PSİKOLOJİK HAREKAT VE KOMPLO TEORİSYENLERİ!

Evet değerli okurlar!
Her zaman sizinle paylaşmak istediğim gerçek şudur;
Ülkenin kaderini eline geçirmek isteyen kilit odakların başında bulunanların mutlaka gerçek kimliklerinin ortaya çıkarılması gerekir.
Çok yüzlü devşirmeler, değişik versiyonlarda kendini gösteren belirsiz karakterli kişiler kilit noktaya geldiklerinde ülkeye yarar yerine zarar vermektedirler.
Zira dışı, içine uymayan münafık tinetli kimseler, halka değil, kendine çalışır.
Zayıf irade ile düşük karakterlerle, gizli kimlikleriyle dış mihraklara piyon olurlar. Onların nam-ı hesabına failiyet gösterirler.
Halkına rağmen halkı yönetmek isterler ve halkı hegemonyaları altına alarak köle görüp her alanda ülkeyi sömürürler.
Bu tür değişik yüzlülük ve ehliyetsiz maceracılar bir ülkede var olduğu ve söz sahibi olduğu müddetçe o ülke hiçbir zaman çağdaş, medeniyet seviyesine ulaşma şansını yakalayamaz.
Bakınız!..
Radikal Gazetesi’nin dünkü nüshasında İsmet Berkan’ın köşesinden çok ibretengiz bir iki ifadesini izninizle sizinle paylaşmak istiyorum.
Berkan şöyle diyor: "Ergenekon belgelerinde 2003 yılında Kara Kuvvetleri Komutanlığı karargahında hazırlanmış bir bilgi notunun kapak sayfası da var.
Bu kapakta, Kara Kuvvetleri’nin logo ve sembollerinin altında komutan için hazırlanmış bilgi notunun başlığı yer alıyor: Hükümetin irticai ve TERÖRİST faaliyetleri.
Türkiye Cumhuriyeti hükümetine ‘terörist’ deniliyor yani. Ergenekon savcısı bu belgeyi sorduğunda Genelkurmay ‘Bizim değil’ cevabını veriyor ama biliyorsunuz Dursun Çiçek’in ‘İrticayla Mücadele Eylem Planı’ için de ‘Bizim değil’ demişlerdi.
Kendi halkına karşı psikolojik harekat düzenleyen başka bir ordu var mıdır dünyada? Varsa hangi ülkenin ordusudur o?"
Evet sevgili dostlar!
Gerçekten sayın İsmet Berkan’ın tespiti yerindedir ve bu tespitinde yerden göğe kadar haklıdır.
Hakikaten bugün yeryüzündeki dünya ordularının tabii ki yamyam, çağdışı üçüncü dünya ülkeleri harıç.
Hiçbir zaman, hiçbir ordu, milletine rağmen milletle ters düşmez.
Yasalar çerçevesinde kendisine verilen kanuni görevler dışında kabuğundan çıkıp siyaset güdmez.
Siyasetle uğraşamaz, devletlerinin bütçesinin en büyük payına sahip oldukları halde, o bütçeyi harp harekat ve sanatı dışında milletine karşı kullanmaz. Generaller ve Amiraller, o bütçeyi kişisel çıkar ve menfaatleri doğrultusunda harcayamaz, TSK hariç.
Bilindiği gibi, dünden beri yazılı medyamız çarşaf çarşaf sayfalarında Ergenekon savcılarına gönderilen mektubun tümünü yayınlamaktadırlar.
İsmi açıklanmayan bir subayın savcılara gönderdiği mektup, ‘İrtica ile Mücadele Planları"na yöneliktir.
İçeriği tümüyle birkaç tane cuntacı subay tarafından hazırlanmış.. Ama ortalık karışınca büyük çabalarla kaybetmeye çalışmışlar, bilgisayarlarından silmek istemişler.
Ama gel görelim ki; insanlar işini yapar, Allah da başka işini yapar misali günü gelir "Satvet-i İlahi" elbette ki zulüm ve mezalimle işlerini iş edenlerin burunlarını yere sürter.
Gerektiği anda bel omurgalarını kırar ve çökertir.
Halkının yüzde 99’u müslüman olan bir ülke tüm imkanlarını seferber ederek bütçesini gırtlağından, boğazından koparıp kıt imkanlarla devlet bütçesini hazırlayıp bu bütçenin en büyük pasta dilimini Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ayırdığı halde, bir türlü cuntacı generallerin ideolojik, Marksist düşünceye sahip bazı subayların nezdinde bir türlü makbul görülmüyor.
Aslında bu kurumun önemli mensupları kendilerine verilen kışla görevini yerine getirip halkın gözüne girmeleri gerekirken, yani halkın takdir ve teveccühüne layık olması gerekirken tam tersine halkı sömürülmesi gereken bir köle fonksiyonunda görüyorlar.
Tıpkı yıllar öncesinde Suriye’nin, Irak’ın, Libya’nın, daha doğrusu Ortadoğu’daki devletçiklerin orduları gibi ülkesine yönelik değil, tam tersine emperyalizme hizmet eden ülkeler gibi…
Nitekim Ergenekon savcılarına ismini gizleyerek mektup yazan subayın kaleme aldığı gerçekleri bizim görüşümüzle örtüşüyor ve bizim bu tezimizi kanıtlıyor.
Bakınız sevgili okurlar!
Ülkemizde yaşanmakta olan çağdaş skandallara bakın…
Ne çare ki, bu skandal, bu ayıplar zinciri zaman zaman Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bünyesinde oluşa gelmektedir.
27 Mayıs 1960’tan bugüne dek Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bünyesinde bulunan bazı Generaller, yüksek rütbeli subayların gösterdikleri gizli aktifliklerin temel hedefleri, yüce İslam diniyle mücadele olmuştur.
Harp sanatını, kışla eğitimini geri planda bırakmış, illa ki "İrtica.." 
Ama yüreklilik gösterip bir türlü "irtica" kavramına açıklık getirememektedirler.
Yani "İrtica = İslam dini" diyemedikleri halde, ama gizledikleri kimlik ve gösterdikleri değişik yüzler, münafıkça tinetler, tümüyle yüce İslam diniyle savaşmak ve gerçek manada bu dine mensup olan insanlarıyla karşı karşıya gelmektir…
Halkını, oldukça dinden uzaklaştırma planları ve Kur’an’ı sinelerden değişik yöntemlerle silme ve sindirme planı olmuştur.
Oysa ki tarih bu tür olguları yalanlıyor ve lanetliyor.
Zira, yalan söylemeyen gerçekçi tarih, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne çok önemli yer vermiştir.
Günü gelmiş tarih Türk Silahlı Kuvvetlerinin kahramanlıklarını 'altın' sayfalarla yazmıştır.
Ama heyhat!
Ne çare ki; Osmanlı’nın son döneminde emperyalist, siyon ve haçlı emperyalizmin köleliğini üstlenen İttihat Terakki’nin bir uzantısı durumunda olan Marksist, inkarcı solcu Cumhuriyet Halk Parti’nin ideolojisi paralelinde hareket eden bu kurumun kilit noktadaki bazı mensupları, o tarihi gerçekleri görmezlikten gelerek fesat bir ideoloji anlayışı ile gününü gün etmektedirler.
Nitekim bu maceraperestlerin ülkeyi bilinmeyen bir meçhule sürükleme halleri eninde sonunda onları ele vermiştir ve vermeye de devam ediyor.
Bakın sevgili okurlar!
AK Parti ve Gülen’i Bitirme Planı’nın orjinalini mektubuna iliştirerek Ergenekon savcılarına gönderen subayın ihbar notlarına..
Bu gerçekçi subayımız aynen şunları yazıyor:
"İrticayla Mücadele Eylem Planı’ basında yer alır almaz, evrakın aslını gizlice aldım. Önce bir kriz yaşandı. Ancak daha sonra belgenin ele geçmesinden korkan bir cunta mensubu tarafından imha edildiği görüşü benimsendi.
Söz konusu eylem planı dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Igsız’ın verdiği direktifle Albay Çiçek tarafından hazırlanmıştır. Orgeneral Başbuğ, belge hakkındaki basın açıklamasını, aslının imha edildiğine kanaat getirince yaptı.
Sayın Savcım,
Kuşaklar boyu TSK’ya (Türk Silahlı Kuvvetleri) hizmet vermiş bir aileye sahip olmaktan onur duyan bir subayım. Son dönemde TSK’nın tarihinde hiç olmadığı kadar itibar kaybına uğraması, beni ve benim gibi vatanını ve milletini seven birçok silah arkadaşımı son derece rahatsız etmiştir.
Dosta güven, düşmana korku vermiş ordumuzun kendi milleti nazarında güven kaybediyor olması çok acı bir durumdur. Kendi milletine karşı psikolojik hareket yapan, toplumu bölen ve toplumun değerlerini karşısına alan bir TSK’nın hayal edilmesi mümkün olmadığı nasıl bir gerçekse, TSK’nın tamamının böyle olmadığı da bir gerçektir.
Maalesef, önceleri doğru ve gerekli olduğuna inandığım ancak şu an içinde bulunmaktan büyük pişmanlık duyduğum, sadece 3’üncü dünya ülkelerine özgü bir şekilde kendi vatandaşına ‘psikolojik harekat’ uygulayan ve bunun adına da ‘bilgilendirme faaliyeti’ şeklinde masum ve haklı görünen bir maske uyduran bir cunta oluşumunda birçok arkadaşımla birlikte görev aldım. Bu oluşum, ilk başta gayet haklı gerekçelerle kurulan ve gerçek görevi düşmana karşı psikolojik harekat uygulamak olan Psikolojik Harekat Daire Başkanlığı’nı kendine maşa olarak kullanıyordu. Bu güzide kurumun imkan ve kabiliyetlerinden yararlanılarak devletin vali, kaymakam, savcı, hakim gibi önemli kadrolarında görevli personeli de dahil olmak üzere insanlarımız haklarında oluşturulan ‘Bilgi Fişi’ adı verilen belgelerle tek tek fişlendi. Cunta yapılanmasının organize ettiği yasal dayanağı bulunmayan faaliyetlerine kamuoyuna yansıması sonucu bu kurumumuz yıprandı, adı ‘Bilgi Destek daire Başkanlığı’ olarak değiştirilmek zorunda kalındı ve görev alanı daraltıldı. Hali hazırda devam eden cunta faaliyetleri neticesinde, son olarak toplam sayısı dört olan muharebede Ege Ordusu Komutanlığı dahil tüm Ordu Komutanlıklarını destekleyecek olan Bilgi Destek Taburlarının sayısı bire düşürülerek asli görevini yapamayacak hale getirildi. Geriye kalan son taburda görevli bazı personel halen asli görevlerine yönelik çalışmaları bir kenara bırakarak cunta örgütlenmesinden aldıkları örtülü ve yasadışı görevi yürütmeye devam etmektedir."
Evet sevgili okurlar!
Bildiğiniz gibi Medyaya yansıyan iddialara göre bu işte başrol oynayan Genelkurmay eski Başkanı Yaşar Büyükanıt’tır.
Rapordaki tespitler,
"AK Parti orduyu dinlemiyor, Erdoğan’a yapılan telkinlere rağmen, Gül Cumhurbaşkanı seçildi.
22 Temmuz seçimi ılımlı islamın bir nevi miladıdır.  AK Parti’nin zaferiyle tamamlanan seçimler, ülkenin ılımlı islama dönüştürülmesi gayretleri bakımından bir milattır.
Köşk telkinleri tutmadı.
Başbakan’a yapılan bütün telkinlere rağmen, Gül Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Sıkıntıları göğüslemeye ordu olarak hazır olmalıyız.
DTP’nin Meclis’te İşi Ne
DTP’nin Meclise girmesi demokrasi için talihsizlik. DTP’nin sıkıntıları istismar edilmeli. Kamuoyu baskısı yaratılmalı.
Orduya Destek Azalıyor
TSK’nın işbirliği yapabileceği kurumlar azaldı. TSK’nın siyaseti yönlendirme kabiliyetinin kalıp kalmadığı araştırılmalı."
Evet sevgili okurlar!
Yaşar Büyükanıt kimdir?
2005’te Şemdinli’de vuku bulan olayın başrolünü üstlenen Astsubay Ali Kaya’nın, nam-ı diğer Mutkili Ali’yi olaydan sıyırtıp temize çıkarmak için "İyi çocuktur" diyen kişidir. O kişi de Yaşar Büyükanıt’tır.
Zira Yaşar Büyükanıt’ın 1997 – 1998’li yıllarda bu bölgede 7. Kolordu Komutanlığı görevini üstlenirken, Jandarma İstihbarat Subayı Cemal Temizöz ile MİT Bölge Başkanı Cemal Uzgören ve Mutkili Ali ile çalışıyordu. 
Bu meşhur üç komplo teorisyeni halkın içine saldırıp habire yalan dolan, iftira kampanyasıyla komplo teorileri hazırlayıp birçok vatandaşları ve aileleri mağdur etmişlerdir.
Yazımın başında da ima ettiğim gerçekler paralelinde yinelemek istediğim olay şudur:
Yukarıda değindiğim gibi, ülkenin kilit noktalarına gelen insanlar, açık kimlikli olmalıdır.
Değişik yüzlüler, içiyle dışı birbirine uymayan, içlerinde nifak tohumlarını gizleyen kimliksizler, ülkeye yarar yerine hep zarar vermişlerdir ve zarar vermeye de devam etmektedirler.
Anlatmak istediğim gerçek, devletin bünyesinde barındırdığı insanlar ve Silahlı Kuvvetler gibi önemli kurumların içinde ve başında rol alanlar, her halukarda geçmişleri temiz, mefkure ve düşünceleri sağlam inanca dayanmalıdır.
Zikzak çizen, kimliklerini gizli tutan her kim olursa olsun, eninde sonunda kaş yapayım derken göz çıkarma fonksiyonunu yaşatırlar ülkeye.
Evet!
Emekli Orgeneral Yaşar Büyükanıt kimdir?
Sorusuna aşağıda açıklamak istediğim çok önemli bilgilere dikkatinize çekiyorum.
Ancak, açık yüreklilikle bunu da belirteyim ki, eğer bu tespitlerimizde bir yanlışlık varsa, lütfen aynı köşede ve aynı sütunlardan yayınlamak üzere bize cevap gönderebilirler.
Aksi taktirde söylediklerimizi kabullenmiş olacaklar.
Zira bu memleket artık geçmişe yönelik karanlık ve dumanlı havalarla karşı karşıya kalmamalıdır.
Azgın kurtlar nerede olurlarsa olsunlar artık dumanlı havadan faydalanmamalıdır.
Zira zulmetin, karanlığın işgal ettiği yer, artık adalete, hukuka ve demokrasiye dayalı aydınlık ve nuraniyet almalıdır.
Evet!
Yaşar Büyükanıt iddialara göre Van’ın Başkale ilçesinden Süleyman adlı bir babanın oğludur.
Cühud Kürt bir aileye mensuptur. Yani Kürt Yahudi kökenli bir ailenin mensubudur.
Babası o zamanlarda o ilçede Kasarlık sanatını yapıyordu. Kasar, yani beyaz Japon bezini boyalatıp, rulo halinde elbise olarak piyasaya satıp, para kazanıyordu.
Gel zaman, git zaman, görülen lüzum üzerine Süleyman bey, yani Salomen efendi, Aşkale’den İstanbul’a yerleşmiş, artık İstanbul’un hangi ilçenin nüfusuna kayıtlı olduğunu bilemiyorum.
Edindiğimiz bilgilere göre, bize intikal eden bu bilgi ve iddia yine o yörenin, yani Aşkale’li ismi gizli bir vatandaşın ağzından canlı bir şahit olarak bize intikal etti. Bu iddia doğru mu değil mi bilemem. Ama üzerinde durulup, araştırılması gereken bir iddia.
Taktir ve yorumu siz değerli okurlarımıza ve kamuoyuna bırakıyoruz.
En derin saygılarımla…