SAHTE BELGENİN PATENTİ KİMİN?

BU SAHTE BELGE 7. KOLORDU KOMUTANLIĞI’NIN PATENTİNDEN ÇIKMIŞTIR.

Ülkemizin ve özellikle bu bölgenin karanlıkta kalan kör düğümleri artık çözülsün.
Çözülmesi için hukukun üstünlüğüne inanan sosyal bir hukuk devleti anlayışıyla yola çıktığını ifade eden devlet, artık ciddiyetini ortaya koymalıdır.
Bilakis çok geç kalınmıştır.
Yıllardan beri inim inim inleyen vatandaşın, anaların, bacıların, eşlerin dökülen gözyaşları..
Akıtılan masum insanların kanları ve Anadolu ocaklarına kor ateşi gibi konulan gencecik Mehmetçiğin cenazeleri..
Bu yörede bunca yakılan, yıkılan köyler.. Şehre göç eden aileler ve söndürülen ocakların müdafiliğini artık bu devlet üstlenmelidir.
Adaletin ve hukukun sesi artık yükselmelidir.
Çünkü bunca yıldan beri Ergenekon’un, JİTEM’in ve bu paralelde diğer terör mihraklarının gösterdikleri aktif çalışma sistemi aynı odaklara dayanmaktadır.
O nedenle gerçeklerin üzerine çekilen kara şallar artık kaldırılmalıdır.
Şeffaflık, berraklık ve aydınlık yıldızları artık parlamalıdır.
Bu da hukukun, yargının, adaletin şaşmaz terazisiyle mümkündür.
Her halükarda hukuk gerçek kimliğini net olarak ortaya koymalıdır.
Aksi takdirde bu ülkede gittikçe derinleşen yaralar daha bir derinleşir ve sarılması da mümkün olmaz.
Sözün kısası yıllardan beri yanı başımızdaki yaşana gelen gerçekler görünmeli, katiller ve hamileri bir bir ortaya çıkarılmalıdır.
Dünkü SÖZ Gazetesinin manşetine taşıdığı "JİTEM Elemanlarının değiştirilen isimlerini İçişleri Bakanlığı açıklamadı" haberi ve o paraleldeki büyük puntolarla atılan "Aygan resmen istendi" başlıklı haberi okudum ve bu paralelde yetkilileri ve özellikle Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkeme Başkanı ve Heyetini bu hususta kutluyor ve tebrik ediyorum.
Bir nebze dahi olsa insanlarımızın ve toplumun diğer kesimlerinin yüreklerine serin su serpmiş oldular.
Demek ümitvar olmak gerekir.
"Türkiye’de gerçek Hakimler ve Savcılar var" düşüncesini gönüllerimizden silmemek gerek.
Haber şöyle devam ediyor:
"Birleştirilen JİTEM davasında mahkeme JİTEM sanığı PKK itirafçısı Abdulkadir Aygan’ın bulunduğu İsveç’ten Türkiye’ye iade edilmesine karar verdi."
Bu karar bize göre tarihi bir karardır ve geçmişe yönelik mazinin karanlık derinlerinde kalan birçok kirli odakları ortaya çıkaracaktır.
"Diyarbakır’da 11 yıldır görülen JİTEM davası 5 görevsizlik kararının ardından Özel Yetkili Mahkemeye gönderilmişti.
Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi, gelen dosyayı hala mahkemelerinde görülen ve sanıkları arasında ‘Yeşil’ kod adlı Mahmut Yıldırım ile itirafçı Abdulkadir Aygan’ın bulunduğu davayla birleştirilmesine karar vermişti."
Ben de fiilen bu davaya müdahil olmak istiyorum.
Çünkü 1993’lü yıllardan 2000’li yıllara kadar gerek Mehmet Ali Altındağ ve gerek Altındağ ailesi ve gerekse Diyarbakır Söz Gazetesi olsun, JİTEM’den ve Ergenekon’dan büyük çapta zarar gördü.
Birçok olaylar silsilesinin mağduruyuz.
Ama ne çare ki haberde nasıl ki 5 defa takipsizlik kararı verilmiş ise de bizim de aynı davanın aynı şekilde 5 yıldan beri 3 klasörden ibaret ve defalarca vermiş olduğumuz dilekçelerimize rağmen bir türlü Özel Yetkili Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ele alınmamış ve bu tarihi dosya ne çare ki hala da tozlu raflarda beklemektedir.
Bunun sorumluluğunu acaba kim taşıyabiliyor diye onu da düşünmüyor değiliz.
Bu hususla ilgili size çok çarpıcı bir belge sunmak istiyorum.
Yani verdiğim önemli bazı dilekçeler dahi resmi kayıtlardan geçmemiştir ve sümenaltı edilmiştir.
Günü gelmiş dilekçelerimizin aylarca kayıttan geçirilmeyip bir kenara atılmış halini tespit etmişiz ve sinirlenerek kayıttan geçirilmeyen dilekçemizi geri istemek zorunda kalmışız.
Tutanak karşılığında geri çekme zorunluluğu hissedilmiş ise de, ancak Avukatımız tarafından tutanağa dipnot olarak el yazıyla yazılan bu yazı Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nı zor durumda bırakmıştır.
Yani Özel yetkiyle atanan Cumhuriyet Savcısı Ahmet Karaca’nın imzasını taşıyan bu tutanak bize göre hukukun ve yargının affedilmez bir skandal durumu olmalıdır.
Bakınız, tutanağın dipnotu aynen şöyledir:
"Müvekkil 07.05.2009 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığı’na vermiş olduğu dilekçenin kaydının yapılmaması nedeniyle dosyasını Cumhuriyet savcısı Ahmet Karaca’dan almak zorunda kalmıştır"..
İşte buyurun sevgili okurlar.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nda yıllardan beri uygulana gelenlerin sadece bir parçası…
Yorumu size ait.
Bölgede yaşanan birçok yönüyle bazı hukuk dışılık karşısında artık yeter diyoruz..
Ve devletimize sesleniyor, adalet istiyoruz demek zorunda kalıyoruz.
Bu bölge insanımızın başına gelip-geçen nice karanlığın balyozları başımızı ezmiştir, beynimizi dağıtmıştır, nice ocakları söndürmüştür JİTEM ve maceraları.
Abdulkadir Aygan, "İTİRAFÇI BİR JİTEMCİ ANLATTI" isimli kitabının 66, 67, 68, 69 ve 70. sayfalarında yazdıkları şayan-i dikkattir.
Gerçekten tarihi bir gerçeği itiraf ediyor.
İşte temenni ediyoruz ki bu gerçekleri itiraf eden bu insan ivedilikle Türkiye’ye getirilir ve tüm çıplaklığıyla karanlıkta kalan hakikatler ortaya çıkartılır.
Sosyal bir hukuk devletinin şan ve şerefine de bu yakışır.
Sevgili okurlar.
Bir de Tuncer Günay’ın hazırlayıp ve Şemdin Sakık’ın kaleminden çıkan "ŞİDDETİN SEFALETİ" isimli kitabın 158, 159 ve 318. sayfalarında geçen bazı paragraflarını aynen sizinle paylaşmak istiyorum.
"Pişman olduğuma pişman ettirdiler."
"Cezaevine girmekle iş bitmedi, bazı dayatmalar yeni başladı, bir taraf siyasi savunma yapmamı, diğer taraf ise 24 ayar kontra olmamı dayatıyorlar.
Beni yalnızlaştırmada adeta PKK ile ortak çalıştılar.
PKK’nın yapamadığını yaptılar.
Dosyama girip ileride lehime kullanabileceğim bütün belgeleri alıp götürdüler.
İki tarafın isteklerini kabul etmedim, iki tarafın da hışmına uğradım.
Bir taraf savunma hakkımı ve maddi imkanımı, diğer taraf da yasal hakkımı kıstı.
Örgüte göre dört dörtlük itirafçı ve dolayısıyla "hain" devletin bazı kurumlarına göre samimi değil (bırakılırsa tekrar dağa gider) türündendir."
İşte böylesine JİTEM’in gölgesinde yapılagelen karanlık kirlilikler yüzünden değerli hukukçu Prof. Dr. Sami Selçuk’un "ZORBA DEVLETTEN HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNE," adlı kitabının başlangıcındaki 14. sayfaya götürmeye zorluyor.
Yani Konfüçyüs ile ağlayan bir kadın arasındaki geçen olaylar.
Bilindiği üzere Konfüçyüs birgün öğrencileriyle brlikte Thai dağının eteklerinde gezinirken ağlayan bir kadın görür, öğrencilerinden biri kadına neden ağladığını sorar. Kadın "çok acı çekiyorum" der.
Zira bu çevrede bir kaplan var önce Kayın-atamı parçaladı yedi, sonra kocamı şimdi de oğlumu yedi.
Ve öyleyse niçin başka bir yere gitmiyorsun diye sorar kadına.
Kadın şu ilginç yanıtı verir.
"Çünkü burada insanlara baskı yapan bir devlet yok."
O zaman bilge Konfüçyüs öğrencilerine şunu söyler: "Kadıncağız haklı, çocuklarım.. Baskı yapan devletler kaplanlardan daha korkunçtur bunu hiç unutmayınız."
Bu öykü ilginçlikleriyle devam ediyor; ama yer müsait olmadığı için paylaşamıyoruz.
Tek kelime ile bunu siz değerli okurlarımızla paylaşmak istiyorum.
Yaklaşık 15 yıldan beri ülkemizde ve özellikle bu bölgede olup bitenleri tüm incelikleriyle aşarak değerlendirdiğimizde büyük zaman dilimleri içinde insan toplulukları hep böyle anti demokrat maceracılarla karşılaşmıştır.
Ama sonuç itibariyle de herkesin yaptıkları yanına kar kaldığı müddetçe olayların hiçbir zaman ardı arkası kesilmiyor.
Mezalim devam ediyor. İnsanlar figüre malzemesi olarak kullanılıyor. Birçok masum ve yoksul topluluk, zalim karanlık odaklara taşeron olarak kullanılıyor.
Sonuç olarak (Fükuyama)’nın dediği gibi özgürlükçü, çoğulcu, demokrasi, sivil toplum. Hukuk devleti insanlığın düşünsel evrimin ulaştığı son kavşak noktası olmalıdır.
Evet, sevgili dostlar.
Durum bundan ibarettir.
Ancak bugünkü sohbetimizin temel amacı Adalet Bakanlığı’nca Diyarbakır’a görevlendirilen Adalet müfettişlerimizin çok önemli bazı hukuk dışı olaylara dikkatini çekmektir.
Özellikle bugünkü yazımıza başlık olarak kullandığımız ifade çok dikkat çekici olmalıdır.
Zira bu el yazısıyla yazılan ve sözde PKK tarafından yazılıp, çatışma halinde öldürülen bayan bir militanın üzerinde çıkmış olması yalanı ve sahteciliği tüm gerçekleriyle ortaya çıkmıştır.
Ki yazının sol aşağı bölümündeki yazılan rakamlar Astsubay Ali Kaya’nın el ürünü olması diğer kalemle yazılan ince yazı ise itirafçı Nizamettin Özturan’ın el ürünüdür..
Ve bu her iki JİTEMci militan tarafından yazılan ve uydurulan bu sahtecilik belgesi ne hazindir ki 7. Kolordu Komutanlığı bünyesinde meşruiyet kazandırılmıştır.. Aynı zamanda bu sahte belgeye sahteciliğine bakılmadan alelacele el çabukluğuyla DGM Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından işleme konulmuş.. 1998/1064 hazırlık no ile 1998/502 esas, 1998/486 iddianame hazırlanmış ve Altındağ ailesine karşı bir komplo hayata geçirilerek, bizi mağdur etmiştir.
Olaydan zarar görmüşüzdür.
Onun için Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davaya katılımcı-müdahil olmak  istiyoruz.
En derin saygılarımla.