NİHAYET KAYIP DOSYA BULUNDU AMA NE ZAMAN? (2)

Evet,
Sevgili okurlar ve can dostlarım!
Ülkemiz, yakın tarihimiz boyunca ne hazindir ki hep hain planlarla karşı karşıya kalma zorunluluğunu yaşamıştır.
Ne acı bir gerçektir ki; ülke hep bu tür manzaralarla karşı karşıya bırakılmıştır.
Zaten hal-i âlem meydanda.
Yaşanan ve yaşatılan manzara her şeyi anlatıyor.
Kimse bunları inkâr edemez.
Kamu kuruluşlarının başını çeken en önemli ve en kritik iki kurum olan;
Genelkurmay ve yargı, yıllardan beri ülkenin ve milletin başı bu her iki kurumla derttedir.
Ve gerçekten ülke insanının alın terinden, el emeğinden alınan vergilerle devlet bütçesinin pasta diliminin en büyüğü bu her iki kuruma verilmektedir.
Adalet Bakanlığı’nın bütçesini bilemiyorum ama TSK’nın bütçesi katlama gidiyor.
Buna rağmen beklenen avantaj, kazanılan kar hiç de geri gelmiyor.
Aslında devletlerin bütçesinin hedeflediği beklentiler, harcanan mali potansiyel neyse onun karşılığında millete geri dönmesi gerekir.
Yani toplum verdiklerinin karşılığını almak için büyük beklentiler içerisindeyken maalesef bırakın avantajın geri dönmesini bilakis gittikçe katlamalı harcamalar ekleniyor.  Ve ülke ekonomiksel olarak zora düşüyor, iktisaden gerilemeye gidiyor.
Keza bu paralelde kültürel, bilimsel ve ahlaki ilerlemeyi beklerken maalesef bunda da bir şey elde edemiyor.
Hep geri tepiyor ve uçurumlu vadilere doğru, sürükleniyor.
Özetlemek gerekirse, toplumun, devletin güçlenmesi, ülkenin kalkınması için verdiği çaba hep boşa çıkıyor.

* * *

Neden mi?
İşte bunun nedeni açık ve nettir.
Her gün görsel medyamızın ekranlarında izlediğimiz gibi, yazılı medyamızın sür manşetlerinden de büyük puntolarla karşımıza güncel olay ve yeni gündemler çıkmaktadır.
Bu güncelliğini koruyan yeni gündemler yukarıda belirttiğim gibi devletin bu iki önemli ve kritik kurumlarının bünyesinden çıkmaktadır;
TSK ve Yargı.
Evet, sevgili okurlar.
Gösterilen manzara ve görüntü çok çirkin. Hiç de iç açıcı değildir.
Ülke hep önemli tuhaf şeylerle karşı karşıyadır.
TSK’nın bünyesinde yıllardan beri gizlenen masonik anlayışlar ve inkârcı Ergenekon terör örgütünün var olması hepinizin malumudur.
Karanlık kurulların, encümen-i danışların, darbeci cuntanın varlıkları ülkeyi hep darbelerle, dikta dayatmalarıyla, post modern zorba anlayışlara maruz bırakmıştır.
Şımarıklaşarak büyüyen bu oluşumların karşısında ülke insanı büyük acılar çekmiştir.
Hem de bütçesinden, alın terinden alıp besledikleri bir toplum, hem de kendi imkânlarıyla deyim yerindeyse millet arkadan vurulmuştur.
Diğer önemli kurum olan yargı aynı paralelde, aynı anlayışla, aynı stratejiyle yola çıkmış.
Batıl, yanlış, karanlık mezhepçi kadrolarla önemli mevkiler doldurulmuş ve yüce adaleti, kutsal yargıyı kişisel ve ideolojik tavırlarla sözüm ona adaleti gerçekleştirmeye çalışmışlardır.
Bunu derken gerçekten insan hicap duyuyor ve utanç duyuyor.
Zira kavramlar çok güzel, çok kutsal, ama ne çare ki uygulama tam tersine, çok kötü.
Adeta siyasallaşan bu her iki kurumun önemli üst düzeydeki kadrolar, alttaki kadroları da etkilemeye çalışmışlar ve böylece devletin bu her iki kurumun dizginlerini ellerine geçirmeye çalışmışlardır.

* * *

Bakınız, kocaman TSK’nın bünyesinde oluşan fuhuş çetesi.
Önemli zevata şantaj yapmak suretiyle bir tümör hastalığı gibi bu kurumun bünyesinde gizliden gizliye yapılanmıştır.
Ne hikmetse bu oluşum, yaygın olarak Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde varlık görmüştür.
İşte her gün yazılı medyanın sür manşetleri büyük puntolarla bu hadiseleri önemli haber olarak kamuoyuna resimleriyle beraber duyurmaktadır.
Hiç kimse bunu inkâr edemez.
Yargıya bakıyorsun, HSYK gibi kurumun üst düzeydeki zevat batıl ve yanlış siyasal bir ideolojinin birer militanı gibi boy göstermektedir.
Şov manzaralarla toplu istifaya kadar gitmektedirler.
Başbakan HSYK Başkanvekili Kadri Özbek’e hitaben diyor ki;
"Erzurum savcısının görevine müdahale eden ben miydim? Dört dörtlük şov." daha neler, neler…
Türkiye’nin bu hali hiç de iç açıcı değildir; ama ne yapalım büsbütün ümitsizleşmeye de lüzum yok.
Yıllar yılı gelen-giden siyasi kadrolar samimi olmadıkları için siyasi geleceğinin hatırına binaen kişisel rant ve egosunu tatmin etmek için ülke insanının imkanlarını kullanarak ortaklaşa çalışılmış ve bu ülke bu hale getirilmiştir.

* * *

"Görünen köy kılavuz istemez" misali.
Manzara tüm çıplaklığıyla ortada, gün gibi aşikârdır.
Düşünün, 1990’lı yıllardan 2000’li yıllara kadar bu ülke taşıyla, toprağıyla, insanıyla hayvanıyla, canlılarıyla cansızlarıyla ne acılar çekmiştir.
Ne badireler geçirmiştir.
Ne insanlık dışı zalimane uygulamalarla karşı karşıya kalmıştır.
Bunları burada bu köşede benim yazmama hiç gerek kalmadan gidelim;
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki dağlara, taşlara, ormanlara, ağaçlara soralım.
Hep masum, mazlum insanların, ana babaların gözyaşlarıyla, gencecik kuzuların kanlarıyla sulanmış.
Köyler yakılmış, insanların yıllık zahiresini oluşturan nice harmanlar ateşe verilmiş.
Hayvan, koyun sürüleri telef edilmiş, ocaklar söndürülmüş.
Bunlardan daha acı olan şudur ki, gerçekleri ters yüz ederek alçakça, demokrasi gibi, hukuk gibi, laiklik gibi, Cumhuriyet gibi değerli kavramları istismar ederek gerçeklerin halktan gizli tutulmasıdır.

* * *

İki gün önceki aynı başlık altındaki yazımda şunu ifade etmiştim.
"Faili meçhul cinayetler diz boyu.
Vatandaş hakkını ararken bunları tespit ediyor.
Ama deyim yerindeyse vatandaşın yüzüne geri çarpıyor.
Tıpkı bizim olay gibi.
12 senelik bir dosya ortadan kayboluyor ve netice itibariyle işlemden kaldırmak maksadıyla takipsizlik kararıyla sonuçlandırılıyor.
Takdir kamuoyunundur.
İşte dosyanın tüm muhtevasını ifade eden "iyi çocuk Ali Kaya" ile PKK itirafçısı Nizamettin Özturan’ın eliyle yazılan sahte karalayıcı fişleme belgesi."
İşte manzara.
12 yıllık bu dosya üç dört büyük klasörden ibaret bir dosya halini almıştır.
Bunun ana göstergesi ülkenin can damarı, milletin göz bebeği durumunda olan TSK ve yargı gibi iki önemli kuruluşun bünyesinde yanlış kişilerin, yanlış ideolojilerin uğruna bu bölgede oluşa gelmiş karanlık tablolar.
Her zaman ifade ettiğimiz gibi bu dosyanın en önemli simgesi bu sahte vesikadır.
Bu vesika sözde PKK tarafından yazılmış?
Ama gerçek olan şudur; bunu yazan itirafçı Nizamettin Özturan ile meşhur "iyi çocuk olan Başçavuş Ali Kaya. Onların marifetleriyle gerçekleştirilmiş bir sahte belge ve karanlık organizasyon!

* * *

Amaç;
Bir aileyi yok etmek!
Bu ahlaksızlık bir rant ve büyük bir çıkar uğruna yapılmıştır.
Ve hem de bahse konu devletin can damarı olan TSK ve yargı mekanizmaları kullanılarak gerçekleştirilmiştir.
Yani o günün 7. Kolordu Komutanlığı bünyesinde yapılan haince bir plan.
Hem de hukuku ve adaleti simgeleyen dönemin DGM başsavcılığında icra edildi.
Bu iğrenç olay ve çağın utanç veren devletin ayıbı, çağ dışı bir skandal hadisedir bu ihanete dayalı sahteciliktir.
Bunu gerçekleştiren her iki kurumun önemli zevat'ın yaptıklarından daha önemli ve büyük ayıp bunları koruyan ve kollayan meslek taassubudur.
Evet,
Bu olay ve sahte belgeye dayalı plan 1998’de Yaşar Büyükanıt’ın 7. Kolordu Komutanı olduğu, Çetin Doğan'ın da Asayiş Bölge Komutanı olduğu dönemde yapıldı.
Büyükanıt bugün emekli. Çetin Doğan ise Ergenekon zanlısı.
Bu hadisenin TSK kanadı.
Yargı kanadı ise,
Dönemin DGM Cumhuriyet Başsavcısı Nihat Çakar.
Çakar tam 11 yıldır İstanbul'da Kadıköy Cumhuriyet Başsavcı Vekili olarak görev yapmaktadır.
İki oluşumun gayretkeşliğiyle büyük bir organizasyonla alt elemanlarına bunu yaptırmışlardır.

* * *

Bakınız;
Bu çağın ve yüzyılın ayıp ve zulmü olarak kabul edilmesi gereken "sahte suçlamayla" alakalı; 2003’ten beri verdiğim dilekçeler, zaman zaman işlem görmüş, maalesef zaman zaman da kayıt dışı bırakılmış, sumen altı edilmiştir.
Özellikle son dört yıldan beri Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın bünyesinde oluşmuş hukuk dışılık söz konusudur.
Bu dosyayı özellikle mürur-ü zamana uğratmak için bir o yana, bir bu yana değişik bahanelerle dosya işlem görmemiş ve son olarak da verilen takipsizlik kararının gerekçesi de zaman aşımı olmuştur.
Evet, el yazıyla yazılan hem de sahte belge kadar çirkin ve ahlak dışı bir uygulama ise bu dosyayı hukuksal olarak düşünülürse, bu dosyayı mürur-ü zamana uğratan zihniyet de o kadar çirkin ve ahlak dışıdır.
Zira kirli bir organizasyonun ayıbını örtmektir, savunmaktır, arka çıkmaktır.
Son olarak dikkatinize sunarak şunu söylemek istiyorum;
Normal savcının elinde bulunan bu dosyayı Ergenekon özel savcısının eline verilmesi için yani sıradan adi bir suç dosyası olarak görüntü vermemek için özel savcıya, CMK’nın 250. maddesine göre işlem görmesi için 07.05.2009 tarihinde dilekçe verdim.
Bu dilekçe maalesef özel olarak görevlendirilmiş savcılıkça kayda alınmadı
Ve sumen altı edildi.
Yaklaşık iki aya kadar dilekçeye cevap verilmeyince dikkatimi çekti.
Önceki dilekçenin akıbetini sormak üzere ikinci bir dilekçeyle, tekrar başvurdum. Ve özel savcı tarafından dilekçe sumen altı edilmiş ve adliyenin siciline dahi kayıt edilmemiş olduğu ortaya çıktı.
"Ben bunun peşini bırakmıyorum.
Burada savcılık suç işliyor" dememe karşın savcılardan iki-üç kişi bir araya gelip o dilekçe hiç verilmemiş gibi yeni bir dilekçe bana veriliyor ve aynı işleme konma sözü verildiği halde o da işlem görmüyor.
İşte savcılarla pazarlığa oturduğum tutanağın bir sureti bu.
En derin saygılarımla.
Hayırlı Cumalar.