MÜNFESİH SİSTEM VE DERİN BELA?!!

Evet, sevgili okurlar.

Yıllardan beri Söz Gazetesi olarak hep dürüstlüğü, inancı ve dik durmayı kendimize şiar edindik.

Söylediklerimizi söyledik.

Yazdıklarımızı yazdık.

Ama anlayana!

Anlamayana bir hiç olarak silinip geçmiş olabilir.

Ama arşivlerde söylediklerimiz hiçbir zaman silinmemiş ve silineceğe de benzemez.

Tarih boyunca o arşivimizdeki tüm kayıtlar, yakın tarihimizdeki geçmişi ve geleceği bize bildirmek suretiyle hep ışık tutacaktır.

Elbette ki tüm bu olup bitenleri dün olduğu gibi bugün de, yarın da hep sizinle paylaşacağız.

Hiç tartışmasız ki;

Tarihi olayları en güzel bir şekilde şekillendiren ve açıklayan gerçek tefsir zamandır.

Zaman, deyim yerindeyse adeta ilahi bir levhu-l mahfuzdur.

Yani her şeyi tescil eden ilahi bir tescil defteridir.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Dünkü yazılı medyanın manşet ve sürmanşetleri, derin devletten gıdasını almış münfesih bir sistemin çöküşe yüz tutmuş halini bize anlatmaktadır.

Ama başta söylediğim gibi olup biten olumsuzluklar, ahlaki çöküntü içerisinde yaşana gelmekte olan ülkemizin hali pür melali bir kez daha kendini göstermektedir.

Gerçi zaman zaman bazı önemli olayları medyadan alıyorsak da zaten başlı başına da kendini deşifre ediyor bu sistem.

***

Evet, sevgili okurlar.

Bu anlatacaklarımız deveden kulak bile değil.

Dünkü Bugün Gazetesinin sürmanşetinde şöyle bir haber..

Büyük puntoyla yazılan haberin başlığı şöyle;

“ŞANTAJ ÇETESİNE BÜYÜK OPERASYON”

Haberin girişi;

“Birçok ünlü ismin görüntüleri ellerinde çıktı.

Yargıtay ve Adliye çalışanı 10 kişi ile 3 avukatın da arasında olduğu 25 kişilik çete çökertildi.

Kendilerini MİT mensubu olarak tanıtan Mustafa Ö. ve Mustafa K.A. liderliğindeki çetenin Yargıtay, Küçükçekmece ve Bakırköy Adliyelerindeki bazı davalara etki ettikleri belirlendi. Ellerindeki görüntülerle birçok ünlü isme şantaj yaptığı tespit edildi.  

Yargılamaya etki eden ve aralarında kâtip, Yargıtay’da yazı işleri müdürü ve avukatların bulunduğu 25 kişilik çeteye 3 ilde operasyon düzenlendi.”

* * *

Sevgili okurlar..

Bu olaya benzer bir vaka; bundan beş sene evvel Diyarbakır Adliyesi’nde de yaşandı.

Dönemin Başsavcısı Durdu Kavak..

Onun meşhur bir odacısı vardı, Kemal..

Her daim takım elbise, beyaz gömlek ve kravat takıyordu.

Odacı diyebilmek için bin şahit lazımdı.

Bir uyuşturucu davasında avukat kılığına girip, sanıkların yakınlarından o günkü parayla 70 milyar (70 bin lira) üzerine iş bağlarken, 35 milyar peşin alıyor daha sonra parayı afiyetle cebine mi indiriyor, birileriyle mi bölüşüyor?

O malumumuz değil.

Nihayet yapılan şikâyet üzerine yakalanıyor ve verilen en büyük ceza nakli görev ile başka bir ilde görevlendiriliyor.

Kısa süre sonra tekrar Diyarbakır’a geliyor..

Şuan için akıbeti nedir bilemiyorum, meşhur odacı Kemal’in.

Dosyalara geçti.

Keza 400 milyarlık bir olay daha yaşandı..

İki sene önce Diyarbakır 5. Asliye Ceza Mahkemesi baş katibiyle, Ankara’da kalan eski emekli savcılardan bir avukat.

Bunlar da yapılan şikayet üzerine çete halinde yakalandılar.

Ancak çok kısa bir süreç içerisinde yeniden tahliyeleri sağlandı.

Burada kimin eli kimin cebinde, kim kimi himaye ediyor, belli değil?

Bizim buradaki hedefimiz kişiler değil..

Olmaz da..

Burdaki gayemiz, sistemin ne kadar münfesih, karanlık, kirli bir sistem olduğuna dikkati çekmektir.

***

Bakınız sevgili okurlar..

Yaklaşık bir ay önce İstanbul’daydım.

Bana bir ilaç lazım oldu, eczaneye gittim.

İlacı alırken 100 TL kağıt para verdim..

Eczacı kasiyer hanım o 100 TL’yi didik didik inceledi, makineden geçirdi daha sonra bozdu.

Dikkatimi çekti doğrusu.

Biraz ağır konuştum..

Dedim ki; sen beni kalpazanlık yapıp sahte para taşıyan biri olarak mı görüyorsun?”

Tepkime karşı; kızcağız özrünü beyan etti.

Amca dedi;

“Böyle şeylerle her gün kaç defa karşılaşıyoruz!

Aynı bu yüzlükler bankaların bankamatik makinelerinden çıkıyor, vatandaş ne yapsın, sen ne yapasın, ben ne yapabilirim.

Bankamatikten çıkan sahte paraya ne dersiniz amca?”

***

Doğrusu, bu sözden sonra şoke oldum.

Demek ki;

Haram yiyen bir sistem, haram yediren bir sistemle idare ediliyoruz.

Çünkü hileli ve tuzakçı insanları yetiştiren bir sistem var.

Ve burada bu sisteme sahip çıkan devlet ricalarına sesleniyoruz..

TBMM’ne sesleniyoruz, anayasa ve yasaları telif edip, uygulayanlara sesleniyoruz.

Yeter artık, diyoruz.

Allah’tan korkun.

Bu millet çok büyük acılar çekiyor.

* * *

Türkiye’deki yapılan siyaset, deyim yerindeyse “gayr-i meşru”..

Malumunuz üzre;

Başka bir hayvanın veyahut bir insan yavrusunun ayı memesinden akan sütle gıdasını alırsa ve hep onunla büyürse..

Hiç kuşkusuz ki o bebenin kan, damar ve kemikleri o gıdadan beslendiği için “karekterist olarak Ayı”ya benzer.. O şekli alır..

Devletimizin siyaseti de insanlık dışı, batı vahşetinden ithal edilen haram bir gıda türü gibi yıllar yılı bu milletin ahlakına, kültürüne ve ekonomisine enjekte edilmiştir.

Acımasızca insan kanı dökülüyor.

Aileler yıkılıyor, insanlar derbeder ediliyor..

Ama hala da TBMM’de Başbakan ve muhalefet liderleri görünümde kavga, ağır ve ağza alınmayan kelimeleri birbirlerine isnad ediyor.

Bu millet nereden nereye gidecek?

Büyük bir belirsizlikler içerisinde her kesim ahu eninler çekiyor.

İktidarların, başbakanların, muhalefetin birbirine gözdağı verip de kandırmaca, şekli kavgalarla parlak ifadelerle, nutuk çekmelerine bu millet artık yeter, diyor.

* * *

Şemdin Sakık..

Önceki gün mahkemede çok çarpıcı ifadeler kullandı.

Deyim yerindeyse, Sakık’ın bu ifadeleri devleti sarstı.

Emekli Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın 7. Kolordu Komutanlığı ve Orgeneral Çetin Doğan’ın da Asayiş Bölge Komutanlığı görevinde bulundukları yıl 1998 yılıydı.

O günün binbaşı rütbesini taşıyan Jandarma İstihbarat Komutanı Cemal Temizöz ile onun mahiyetinde çalışan Başçavuş Ali Kaya ve onların üstü de DGM Başsavcısı Nihat Çakar idi.

Büyük bir şeytan üçgeni vardı..

Yöre insanı bu üçgenden kendini kurtaramıyordu.

Takvim yaprağı;

2000 yılının 24 Nisan’ı 25 Nisan’a bağlayan geceyi gösteriyordu..

O gece Diyarbakır Söz yetkilileri olarak üç kişi gözaltına alındık.

Tuzakçı, sahte fişleme ile Hizbullahçılık yaftasıyla suçlanarak o gece bizi gözümüz kapalı olarak sorguladılar.

***

Karşıma yeni Kuzey Irak’tan yakalanıp Diyarbakır’a getirilen Şemdin Sakık’ı cezaevinden tanık olarak getirdiler.

Şemdin Sakık’ın renginden, dudaklarından, yüzünden ne kadar heyecanlı, korkaklık içerisinde ve dayatmayla söylediklerini anlatıyordu, ama tüm söylediklerinin de yalan olduğu kendisinin de hal ve görüntüsü gösteriyordu.

“Ben görmedim, ancak duydum.

Mehmet Ali Altındağ, Altındağ Dinlenme Tesislerinde Kur’an Kursu adı altında öğrencileri yetiştiriyordu, ama aslında Hizbullah’ı finanse ediyordu” diye zorlamayla bunları söylüyordu.

Tabii elbette ki zaman aşımı sonucunda Şemdin Sakık bana mektup yazdı.

“Bir gün beni mahkemeye çağırırsan, davacı olarak bu olup bitenleri dava edersen beni de şahit olarak çağır. Şerefim namusum üzerine yemin ediyorum, gelip tüm o olup bitenleri anlatacağım ve mahkemenin huzurunda eğilip, ellerinden öpeceğim ve diz çökeceğim”

O mektup da arşivimizdedir.

Anlatan Şemdin Sakık’tır..

Şemdin Sakık’ın bugün söylediklerine ben de inanıyorum.

Çarpıcı ifadeler söylüyor, Türkiye’yi sistemi, rejimiyle beraber deprem gibi salladı.

* * *

Bakınız, Sakık ne diyor?

Ergenekon davasında daha önceden gizli tanık “Deniz” olarak ifade veren ancak dünkü duruşmasında gerçek kimliğini açıklayan Şemdin Sakık, PKK ve derin devlet arasındaki ilişkileri yaşadığı olaylara dayanarak anlattı.

PKK’da 18 yıl kaldığını belirten Sakık, “Hamal olarak girdiğim örgütten birinci komutan olarak ayrıldım. Örgüt liderine en yakın olması gereken isimlerden bir tanesiydim. Ancak benim Abdullah Öcalan’la bütün konuşmalarımın süresini toplarsanız, Yalçın Küçük’ün bir kere konuşması kadar olamaz. Artık gazeteci sıfatıyla görüştüm, ikna etmek için oraya gittim, ifadeleri kimseyi inandırmıyor” diye konuştu.

Uzun uzadıya ifadesini anlatan Şemdin Sakık, hulasa şunu belirtiyor.

PKK’nın dizgininin Doğu Perinçek ile Yalçın Küçük’ün elinde olduğunu söylüyor.

Doğu Perinçek ise herkesin malumudur ki solcu, Marksist, batıl, inançsız, Rafızî bir mezhebe mensup olmakla beraber Erzincan’ın Kemaliye ilçesinin Kürt köylerindendir.

Keza Yalçın Küçük de aynı o tip!

Marksist, Leninist, dinsiz, mezhepsiz bir insan olmakla beraber devletin ve Ergenekon’un en derin odaklarına bağlı kişiler arasındadırlar...

Sayın okurlar, sormazlar mı, bu ne lahana, bu ne perhiz, bu ne turşu?

Bunların bir ayağı TSK bünyesinde oluşan bir Ergenekon ve BÇG içerisindeyken, bir ayağı devletin diğer derinliklerine kadar yerleşmişse elleriyle de Abdullah Öcalan’ı kucaklaması biraz da olsa, geçici bir süreç de olsa akıllara durgunluk vermez mi?

Elbette ki yorumunu siz değerli okurlara bırakıyoruz.

En derin sevgi ve saygılarımla.