MÜESSES BİR NİZAMIN KOKUŞMUŞLUĞU DİKKAT ÇEKİYOR!? (II)

Sohbet serimiz devam ediyor?!.. Yazı başlığının açılımıyla; dün de ifade ettim, “yaşananlar” dikkat çekmez mi?. Ki kabulü mümkün mü?!.. Bir asırdır müesses nizamın dayattığı vesayetçi ceberuti anlayış, “sorun yaratıcı” olmuştur, çözüm üretici değil… Devleti, milleti “birbirine” hasım eden, inkar ve asimilasyonu dayatan, batı patentli bir kültür ve medeniyetle; “değer ölçülerini” virane etmiştir..

***

Yoksa; huzur ve istikrar pek tabi ki istikbal noktasında ülke ve millet olarak, “riskli” bir girdapta bulunur muyduk? Sorunlar, katmer katmer kabararak, artar mıydı?!.. Din, inanç, ibadet, yaşam dil ve kültür “prangalanarak” sekülar bir yaşam biçimi dayatılır mıydı?! Hürriyet yoksunluğuyla, kişilerin giyimine, kuşamına, başörtüsüne, yaşam özgürlüklerine karşı “yasakçı” bir tutum sergiler miydi?

***

Ve en önemlisi, devlet işleyişinde “ehil ve liyakat” ölçüsünü dikkate almak, kamu kurum ve kuruluşlarında, “halka hizmet, hakka hizmettir” şiarını benimsemek, temel ilke olarak, tavizsiz uygulanırdı.. Ama yok! Ne vesayetçilerin kaleme aldığı Anayasa sivil bir Anayasadır, ne de yasalarımız, mevzuatlarımız, hak, hukuk, adalet işleyişimiz yerli ve millidir?! Ki siyasetimiz tam teşekküllü olarak; güdümlüdür!..

***

Onun için dün de ifade ettim!..  Eğer ki sorunlar çözümsüzlük girdabına girmişse, yönetim ve sistem “çözme” noktasında irade ortaya koyamıyorsa, çözüm bulmada çare bulamıyorsa, milli meseleler “kangrenleşmiş” bir hale dönüşmüşse, demek ki; vahim bir gidişatın içerisinde bulunuyoruz.. Gaflet ve dalalet söz konusudur.. Onun için de; “dur” denilmeli…

***

Ve sorgulanmalıdır…

Kimler ne yapıyor?

Ülke nereye gidiyor?

Toplumsal çürümüşlük, neden oldukça revaç buluyor?

Ahlaksızlıklar kabardıkça kabarıyor.

Hırsızlık.

Yolsuzluk.

Suçlar katmer katmer..

Ne bu hal, Ey Milletin “vekaletini” alan Yasama erki..

Yani iktidar..

Yani TBMM’deki zevat…

Deyin hele siz hangi mecrada yürüyorsunuz?

Yetkiniz neydi, üstlendiğiniz misyon nedir?

Ama kime dersin?

Bakınız, Meclis 1 Temmuz’da tatile girdi…

3 ay Meclis’te hiçbir faaliyet olmayacak..

Tabiri caizse kepenk indirdi…

***

Önceki gün, vakıf oldum!

Başta AK Partili milletvekilleri, kadınlı erkekli olmak üzere elbette ki diğer partilerden de inananlar var..

Herkes hazırlıklarını yapıp, “Hacca” gitti.

Tabi “Allah kabul etsin” deriz.

Ancak şu gerçeği herkesin idrak etmesi gerekir..

Şöyle ki…

Makbul olan bir Hac veyahut herhangi bir başka ibadet hulus-i kalple yapılır, elbette ki Allah da kabul eder.

Şekli olarak, göstermelik olarak, “desinler” olarak, “dostlar alışverişte görsün” düşüncesiyle yapılan hiçbir ibadet, ibadet olamaz.

Sahibinin yüzüne geri döner.

Bu kesinlikle bilinmelidir ve inanılmalıdır.

***

Yasama.. Yürütme ve Yargı..

Devletin üç temel işleyişteki saç ayağıdır…

Biri diğerisiz olmaz…

Biri yasa çıkarır, diğeri yasaları uygular, ötekisi de adaleti ikmal eder!

Ama bir de mevcut yönetim sistemi var…

İşte bu üç ana erkler, çürümüşlüklerle beraber mevcut sistemin hegemonyası altında…

Demem o ki..

Bu sistem eğer her gün artan suçları azaltmıyorsa veyahut kökünü kazamıyorsa, suç ve suçlular oldukça kabarıyorsa…

Cezaevlerinde bile yer kalmaz hale gelmişse…

Hala da inatlaşarak mevcut sistemi temsil eden yasama erkinin bu ülkeye ve millete verebileceği bir şey olamaz..

Çünkü o da oldukça inatlaşıyor.

Bir türlü kendini batıl ve hurafeden ibaret sistemden kurtaramıyor..

Ya da vazgeçmiyor.

Bu sistemin temelinde yatan zulümdür..

Vücut bulan da, çoğalan mezalimlerdir…

Eğer yasama erki, tüm bunların ağında topluma hükümran oluyorsa, insanların aklına çok kötü şeylerin gelmemesi mümkün değil.

Düşünüyorum, sistemin böylesine mezalimleriyle milleti baş başa bırakan, hakkın, hakkaniyetin, hukukun üstünlüğünü icra edemeyenlere, toplum hangi yüzle bakıyor?!

Gerçekleri hangi gözle görüyor..

Tabi belli değil.

Ama tek kelimeyle diyebiliriz ki bir ülkede, özellikle halkının yüzde 99’u Müslüman ise, o ülkede insanların dinine, imanına, inancına saygı gösterilmiyorsa veyahut ülkenin içinde bulunduğu anayasal hükümlerde, İslam dininin gerçeklerine yer verilmiyorsa, vahamet buradadır…

Çoğunlukta olan inançlı bir kitle iş başında olmasına rağmen…

Veya iş başındaysa da hiç de elini sıcağa soğuğa dokunduramıyorsa…

İslam’ın ana hükümlerini icra edemiyorlarsa…

O toplumun yasama erkine ne diyeceksin?

Yargısına ve yürütmesine ne diyeceksin?

Ne denilebilir ki?

Karşımıza çıkan kocaman bir “HİÇ”.

Zira çalışan insanlar, günlük hayat akışlarını alın teriyle kazanıp, akşam bir lokma ekmek evine götürmek için çalışıp çoluk çocuğuna huzur verebiliyorsa, ne mutlu ona.

Ama bir de şu var.

Ya 24 saat içerisinde dışarıda olan çocuklar.

Yani 24 saatlik bir zaman dilimi içerisinde sekiz saatini evde geçirip 16 saatini yabancı görüşlere sahip öğretmenlere teslim ediliyorsa.

Ve Milli Eğitim camiası da tüm sistemiyle beraber 1940’lardan beri Hasan Ali Yücel’in talimatı doğrultusundaki bir maarifle, çocuklar yetiştiriliyorsa…

Veya Kemalist ve sekülar düzene bağımlı bir anlayış hâkimiyeti varsa.

Toplum da onu önleyemiyorsa bize göre söylenenler havanda su dövmekten başka bir şey değildir.

* * *

Bilindiği gibi siyasetin dili keskindir.

Hem de vurdumduymazlıkla biliniyor.

Eğer bu dil, Kur’an hükümlerine uygun olarak düzeltilmezse, o memleketi çok büyük badirelere sürükleyebilir.

Nitekim hal-i âlem meydandadır.

Geçmişten ders almak gerekiyor.

Bakınız.

Dünkü sohbetimizde de sizinle çok önemli meselelere değinmiştik..

Bugün yine aynı şekilde diyoruz.

Suçlar önlenemiyorsa o ülke bağımsız değildir.

Ekonomiksel sıkıntı giderilmiyorsa o ülke bağımsız değildir.

Ahlaki çöküntülerin varlığı söz konusuysa ki öyledir, o ülke İslami bir anlayışa sahip değildir.

Peki, bunlar önlenemiyorsa, etrafına bunca gençliği getirip birbirine düşürmekle, horozcuların horoz dövüşü gibi insanları birbirine düşürüp kocaman ailelerin yok olmasına neden olunuyorsa, vay o memleketin haline!

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Dünkü Diyarbakır SÖZ Gazetesinin sürmanşetinde şöyle bir haber okuduk.

“Diyarbakır’daki eski patron cinayeti kameraya yansıdı.

İşte cinayet anı…”

Haber şöyle devam ediyor;

“Güvenlik şirketi sahibi Sincar’ı alacak-verecek meselesi yüzünden öldüren eski çalışanı Yavuz’un cinayeti güvenlik kamerasına yansıdı.”

Düşünün, sevgili dostlar.

İşverenle işçi arasında dahi güvencenin varlığı söz konusu değil.

Hayali bir alma-verme şekliyle de olsa adam meramına ulaşamayınca acımasızca çıkıyor, adamı başından vuruyor ve hayatına son veriyor.

Yaptığı da yanına kâr kalıyor.

Mesela; sadece polisin çalışması ile yakalanıp cezaevine götürüp orada beslemek veyahut istirahatgah olarak kullanılıyor ise ki öyledir.

Bu suçların sonu gelmiyor.

Önü alınmıyor.

Oldukça da çoğalıyor.

Şu rüşvete ne diyeceksin?

“AK Parti, Güneydoğu Anadolu’da, özellikle Diyarbakır’ımızda yıllardan beri bir türlü bir İl Başkanı seçemedi” düşüncesine kapılan vatandaş şöyle diyor.

Acaba niye seçilemiyor, niye gelen gideni aratıyor?

İşte bu itibarla biz de kamuoyu adına diyoruz ki;

Tüm bu yazdıklarımıza rağmen henüz yazılmayan yan delillerimiz var.

İddiadan ibaret değildir, gerçektir.

Bunu dün SÖZ Gazetesi manşete taşımıştı.

Ve diyordu ki “AK Partide sular durulmuyor.

İl Başkanı il yönetiminde revize edilen isimler arasında şok suçlamalar patlak verirken, revizyonun arkasında rüşvet mi var?” sorusunu gündeme getiriyor.

Devamla şöyle diyor;

“AK Parti İl Teşkilat Başkanı Şerif Aydın’la ilgili son aylarda sıkça gündeme gelen ve parti çevresinde büyük tepki gören skandal yöndeki şikâyetler, geçirdiğimiz hafta İl yönetiminde de yapılan diğer değişiklikler yeni bir boyut kazandı.”

Evet, ne yazık ki AK Parti muhafazakâr, milletine, dinine bağlı bir parti olarak geçmişe yönelik ortaya çıkmışsa da şimdi o pozisyonda değil.

Niye değil?

Zira onu bölgede ve Diyarbakır’da temsil eden zevat hiç de AK Parti misyonunu temsil etmiyor.

Edemiyorlar da zaten.

Rüşvet şaibesiyle, kadın şaibesiyle, haram yeme şaibesiyle ortaya çıkan bir yönetime hiçbir zaman yönetim diyemezsiniz.

En derin saygı ve sevgilerimle.