikasıyla bu ülkeyi inim inim inleten Hüsnü Mübarek’e münhasır değildir.
Ondan önce İsrail’in baş kuklası Enver Sedat, Sina çöllerini İsrail’e bıraktıran hain bir devlet başkanıydı.
Nihayet büyük bir suikaste uğratıldı, ama yine de Mısır kurtulmadı.
Enver Sedat’tan önce de yine milletinin üzerine dehşet saçan Cami’ül Ezheri bile küfrün karanlık badireleriyle karşı karşıya bırakan o meşhur küfrün ve dayatmanın baş temsilcisi durumunda olan General Abdunnasır İhvan-ı Müslimin (Müslüman kardeşler) teşkilatı başında bulunan birçok kilit noktadaki ulemaları olmakla beraber ilim yuvalarını da yakıp-yıkmış ve yok etmiştir.
Bu yapılan sistematik küfür mezalimi tümüyle Fransa ve İngiltere’nin siyaseti güdümünde yapılmıştır.
Osmanlının son döneminde ve hatta birinci dünya savaşından sonraki dağılan İslam dünyasının ülkelerine yerleştirilen emperyalist politikalarla bu ülke de nasibini almış ve bu hale gelmiştir.
Şimdilik bırakıp giden o güçlerin yerini İsrail almıştır.
Hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki hep tarih boyu geçici ve şekli olarak zalimin zulmü ile gavurun küfrü ile inançsızlığın dayatmasıyla İslam dünyası bir süre yenik düşmüş ise de zafer daima gayretli ve inançlı halkın olmuştur.
Bakınız, kahraman İslam mücahidi aynı zamanda yüksek bir ilim potansiyeline sahip şehit Hasan-ül Benna’nın bıraktığı iz hala da kalplerden silinmemiş, gönüllerde yer almış beyinler onun o yüce misyonuyla dopdoludur.
1949’da Sina çöllerinde İsrail'e karşı ilk şehit olan o yüce insan Hasan-ül Benna’nın torunu olan Tarık Ramazan dedesinin aynı misyonunu aynı gayretini damarlarında taşımaktadır.
Büyük ilim potansiyelini beyninde taşıyan ünlü düşünür Tarık Ramazan diyor ki:
"Meydanları dolduran rejim muhaliflerinin bu noktadan sonra geri adım atmasının mümkün olmadığını, artık geri dönmek için çok geç.
Mübarek aday olmayacağını açıkladığı Eylül ayına kadar koltuğunu korursa bunun çok korkutucu ve çok kanlı sonuçları olur.
Mübarek sonrası radikal İslamcıların yükselişe geçeceği ve kaos ortamının yaşanacağı iddialarının ise bilinçli şekilde Mübarek yönetimi tarafından yayıldığını belirten Tarık Ramazan, şöyle devam ediyor:
"Eğer Mısır tarihini biliyorsanız veya sadece Müslüman kardeşlerin tarihini biliyorsanız bu gelişmelerin Mısır’ı bölgede yeni bir İran’a çevirmeyeceğini bilirsiniz, bu İran senaryosu değil."
Ramazan, dedesinin kurduğu Müslüman Kardeşler örgütü ile bir bağlantısının da olmadığını hatırlatıyor.
Mısır’lı aydın günlerdir Mısır meydanlarındaki kitlesel gösterilerin Müslüman kardeşler tarafından idare edilmediğine de dikkat çekiyor.
Örgütün kendi içerisinde farklılıkların bulunduğunu belirten Ramazan "Daha muhafazakar olan yaşlı üyelerinin Suudi Arabistan tarafından izlenen İslam’ın vahhabi yorumuna yakın olduğunu söylerken örgütün genç üyeleri ise Türkiye’deki AK Parti tecrübesinden çok etkileniyorlar.
Bu aslında Müslüman kardeşler mensupları arasındaki kuşak farkını gösteriyor" dedi.
Müslüman kardeşler teşkilatının kurucusu olan şehit Hasan-ül Benna’nın torunu Tarık Ramazan’ın babası Cemal Abdünnasır tarafından İsviçre’ye sürülmüştü.
Tarık Ramazan, İsviçre’de doğup büyümüş ama babasının ve dedesinin misyonundan zerre kadar ayrılmamış ve Avrupa Birliği ile İslam dünyası arasında Mısır’ın bu hareketini var gücüyle desteklemektedir.
Evet, sevgili okurlar.
Çağımızın baş firavunu Hüsnü Mübarek tıpkı eski İran Şah’ı Rıza Pehrevi gibi son anlarını yaşıyor ve her gün haritayı önüne koyuyor, dünya haritası üzerinde kendine yer arıyor.
Meydan-üt Tahrir yani özgürlük meydanındaki ayaklanma NA-MÜBAREK’in yirmi dokuz yıllık iktidarını yolun sonuna getirmiş durumda.
Oğlu Cemal’le beraber dünya haritasında kendine yer arıyor.
Bakınız sevgili okurlar!
5 Şubat 2011 günü saat 13:40’ta Risale Haber merkezi tarafından "Obama’nın her gün tekrarladığı dualar" başlıklı bir haber yayınlandı;
"Amerika Başkanı Obama her gün nasıl dua ettiğini anlattı"
Haber şöyle;
"ABD Başkanının dua günü" münasebetiyle söyledikleri sözleri aktaran Star Yazarı Murat Birsel, "ABD Başkanı Barack Obama Mısır’da şiddetin sona ermesi için dua ettiğini söyledi.
Obama’nın dualarında tekrarladığı üç ana tema vardır.
"Mücadele edenler için dua ediyorum. Mücadelelerinde onlara daha çok yardım edebilmek için Allah’ın bana kolaylıklar göstermesini niyaz ediyorum."
"Bu dua aslında bütün duaları toplayan bir ortam… Allah’ın yolunda giderken ona daha yakın gelebilmenin yolunu açmasına ve bunu hayattaki en önemli ve öncelikli ödevim kılmasına dua ediyorum.
Yani mesela sabah uyandığımda yataktan kalkmadan önce bekliyor, Allah’a yöneliyor ve ülkem ve halkım için en doğrusunu yapmak adına bana güç vermesini diliyorum.
Ve akşam yattığımda bekliyor ve Allah’a yöneliyor ve günahlarımı affetmesi, ailemi ve Amerikan halkını esirgemesi için dua ediyor ve beni iradesinin icrasına aracı etmesini diliyorum"
Evet, sevgili can dostlar.
Obama’nın duasının paralelinde biz de yüce Kur’an’ımızın bize göstermiş olduğu yoldan gitmez üzere Allah yolunda giden, toplumlara gerçekleri yaşatan ve insanları şeytani yollardan alı koyan insanlar için dua ediyoruz.
Evet, yüce Kur’an-ı Hakimin El Ankebut suresinin son altmış dokuzuncu ayeti bize mealen şu mesajı veriyor.
"Bizim için mücahede edenlere, bize ulaşmaları için gerçek yolları göstereceğiz. Şüphesiz ki Allah iyilik yapanlarla ve onun yolunda cihad edenlerle beraberdir"
En derin saygı ve sevgilerimle.