RÜŞVET VERMEYENE KIRMIZI ENGEL!

Evet, sevgili can dostlarım ve SÖZ Gazetesinin müdavim okurları.
Gerçekten ülkede, yaşananlar, olup bitenler hiç de iç açıcı değildir.
Gittikçe insanlarımızın çalışma alanı daralıyor, azmi ve çalışma şevki kırılıyor.
Neden mi?
İşte "Görünen köy kılavuz istemez" misali ülke çapında kamuda görünen acı ve karanlık tablo.
Sosyal görüntü çok kötü...
Hani demişler ya: "Bulanık havada avlama imkânı Kurtlar için daha kolaylaşır"
Gördüğümüz ve yaşadıklarımızın bize kazandırdığı deneyimlere dayanarak bazı tespitlerimiz var..
"Bu gidişatla Türkiye nereye gidiyor?" diye bir soru sormak lazım.
Her gelen iktidar kamunun kurum ve kuruluşlarında birtakım çalışma yaparak bazı değişikliklere gidiyorsa da fakat bir türlü dikiş tutturamıyor.
Zira yasalar caydırıcılık unsurunu yitirmiş..
Köhne ve çağdışı yöntemlerle uygulanıyor.
İnsan temel hak ve özgürlüklerine yakışmayan yanlış uygulamalar hukuk diye topluma yutturuluyor ise de ama velakin olayın gerçek yüzüne verilen görüntü tam tersinedir.
Bu nedenle bazı kamu kurum ve kuruluşlara yönelik mağdur olan vatandaşların haklarını arama cihetine gidildiğinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemeleri’nin verdiği kararlar hep Türkiye’nin aleyhinde olmuştur.
Türkiye’nin yıllardan beri ödediği tazminat davaları 100 Milyon TL’yi geçmiştir.
Çünkü yapılan uygulama tümüyle keyfidir, cebridir veya ideolojiktir.
Hiç de hukuka dayalı değildir.
Kaş yapayım derken illa ki göz çıkarılıyor.

 

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.
İki günden beri Türkiye’nin gündemini işgal eden İstanbul Gümrük’teki rüşvet olayı…
Yargıdaki büyük çaplı tahliye olayı..
Sekiz yıldan beri hükümetin verdiği çalışma hala da gönülleri rahatlatacak duruma gelmemiştir.
Siyaset alanı büyük bir mutluluk içerisinde kutlu gecelerini yaşıyor.
Devletin zirvesi düğünlerde buluşuyor hem de Şaretonlarda, Hiltonlar da vs…
Ama ülke çapındaki yaşanan görüntüler gerçekten çok üzücü.
Günlük yazılı medyanın manşetlerinde büyük puntolarla rüşvet skandalı yazılıyor.
Hem de kamunun önemli ve kritik kurumlarında.
Dünkü Taraf Gazetesine bakınız..
Manşetine şu ifadeyi taşımış.
"RÜŞVETTE HER YOL ANKARA’YA ÇIKAR"
Ve devamla şöyle diyor;
"İstanbul Mali polisinin son gümrük operasyonunda çoğu resmi görevli 35 kişi gözaltına alınırken uzmanlara göre ithalatta rüşvetin komuta merkezi Ankara’da"
Şüphelilerin tümü müşavir, müdür, müsteşar…
Vay bu memleketin haline, gerisini siz düşünün.

 

* * *

"İstanbul’da gümrüklerdeki rüşvet operasyonunda gözaltına alınan 35 kişinin başında İstanbul Gümrük Başmüdürü Lütfü Ekinci geliyor.
Diğer şüpheli kişilerin tümünün tamamen üst düzey memurlar olması tesadüf değil.
Eski gümrük Başmüfettişi Aykut Kalaycı çarkın nasıl döndüğünü anlatmış...
İthalatta rüşvet için bağlantıyı gümrük müşavirleri sağlar, en büyük hisseyi gümrük müdürü alır, Ankara’ya payını sonra gönderir"
Kıssadan hisse olarak, bu haber diğer bazı kurumları da zımnen anlatıyor.
Yeni Şafak Gazetesinin dünkü birinci sayfasında şöyle bir haber yer alıyor;
"RÜŞVET VERMEYENE KIRMIZI BÖLGE CEZASI"
"Devlet Bakanı Hayati Yazıcı’nın talimatıyla başlatılan gümrüklerdeki rüşvet operasyonunda ilginç ayrıntılar ortaya çıkmaya başladı.
Gözaltına alınan gümrükçülerin rüşvet vermeyen bazı firmaların mallarını rüşvet gelene kadar kırmızı bölgede beklettiği iddia edildi"
Bizce buna da resmiyetin kırmızı engeli deniliyor.
Star Gazetesinin dünkü birinci sayfasında verilen trafik canavarıyla ilgili haber şöyle geçiyor;
"ÖLMEYİNCE TRAFİK CANAVARI SERBEST KALDI"
"Motosiklet sürücüsü 25 yaşındaki Mustafa Kaçan’a çarpan ve bacağının kopmasına yol açan A.R.mağdur ölmedi gerekçesiyle serbest bırakıldı.
Hastanede yaşam savaşı veren Kaçan’ın ağabeyi Nihat Kaçan bu nasıl bir karar anlamadık, kesilen bacağın hesabını kim verecek?"
Tabi ki bu da trafik polisinin verdiği rapora bağlı…
Allah hakkın yanında daima hakkı hak etsin, batılı batıl olarak millete tanıtsın ve milletin de iyiliklerle kötülükleri ayırt etme basiretini nasip etsin.
Eğer bu millet zalime ve zulme dur demedikçe, zalimi tanıtmadıkça, zalime yalakalık yapıp korkaklıkla daima zalime himaye gözüyle bakarsa zalim korunursa o ülkenin sonu çok vahim.
Kendini hiçbir zaman uçurumun kenarından alıkoyamaz.

 

* * *

Evet, sevgili okurlar.
Bakınız iki gün üst üste Jandarma Trafik ve Emniyet Trafik polisinin nakliye kamyonlarının şoförlerine acımasızca kestiği astronomik rakamlara dayalı cezaları kamuoyuyla paylaştık.
Bugün Diyarbakır’daki olup biten bir skandalın içinden geçtik, manzara o kadar kötüydü ki gerçekten insanın içini karartıyor.
Öğleden sonra saat 15.00 sularında Seyrantepe Viyadük geçidinden geçerken görünen bir kalabalık ve bir taksi yol refüjlerine vurmuş. Taksinin ön sağ kenarı gitmiş ve taksinin önüne her iki yolun zeminine büyük bodur taşları atılmış..
Mahallenin insanları oraya toplanmış kimseye geçit vermiyor haklı bir şekilde..
Yaklaşık bir saat boyunca vatandaşın yol geçiş hürriyetine adeta el konulmuş..
Herkes birbirine bakıyor, dert yanıyor nedir bu hal?
Ben indim sordum, oradaki eylemcilere hepsi 15-16 yaşlarındaki gencecik çocuklar.
O mahalleden ha bire gruplar halinde yola geliyorlar ve avaz avaz bağırıyorlar, "üst geçit istiyoruz, üst geçit istiyoruz" diye.
Trafik yolu tıkatmış, dönüş yapmak isteyen de zor dönebiliyor veyahut dönemiyor.
O kalabalığın içinden kadının birisi bana yanaştı "ben beş çocuk sahibiyim, beş yetimim var, kocam ölmüş bu akşam çocuklarıma yedirecek hiçbir şey yok dedi, bana 30 TL lazım.."
Cebimde bozuk para 20 TL vardı onu kadına verdim, dua etti "Allah razı olsun" dedi ayrıldı.
Yolu işgal eden gruba yanaştım "Siz yolu verin, yolu açın vatandaş yoluna devam etsin, biz yetkililere yazarız çizeriz, devlet yapmazsa bir işadamı olarak size söz veriyorum bu geçidi yapıyorum ben"
Hayır mümkün değil dediler, yetkililer buraya gelsin.
"Özel İdare mi, Karayolları mı, Belediye mi her ne olursa olsun kesinlikle geçit vermiyoruz"
Etrafımıza baktık.
O trafiğin düzelmesi için trafik polisi olması lazımdı..
Ama, hiç bir trafik polisi olmamakla beraber asayiş polisi de yoktu.
Onun için manzara çok kötü.

 

* * *

Acil hastaların Devlet Hastanesinden Yeni Araştırma Hastanesine her gün onlarca ambulans gelip-geçiyor.
Varsayımla o an için ağır yaralı, ağır hasta veya doğum yapmak üzere bir kadın oradan geçmiş olsaydı, tabi ki yol kapalı.
Trafik Polisi’nin herhalde yoğun işleri vardı.
Acaba kum taşıyan kamyonlara ceza kesmekten veya sürati ölçmek için radar kurmaktan dolayı işleri başından aşkındı herhalde.
Sonradan bazı vatandaşlar tarafından Emniyet Müdürlüğü arandı.
Nihayet Yenişehir İlçe Emniyet Amirliğinden, sivil bir amir geldi.
Onun müdahalesiyle nihayet geçit verilmiş; ama o arada biz yolumuzu değiştirip geri döndük, diğer güzergâhlardan büroya geçtik.
Tüm bunlar var iken Türkiye’nin manzarası gerçekten çok acayip ve tablo çok düşündürücüdür.
Biz burada bunları yazarken kesinlikle polisimize veya emniyetimize suçlama getirme niyetimiz yoktur.
Ancak bildiğimiz kadarıyla meydana gelen olaylar her nerede olursa olsun, ne olursa olsun zaman geçmeden orada polisin bulunması ve görev başında olması gerekir.
Yasalarımız da ve emniyet teşkilatı yönetmelikleri de bu yönde amir hükümleri vardır.

 

* * *

Sevgili okurlar.
Çok geçmişe yönelik özellikle Diyarbakır polisiyle benim aramda geçen bir anımı sizinle paylaşmak istiyorum.
Yıl 1982..
O zaman ben müteahhitlik mesleğine yeni girmiş, askeri ve mülki inşaatları yapıyorum.
Çalışma yoğunluğum Kurdoğlu Kışlasındaki askeri lojmanlar ile öğretmen lojmanlarıydı.
Onları yapıyorduk.
Bir gün sabahın erken saatlerinde evimin kapısı çalındı, gittim kapıyı açma sordum; "kimsiniz" dedim "polis.." dedi.
Polis deyince kapıyı açtım, baktım kapının önündü dört beş tane sivil polis.
Ellerinde telsiz, kimlik gösterdiler evet Mali Şubeden gelen polisler.
Buyurun içeriye aldım, hayırdır dedim.
Dediler ki aldığımız ihbara göre siz uyuşturucu kaçakçılığı yapıyorsunuz..
Tabi ki güldüm, memurun biri gülme dedi sen polisi küçük mü görüyorsun.
Hayır dedim. Polisi küçük görmüyorum. Ama polis bilgisizce, dayanaksızca, sabahın erken saatlerinde masum vatandaşın kapısını çalmaz.
Hayır dedi tespitlerimiz var.
Siz Kurdoğlu Kışlasındaki şantiyenize gelen kaçak elektronik malzeme yüklü kamyonları oraya getirip askeri bölge diye boşaltıyorsunuz ve peyder pey piyasaya gizlice satıyorsunuz, böyle ihbar aldık.
Peki, dedim.
Elektronik eşya satması nerede uyuşturucu nerede?
Tabi o arada dedi uyuşturucu da olayın içinde var, biz evi arayacağız, buyurun arayın dedim.
Evi didik didik aradılar bir şeye rastlayamadılar.
Dedi biz şantiyeden geliyoruz oradaki ambarları da aradık dedi bir şey yok.
O zaman benim optik mağazam vardı oraya da bakacağız dediler.
Gittik orada da bir şey bulamayınca sivil memurun birisi beni kenara çekti, yavaşça dedi.
Akıllı ol sen ne biçim esnafsın.. Sen ne biçim esnafsın, buradaki saatleri gözlükleri çerçeveleri gümrüğe götürüp vereceğiz senin bu yepyeni malın gümrük depolarında çürüyüp gider.
Mahkeme seni haklı çıkarsa dahi hiç bir şey alamazsın.

 

* * *

Peki, ne istiyorsunuz, işte biraz konuşalım kibarca dedi.
Üst kattaki büroda oturduk.
Çay, kahve içtik. Beş kişiydi, adam başı dedi bize o günkü parayla 1000 TL verirsin, dedi.
Fazla uzatmayalım nihayet adam başı değil her beşine 1000 TL ile uzlaştık..
Ama sabah sabah para bende yok muhasebeci de henüz gelmedi.
Saat dokuzda banka açılınca ben size 1000 TL vereyim dedim.
Tabi inandıramadım, nihayet kendi meslektaşlarından tanıdığım çok namuslu ve dürüst bir polis memurunu çağırdım geldi, kefil oldu ondan sonra gittiler.
Ama ben bu mağduriyetime dayanamadım ve bunlara rüşvet verme niyetinde de değildim; ancak bu yöntemle onları gönderdim ama nerde ise bir saat sonra gelecekler benden parayı isteyecekler.
Ben hemen 7. Kolordu Komutanlığınden Kurmay Albay Mustafa Demirci’yi aradım.
Sayın Albay’ım mesele böyle böyle böyle.
Dedi Mehmet Ali Bey sen parayı hazırla orada çekmeceye koy, ben ekip gönderiyorum, onları suçüstü yapalım.
Aynı bu şekilde ekip gönderdi, saati vakti geldi, o polisler bu sefer kefil olarak gösterdiğim arkadaşla beraber geldiler.
Ben her ne kadar o kefil arkadaşa değişik işaretler veriyorsam da kendisi bir türlü anlayamıyor.
Ama çok samimi ve iyi niyetli bir polisti…

 

* * *

Nihayet!
Parayı sayarken karşı tarafta bekleyen sivil asker hemen olaya el koydular, apar topar yakaladılar, suçüstü yapıp götürdüler ve tutukladılar.
Onların başında da tek yıldızlı Komiser Ali vardı.
Ama hiç de polise karşı böyle bir girişimde bulunmak istemiyordum.
Ama çok haksız ve tutarsız iftira ve çapulculuğa varan bir hareketten dolayı benim kişiliğim bunu yutmaya müsaade etmedi ve etmezde.
Evet, geçmişe yönelik bunun gibi daha çok böyle hadiseler başımızdan geçmiştir.
Ama memleket bu halle bu gidişatla bu ülke sittin sene de geçse bin sene de geçse bana göre bu anayasa ile düzelmesi mümkün değil.
Düşündürücüdür.
Bizim görevimiz, medya olarak gerçekleri, kamuoyuna yansıtmaktır, olup bitenleri yazmaktır ve kamuoyunu aydınlatmaktır.
Yoksa biz ne icra merciiyiz, ne de yargı…
Ama kamuoyunu temsilen gazetecilik vazifemizi her an için her platformda yapmaya devam edeceğiz.
Çünkü olumsuzluklar kanımıza dokunuyor..
Zulümler gayretimize dokunuyor, mağdur ve ezilmiş, imkansız halkımız terör odakları altında yıllar yılı inim inim inlemekte devam ederken hiç olmazsa bu devletin resmi görevleri birer baskıcı unsur olmaktan değil şefkat, merhamet ve çıkarsız, menfaatsiz görev yapsın istiyoruz.
En derin saygılarımla...