ORDU BAŞARISIZDIR, AMMA NEDEN?

Evet, sevgili okurlar.
Bilindiği üzere TSK cumhuriyetten bu yana, hemen hemen diyebiliriz ki; hiçbir komşu devletle savaşmamıştır.
Keza diğer dünya devletlerinin hiçbirisiyle de…
Ancak otuz yıldan beri sadece ülke coğrafyası çapında kendi halkıyla içten içe savaşmayı yeğlemiştir.
Toplumun birçok kesimlerini Kemalist, Atatürkçü ve laik anlayışa sahip olmayanları "irticacı", "tehlikeli akım" olarak görmüştür.
Öbür yandan milletin, devletin ve vatan sathındaki yıllardan beri yayılan ve Türklerle iç içe yaşayan Kürtlere de Kürtçe bilmeyen veya Türk olarak kendini görmeyenleri de PKK’lı, Barzanici, terörist olarak nitelendirerek gittikçe güçlü bir potansiyel haline getirmeye çalışmış ve topluma hep korkunç bir güç olarak göstermeye çalışmıştır.
Öbür taraftan derin devletiyle işbirliği içinde olan Ergenekon terör belasını ihdas etmiş, gelen giden iktidarların başına musallat etmiş, tarihi şeflik ve dipçikle anılan CHP’ye taşeronluk edercesine onlar adına milli iradeyle iktidara geleni darbelerle alaşağı etmiştir.
Tüm bu Kemalizm, Atatürkçülük, laiklik ve ırkçılığa dayalı çaba, yanlış politika ve siyaset bir türlü devleti ve TSK’yı bir yere getirememiştir.
Peki, sormazlar mı neden, niçin ve ne bu başarısızlık?
Elbette ki kamuoyu sorar bunu.
Nitekim dün Şemdinli’de on bir masum Anadolunun gencecik çocuklarının şahadetiyle meydana gelen sarsıntı ve depresyon TBMM Başkanı olan Mehmet Ali Şahin’in Genelkurmaydan açıklama istemesi bunun bir kanıtıdır.
Sayın Şahin şöyle demişti:
"Genelkurmay’ın halkı tatmin edebilecek bir açıklama yapması gerekir."
Bize göre bu konuşmayı yapan Mehmet Ali Şahin’den önceki Meclis Başkanları ve diğer muhalefet olsun iktidarlar olsun partilerin bu tarz ifadelerde bulunmaları gerekirdi.
Ama olmadı.
Gülay Göktürk dünkü Bugün Gazetesinde köşe yazısında buna değinmiştir.
Sayın Göktürk deneyimli bir yazardır, kalemi objektiftir ve kullandığı her cümle de dayanaklıdır.
Bakınız, köşesine şu başlığı kullanmıştır.
"ORDU NEDEN BU KADAR BAŞARISIZ?"
Ve devam ediyor.
"Meclis Başkanı Şahin’in Genelkurmay’dan açıklama istemesi demokratikleşmede önemli bir eşiğe işaret ediyor.
Savunma konuları tartışılmaz sayan tabunun kırılması yönünde önemli adımlar atılıyor."
Evet, biz de diyoruz ki gerçekten artık bu birilerinin dokunulmaz tabusunu demokratikleşme platformunda kırılmalıdır.
Hak etmedikleri halde kutsiyet ve dokunulmazlık daha ne zamana kadar başarısız çevrelere verilecek?
Tabii eğer bu talep söylem düzeyinde kalmaz ve Genelkurmay’ın bu başarısızlığının sebebi konusunda kamuoyuna açıklama yapmasında ısrar edilirse.
Ama görünen odur ki Genelkurmay bu tür tutumlarıyla halka alay edercesine fütursuz hareket etmektedir.
Bakınız, çok ilginçtir ki Çukurca’da TSK’nın mayınlarıyla ölen altı asker için "Hiç önemli değil, ufak tefek hatalar olur" diyen Tümgeneral, dokuz askeri öldüren PKK’lılar için de "Geldiklerini gördük ama kaçakçı sandık" diyor.
Nitekim bu anılan General Çukurca ve Tekeli Tepenin içinde bulunduğu bölgenin komutanıdır.
Bu komutan Başbakan’a saldırı brifingi veriyor.
Bakınız, sevgili okurlar.
Ağlayalım mı, gülelim mi bu toplum herhalde saf, budala, aptal olmamalıdır.
Saldıran PKK’lıları iki buçuk saat önce gören ama önlem almayan General baskınla ilgili soru işaretlerini artırdı.
Generalin Başbakan’a vermiş olduğu brifingdeki konuşma çok hayret vericidir ve düşündürücüdür.
Bu millet nasıl inanır ve nasıl güvenir?
İlk akla gelen soru şöyle olmalıdır;
Bir gün önce Genelkurmay’ın "saldırılar artacak" açıklamasına rağmen PKK’lılar nasıl kaçakçı zannedildi.
Hani "Saldıran PKK’lıları biz çoban veya kaçakçı olarak zannediyorduk" demeleri..
Bu da apayrı bir biçimde kendini ele veren bir itiraf tarzıdır.
PKK’lıların görüldüğü andan saldırıya kadar geçen iki buçuk saatte ne yapıldı?
Yirmi üç kişilik PKK’lı bir grup beş yüz kişilik tabura nasıl saldırabilir?
Evet, sevgili okurlar.
Gerçekten yaramız derindir ve kangrendir.
Zaman tüm olayların en büyük müfessiridir.
Her şeyi ve tüm gerçekleri açığa vuran ve ortaya net olarak gösteren zaman faktörüdür.
Tarih tekerrürden ibarettir.
Allah-u Ekber dağlarındaki doksan bin Mehmetçiği karlar altına gömerek şehit ettiren anlayış ne ise bugünkü askerleri ve TSK’yı bu hale sokan anlayış bize göre aynı anlayıştır.
Şehitlik manasına inanmayan Kur’an’daki mertebesini inkâr eden..
Kur’an’a irticacı çöl kanunu diyen anlayış aynı anlayıştır.
Bu anlayış gerçekten çok karanlık bir anlayıştır.
Hem şehitlik mertebesini anlatan Kur’an’a inanmıyor hem de bol keseden şehitlik kavramını telaffuz ediyor.
İnanın sevgili okurlar.
Kamuoyunu kahreden bu masum gencecik körpe Anadolu çocuklarının ölümü bir yana fakat milleti enayi yerine sokarak, şovmenlik ederek, makyajlı slogan kullanmakla yetinenler bir yana dahasını söyleyeyim mi?
Hele hele şehitlerin cenazesi üzerinde imamın arkasında veya yanında boy gösteren bazı üniformalıların şovmence abdestsiz namaza durmaları o da apayrı bir kahredici tavırdır.
Çünkü geçmişe yönelik söylemleriyle eylemleri uyuşmayan ifadeler bunun kanıtlayıcı delilidir.
Namazın "N" harfine inanmayan abdestin semtinden geçemeyen anlayışlar nasıl olur da şehitlerin cenazesinde Kemali ihtiramla saf bağlar imamın arkasında, durur.
Evet, sevgili okurlar.
Gerçekten yaralarımız derin ve kangrenlidir.
Bakınız, burada üstat Bediüzzaman Hazretleri’nin yüz yıl önceki "Sünuhat" isimli kitabında şöyle bir açıklama getiriyor.
O büyük İslam allamesi üstat şöyle diyor, hem de İttihat Terraki Cemiyeti’nin Sultan Abdülhamit’i alaşağı ederek devleti eline geçirdikten sonraki dönemde söylüyor.
Din dâhilde menfi tarzda (olumsuz bir biçimde) istimal edilemez (kullanılamaz).
Yüce İslam dini kirli emellere alet edilemez.
Hele hele istismar hiç edilemez.
"Otuz sene halife olan bir zat (Sultan Abdülhamit’i kastediyor) menfi siyaset namına (olumsuz politika namına) istifade edildi" düşüncesiyle şeraite gelen tecavüzü, saldırıyı gördünüz. (İhtilalci harekât ordusunu kastediyor)
Acaba şimdi menfi siyasetçilerin fetvalarından istifade edecek kimdir bilir misiniz?
Bence İslam’ın en şedid hasmıdır ki (düşmanıdır ki) hançerini İslam’ın ciğerine saplamıştır.
Bence yol ikidir.
Terazinin iki kefesi gibi birinin hafifliği ötekinin sıkletını çeker. (ağırlığını)
Ben tokadımı atarken "ANTRANİK" ile beraber Enver’e (Enver paşayı kastediyor) atmam.
"VENİZELUS" ile beraber Sait Halim Paşayı da vurmam.
Eğer vuran varsa nazarımda ancak ve ancak sefildir.
Bakın Üstat Hazretleri yüz yıl önce neleri tespit etmiştir ve sanki bugün yaşamış gibi Türkiye’nin haçlı ve siyon emperyalistler tarafından nasıl birileri taşeron olarak kullanıyorsa ve kirli ırkçılık adına ülkeyi bölmek için acımasız bir şekilde katliamlara girişiyorlar ise ve devlet de, hükümet de bozuk ve yanlış siyasetle yanlış yerlere odaklanıyorsa vay bu devletin, milletin ve bu ülkenin haline.
Yıllar yılıdır Yüce İslam dini tüm gerçekleriyle bu milletin her kesiminin beynine ve kalbine yerleşmiş ilahi bir realitedir.
Kur’an Hazreti Muhammed (s.a.v)’in kalbi üzerine vahiy olarak inmiştir.
Buna rağmen Kemalist, laikçi bir güruh özellikle TSK bünyesinde bulunan Ergenekoncu generaller tarafından boy hedefi olarak gösterilmişse ve gelen giden hükümetler de bunlara boyun eğmişlerse bugün bu ülke bu yamuk politikanın yüzünden yıllardan beri kendini terör ve anarşiden kurtaramamıştır..
Hele sonumuz nereye gidecek o da belli değildir.
Neden mi?
Zira illetin ve hastalığın yanlış teşhisi söz konusudur da ondan.
Gösterilen hedef bize göre şeklidir.
Arkasında kumandayı elinde tutan derin ve karanlık kurullar vardır.
Sayın Cumhurbaşkanı bu hususta zirve toplantısı yaparken tabii ki alınan kararların iç yüzünü kamuoyuna görülen lüzum üzerine açıklamıyor.
Tabii haklı ama velâkin daha ne zamana kadar bu illete teşhis konulamaz veyahut gerçekler görmezlikten gelinir.
Halkı oyalama politikasıyla dindirirler.
Hoşçakalın, sevgi ve saygılarımla.