MÜESSES BİR NİZAMIN KOKUŞMUŞLUĞU DİKKAT ÇEKİYOR!? (III)

Elbette ki çekiyor.. Ki 84 milyon nüfuslu ülkede “dikkat çekmiyor” ya da “sistemden muzdarip değilim” diyen var mı?.. Ne mümkün.. Bugün değil, bir asrı aşkındır “değişmeyen” bir sistemin cenderesinde Türkiye ve ahalisi birlikte debelenip duruyor..

***

İşte bu girift ve yürek sızlatıcı halimiz, ülke ve millet olarak “sorunlar yumağı” içerisinde, tabiri caizse; boğulur halimizdir bizi konuşturan, yazan ve çizdiren.. Nitekim, bir mevzuuyla başlayan hali durumumuza odaklanmamız, seri misali hadiseler zincirleme başlıyor, kendinden söz ettirmeye..

***

Ki bugün “Müesses Nizamın kokuşmuşluğu dikkat çekiyor” başlıklı yazı sohbetimizin, üçüncü günündeyiz!.. Peş peşe kaleme aldığımız iki yazıda temas ettiğimiz vakıalardaki ana vurgu, toplumsal çürümüşlük kadar, kamudaki keyfiyete haiz iş ve işlemlerin yapılır olmasını irdelemek…

***

Dost acı söyler minvalinde.. Ki basının temel görevi noktasında, hem kamuoyunu bilgilendirmek, hem de ilgili ve yetkili zevatı uyarı babında, haberdar edip, yaşanan hadise her ne ise; “çözümüne” odaklanılmasını sağlamak!.. Yani ısrarcı tutumumuz “toplumsal birliğin, dirliğin ve kamunun devamlılığını” sağlamaktır..

***

Ki bu şiarımızdan ödün vermediğimiz gibi, velev ki zülfüyâra dokunulsa bile! Ta ki, yetkili ve etkili zevat gerek şahsi, gerekse kurumsal yönde “yasaların ve kanunların” himayesi altında, kendilerine çeki düzen vermeleri.. Eğer ki kamudan, medyadan, toplumun herhangi bir bireyinden gelen sorunları, serzenişleri, tepkileri “dikkate” almıyorsa, peşinen kaybetmiştir demek!..

***

Onun için diyorum ki; “sorunlara” eğilim ve samimiyet noktasında çözüm bulma gayretine dair imkan geliştirip, şans yakalamayan hiçbir sistem ve o sistemin uygulayıcı, yöneticileri, ilerleme kaydedemezler! Ülkeye ve millete verebilecekleri hiçbir artıları da olmaz.. Bilakis, kaybettirenler olarak tarihe geçerler!

***

Bakınız, “şiddetle ve ısrarla” üzerinde durmak istediğimiz konuların bilaistisna hepsi, toplumun her gün biraz daha “çürümüşlüğe”, kaygan zemine doğru nasıl sürüklendiğini ortaya koymaktadır.. Ki görüyoruz, yaşıyoruz ve buna dair de sesemizin çıktığı kadar, dillendiriyoruz…

***

Ve beklentimiz ki kamuoyunun da beklentisi!.. Öyle inanıyorum ki, 84 milyon nüfuslu Türkiye’deki 7’den 70’ine herkes, birilerinin çıkıp “Hop hop, hayrola!.. Nereye gidiyoruz” demesini bekliyor, ve gereklidir bu çığlığın atılması!…

***

Tabi aynı sistemin savunucusu olmamak kaydıyla yepyeni bir Türkiye’ye sahip çıkmak için yeni bir yol haritasını çizmek gerekir.. Yeni, demokratik, çağdaş, hukukun üstünlüğü paralelinde, sistem geliştirerek, “sorun yaratıcı değil, sorun çözümü” mekanizması oluşturmak lazım…

Aksi takdirde hiçbir siyaset, hiçbir politika, o siyaseti uygulayan hiçbir siyasetçi veya politikacı veya parti her ne ise; kendisini ne kadar politik zirvelere tırmandırırsa tırmandırsın… Hiçbir şekilde, inandırıcı olamaz… Zira uygulama hali orta yerdedir.

***

Ki bu hal, bugüne özgü değildir.. Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek, çalışma stratejisi ve ortaya çıkan sonuç hep değişmez böylesi bir tabloyu oluşturmuştur..  Çağdaşlık deniliyor, batılılaşma, teknolojiye ve ekonomiye dayalı bir dizi yaldızlı laflar üretiliyor, ama gel gör ki sahada zerre-i miskal yok!.. Ne ekonomi, ne teknoloji, ne tarımsal kalkınma söz konusu değil..

***

Batıya ve batı emperyalizmine karşı, Türkiye’ye “güç kazandırma” adına, güven tesis edici, göğüs kabartan bir gelişme ve hareket görmüyoruz!.. Her ne kadar, son bir kaç yılda kıpırdama var görünüyor ise de; oldukça hala gerilerdeyiz!

***

Hal böyle olunca da der demez; gerildikçe geriliyoruz! Germe ve gerdirme siyaseti Türkiye’de hâkim.  Bugün değil.  Yalnızca AK Parti dönemini kast etmiyoruz.  Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne dek hatta I. Dünya Savaşı sonunda yıkılan bir Osmanlı Devletinin halini göz önüne alarak söylüyoruz.

***

Paris’te, Londra’da eğitilen ve eğitim sırasında Siyonistlerin talimatları doğrultusunda hareket ederek hamiyetperverlik(!) yapanlar her ne kadar millete, vatana, devlete sahip çıkma anlamıyla yola çıktıklarını söylemişlerse de, hiç de öyle olmamıştır.. Hep balon gibi sönmüşlerdir. Yunus Nadilerle, Moiz Kohenlerle, Halide Edip Adıvarlarla işbirliği yaparak yola çıkanları gördük. Yani birçok Selanik devşirmeleriyle beraber olmuşlardır. Zerre kadar da milliyetçiliği koruyamamışlardır.  Ümmetçiliği hiç koruyamamışlar bir de tam tersine düşman olmuşlardır.

***

İşte bundandır, bugün “gençlik elden gidiyor” çığlığı atılıyor.. Fuhuş yuvaları, sokakların ortasında geceleri yol kenarlarında yapılan âlemler nereyi deşifre ediyor… Ama sonuç yok.  Hiç de eksilmiyor.  Uyuşturucu o biçim.  Kumar o biçim.  Mafya türü feodal yapının oldukça kabarması, milletin arazilerini bile elinden alma cesareti yürürlüğe devam ediyor.

***

İşte bundan dolayı diyoruz ki;

Toplumsal bir çürümüşlüğün temelinde yatan gerçek; “milliyetçiyim, vatanperverim, Müslüman’ım” diyenlerin, yeniden etrafına bakıp kendilerine çekidüzen vermeleri gerekir.

Yoksa nesil elden gitti.  Mevcut yasalar paralelinde, yargı ne yapabilir ki.! Yargı içeri alıyor, hemen ardından devreye giren gizli güçler serbest bırakıyor… Çünkü yargı hedefinden şaşırtılmaya çalışılıyor.

***

O suçluların hayat boyu hapishaneden çıkamayacağı halde, bir çırpıda bakıyorsun ki bir sayfa değiştiriliyor ve o suçlular derhal cezaevinden çıkıyor.  Yani cezaevi orada sanki bir ziyaretgâh gibi kalıyor.. Giden de deyim yerindeyse eğitiliyor, çıkıyor dahasını yapıyor.

***

Sözün kısası.. Hamiyet-i milliye denilen bir milliyetçilik; büyük bir ittifak içerisinde yapılan milliyetçilikle gerçekleşebilir.  Yoksa İslam’ın temeline tabiri caizse kezzap suyu (ağu) döküp de sindirmeye çalışan boyalı Müslümanların, yedek Müslümanların eline devlet imkânları verildiğinde devlet mahvolur. 

***

İşte o boyalı Müslümanların adı başka bir Müslüman olarak simgelenmelidir. Onu da zaten Kur’an simgelemiştir. Bunlara münafık diyor.

“İnne-lmunâfikîne fî-dderki-l-esfeli”

“Münafıkların gideceği yer kıyamet gününde cehennemin en derin kuyularından birisidir.”

***

Başınızı fazla ağrıtmayalım.

Bediüzzaman Hazretleri Hutbe-i Şamiye’de bizi şöyle uyarıyor;

“Millet-i İslamiye’nin (İslam topluluğunun) sebeb-i saadeti yalnız ve yalnız hakaik-i İslamiye (İslam gerçeklerinin bir araya gelip güçlenmesiyle) olabilir.

Ve hayat-ı içtimayesi ve saadet-i dünyeviyesi şeriat-ı İslâmiye ile olabilir. Yoksa adalet mahvolur. Emniyet zîr ü zeber olur. Ahlâksızlık, pis hasletler galebe eder. İş yalancıların, dalkavukların elinde kalır.”

İşte buna da mutlak bir sapmak veya hedefinden şaşırtmak denir.

En derin saygı ve sevgilerimle.