SAHTE CUMHURİYET! (KİMLİKLER NE OLURSA OLSUN SONUÇ BELLİ?)

Evet, sevgili okurlar.
Birkaç gündür hep "kimliği meçhul devşirmelerin" tarih boyu vuku bulan tehlikelerinden bahsediyoruz.
Gerçekten bu ülkenin yegâne kurtuluş çaresi, çıkar, ranttan uzak ve politik geleceğini düşünmeyen siyasilere şiddetle ihtiyacı vardır.
Çevresini tertemiz tutan, rantiyeci şebekelerden uzak duran, toplumunu sevgiyle kucaklayan gerçek muhafazakârlar daima ön planda rol almalıdır.
Aksi takdirde yıllar yılı bu millet zaman zaman gerekeni yapmışsa da ne çare ki hayal kırıklığına uğramıştır.
İşte bu da bir nevi kimliğini meçhul tutan ve kişisel geleceğini ön planda gören münafık tinetli politikacılar yüzünden olmuştur.
Bana göre meşhur Seyfi Dede’nin yargıdaki lanetli üçgeninden daha tehlikelidir.
Onun için sahtecilikle bu memleket bir yere varamaz!
Gerçekçi olmak gerekir.
Halkı hayal kırıklığına uğratanlar eski dönemlerde olduğu gibi bu kez yakın gelecekte de başlarını öne eğerek halkın önüne çıkmaktan utanacaklardır.
Bu milletin kendini genç bir gelin olarak gösteren 90’lı acuzelere artık itibar etmemesi lazım.
Ne çekmişse bu ülke bu tür samimi olmayan daima rant ve geleceğini ön planda tutan politikadan ve politikacıdan çekmiştir.
Bu tür füturlu, korkak, beceriksiz kişiler yüzünden iktidarların daima ömrü kısa olmuştur.
Yine de Seyfiler, Moğultaylar, Ertosunlar, Özbekler devletin kilit kurumlarında rol almaya devam edecekler.
Tıpkı geçmişte yaptıkları gibi deyim yerindeyse devletin altını üstüne getirecekler.
Adalet, hukuk tamamıyla şekilden ibaret olacak..
Adalet terazisi yamuklaşır ve zulmün başına adalet külahını giydirir ve icraatlarını eskisi gibi daha fazlasıyla gerçekleştirir.
Yani deyim yerindeyse "Kedinin bulunmadığı yerde ortam farenin seyrangahı olur"
Devlet çarkı zikzak işlemeye başlar.
Herşey sahteciliğe, tahrifata mahkûm olur.
Gerçekler tahrif edilir, yalan yamalak iblisler kamu kurum ve kuruluşlarına yerleşir.
Önce kargaşaya, teröre çağrı yapar ondan sonra da ortam kan gölü haline dönüşür.
Anaların, bacıların, yoksul ve yetimlerin gözyaşları kesilmez olur.
Nitekim ülkemizin hali ortada.. Yıllar yılı bu manzara yaşatılmaktadır.
Sevgili okurlar.
Tabii bu sohbet köşemizi kaleme alırken daima en az yirmi dört saatlik Türkiye’de ve dünyada olup bitenleri öğrenmek için, tespit etmek için günlük yazılı medyaya olumlu ve olumsuz olsun köşe yazarlarının yazılarına az da olsa bakmak suretiyle yola çıkıyoruz.
Ve bu şekilde yazımızın içeriğini doldurmaya çalışıyoruz..
Ki siz değerli okurlarımıza gerçekleri yansıtabilelim diye.
Evet, Yeni Şafak Gazetesinin her gün olduğu gibi yine dünkü manşetini sizinle paylaşmak istiyorum.
Manşet aynen şöyle;
"HSYK’DA SEYFİ DEDE ÜÇGENİ"
Bu üçgen çok önemli bir üçgendir.
İblisane tertiplenmiş gayri ahlaki bir üçgen..
Bu üçgen hep bu yakın tarihimizi ilgilendiren devletin bünyesindeki kirlenme üçgeni.
Haber şöyle devam ediyor;
"Ergenekon soruşturmasını yürüten hakim ve savcılara baskı kurarak yargıyı etkilemekle suçlanan Adalet eski Bakanı Seyfi Oktay’ın HSYK Başkanvekili Kadir Özbek’in yanı sıra üye Ali Suat Ertosun’la da temasta olduğu belirlendi."
Bağımsız yargıda Seyfi Dede’nin üçgeni olarak manşette yazıyorsa da bana göre aslen üçgen değil, dörtgen hatta beşgen, altıgenlik var.
Silsileli genler söz konusu.
Ergenekon çete ağında olduğu gibi..
Şekilci, makyajlı, kravatlı, görünen bu zevatı namuhterem dışları ne kadar süslü püslü ise, içleri de o kadar kazurat ve pisliklerle doludur.
Devleti hayat boyu hep sömürmüşlerdir.
Kamunun önemli kurum ve kuruluşlarını eline geçirip rant ve geleceklerini temin etmişler.
Kadrolaşmışlar!
Çok kirli ideolojik içtihatla kadrolaşmışlardır.
Hegemonyalarını bu teru taze Hz. Ömer’in adaletinden gelen kurumu maalesef yanlış ideolojilere sürüklemişlerdir.
Ergenekon davalarına bakan hakim ve savcılara baskı kurmak için yüksek yargıya girişimde bulunmakla suçlanan Adalet eski Bakan Seyfi Oktay’ın Kadri Özbek’in yanı sıra üye Ali Suat Ertosun’la da temasta olduğu belirlendi.
Ergenekon davalarına bakan önemli hakim ve savcıları görevden almak için HSYK kararnamesine alternatif liste hazırlayarak kriz çıkaran Ertosun’un bağımsız yargıyı baskı altına almak isteyen yapılanmanın işlerini takip ettiği telefon dinlemelerine takılmış durumda.
İddialara göre Seyfi Oktay Dede, Özbek’in Ağabeyi, Özbek’e isimleri toptan verin demiş.
Ne yapalım?
Burası Türkiye.
Hali alem ortada.
Hep söylüyoruz deveye demişler ki; "boynun niye eğri" diye..
Deve de demiş ki benim nerem doğru ki boynum doğru olsun.
Neden mi?
Ahmet Altan’ın dediği gibi Cumhuriyet sahtecilik üzerine kurulmuş da ondan.
Çünkü gerçek cumhuriyet olmuş olsaydı arkasında cumhuru yekvücut olarak görürdü.
Ve bulunması da gerekir di.
İşte ızdırap bundan.
Türkiye’de bu yamukluk bugüne özgü değil.
Aslında 1950’lerden gelmektedir.
Şöyle ki;
O dönemden bugüne kadar kurulan hükümetler..
Sağcı ve muhafazakâr geçinen sözüm ona kurtarıcı iktidarların bünyesinde hep rantiyeci, çıkarcı, kişisel çıkara yönelik çetevari politikacılar var olmuşlardır.
Ve onların bu varlıkları hükmen yardımcı olmuştur..
Bu tür yamuklu ve kirlenmeler her ne kadar Ergenekon’a mal ediyor isek de muhafazakâr geçinen iktidardaki bazı politikacıların da bunlar kadar suçu vardır.
Deyim yerindeyse hal ve hareketleri de bunların gelmesi için hükmen çağrıda bulunuyor.
Sizi fazla uzağa götürmeye gerek yok.
1990 ile 1997 yılları arasında bu halk Refah Partisini iktidara getirdi.
Sevgili Erbakan (!) çok büyük bir hızla bir senelik dahi olsa kendini Başbakan olarak gördü;
Ama Ergenekoncu generallerin karşısına çıktığı zaman da sesi titriyordu.
Diyarbakır’da 1993’lü seçimlerde 5 tane Belediye Başkanlığı verildi, 6 tane de milletvekili.
Sonuç ne oldu?
Bu soruyu siz değerli okurlarla paylaşmak istiyorum.
İşte sonuç ortada.
O günkü seçilenlerin beceriksizliğinden, rant ve gelecek temini ön planda tutulmasından dolayı sandıkta millet gereken dersi verdi.
Ama olan yine bu millete oldu.
Bakınız, o günden bugüne dek üç dönem üst üste HADEP, DTP bugünkü BDP’nin Belediyeleri Diyarbakır’ı yönetiyor.
Bana göre bugünkü Diyarbakır’ı yöneten Belediyelerin o günkü muhafazakar geçinen belediyecilerden daha kat kat halkla diyalogları iyidir.
Ve görünen odur ki daha da götürecekler.
Sonuç ve gerçek olarak özetlemek gerekiyorsa tek kelimeyle şunu diyoruz;
Her ne olursa olsun hangi alanda görünürse görünsün kişiler ideolojilerini ve davayı çıkarlarından daha ön planda tutması gerekir.
Sahtecilikle, makyajla, parlak çürük cevizin kabuğuyla bir yere varılmaz.
Onun için inanan camiasında bu hal devam ederse bu memleket tüm kurum ve kuruluşlarıyla hiçbir zaman kendilerini rafizi dedelerinin ve Ergenekon generallerinin, medyanın zehirli kalemlerinin hegemonyasından kurtaramaz.
Ahmet Altan’ın dünkü yazısını birkaç cümleyle özetleyerek önemli başlıklarını sizinle paylaşmak istiyorum.
Başlık olarak "Sahte Cumhuriyet" diyor.
"Burada bir devlet kurmuş" gibi yapmışlar; ama devlet kurulmamış aslında, geçimlerini halktan toplanan paralardan sağlayanlar. Hem bu paraları keyiflerince kullanmışlar hem de bu paraların hesabı sorulamasın diye bir baskı düzeni oluşturmuşlar."
İşte Sayın Ahmet Bey’in sahte cumhuriyet anlayışı bundan ibarettir.
Ve bana göre de çok güzel bir tespittir ona katılmamak da mümkün değildir.
Sayın Altan şöyle devam ediyor:
"-Ne ordu ordu olabilmiş burada, ne de yargı yargı olabilmiştir.
"İkisi de halktan geçinenlerin" sultasını savunacak birer mekanizmaya dönüşmüşler.
Ekonomi, siyaset ve din devletin denetimi altına alınmış, bu düzen içinde biz yıllarca kavruk, fakir güçsüz bir şekilde yaşamışız.
Soğuk savaş döneminde Sovyetlerle çıkabilecek bir savaşta nükleer çöplük haline gelmeyi kabul etmemiz karşılığında batı dünyası bu devletimsi düzeni desteklemiş, ülke içindeki baskılara göz yummuş arada sırada da para vermiş.
İlk büyük kırılma Turgut Özal’ın ekonomiyle devletin bağlarını kesmesiyle ortaya çıktı.
Halkın bir kesimi devletten bağımsız olarak iş yapıp zenginleşmeye başladı.
Devlet denetiminin dışında bir ekonomi oluştu, bu ekonomi dış dünyaya ilişkiler kurmaya, ithalat ihracat yapmaya koyuldu."
Sonuç olarak Sayın Altan yazısını şu ifadelerle sonuçlandırıyor.
Henüz devletleşmeyen Türkiye’yi bu yeni dünyadaki çekişmede asıl zorlayacak olan dış güçlerden ziyade içeride devletleşmeye karşı çıkan unsurlar.
İşte bakınız, sevgili okurlar.
Kaç günden beri hep aynı paralelde biz de bu gerçekleri yazıyor ve size sunuyoruz.
Ne diyoruz?
Meçhul kimlik ve devşirmeler hep devleti gizliden gizliye ele geçirmek istemişler.
Devlet diye bir şey yok demişiz; ancak onların gelecek temini ve baskıcı bir hegemonyası söz konusudur.
Türkiye gerçekten güçlenmek istiyorsa önce ordusunu ve yargısını düzeltmek zorundadır.
Dünyada bir rol oynamak için önce devlet olmamız, devlet olmamız içinde ordudan ve yargıdan hesap sormamız ve onları süratle düzeltmemiz gerekiyor.
Yoksa bir devletimsi ucube olarak dünyanın çekişmeleri arasında ezilir gideriz.
Kesinlikle Sayın Altan’ın bu görüşlerine katılıyoruz, onaylıyoruz ve hep böyle diyoruz.
Nedir bu hal Allah aşkına?
Orduyu üç beş tane Ergenekoncu generallerin iki de bir gidip İsrail’de ağlama duvarı önünde hazır ol vaziyeti alıp da Türkiye’ye dönerken İsrail ideolojisini orduya enjekte etmeye çalışıyorlar.
Keza yargıda bundan uzak değil.
Kocaman yargının bir adalet terazisini yıllar yılı CHP’nin zihniyetindeki insanların hegemonyasına bırakmışız.
Seyfi Oktaylar, Mehmet Moğultaylar, Vural Savaşlar, Sami Selçuklar, Kadir Özbekler, Nihat Çakarlar ve daha neler neler?
En derin sevgi ve saygılarımla.