SAİD-İ NURSİ’NİN KEMİKLERİ! (III)

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği gibi bugünkü Türkiye'nin hal-i pür melali, bu güzel ülkenin yarınlar için, nelerle karşı karşıya olduğunu göstermektedir.

Dün bu köşedeki sohbetimizde de belirttiğim gibi bir toplumun içine tenazu, ihtilaf, anlaşmazlık, çekemezlik söz konusuysa ne çare ki o ülke geleceğini net göremez.

Hep kargaşa, kavga, kan ve gözyaşlarıyla karşı karşıya olur..

Ki başka çıkış yolu da bulamaz.

Evet, gerçekten “Görünen köy kılavuz istemez” misali memleketimizin içine düşmüş olduğu vaziyet hiç de iyi değildir.

Devletin bünyesinde kavganın varlığı söz konusu.

Yıllardan beri yani cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek hatta daha geriye gidersek, kocaman cihanşümul Osmanlı devletini yok eden ittihatçıların hain planları ne yazık ki günümüze kadar uzana gelmiştir.

Teru taze bir ülke, inançlı ve tarihini kahramanlıklarla geçiren bir millet, her nedense bugün içine düşmüş olduğu kirli macera, karanlık tablo, hiç de geleceğimizi berrak ve nurlu göstermemektedir.

“Kimin eli kimin cebinde olduğu” belirsizliği, milleti büsbütün gittikçe ümitsizliğe itmektedir.

Bilindiği gibi bir toplumu var eden temel unsur; inançtır, imandır ve tarihi kültürdür.

Bu cevherleri gerçekleştiren temel unsur da ulema kesimidir ve diyanet teşkilatıdır.

Bunlar ülkenin ana sütun ve kolonlarıdır.

Bir ülkede diyanet sadece isimde kalırsa ve yıllar yılı toplumu kökten İslamiyetten uzaklaştıran şer oluşumların sesleri yükselirse, İslam inançlarından uzaklaşan bir topluma dönüşürse, 7’den 70’e kadar her gün biraz daha yozlaşmaya yüz tutmuş, Kur’anın yüce ahlakından uzaklaştırılırsa artık o toplum tez be tez kendini toparlayamaz.

Haramını haram olarak bilip tanımayan bir toplum, gayrimeşru her şeyi meşrulaştırarak yasaların himayesinde olmayan şeylere meşruiyet kazandırır.

Ki o zamanda o ülke, o millet gerçekten geleceğini garanti edemez.

Kendini terör belasından, rüşvet, suistimal, uyuşturucu, fuhuş, kumar, sarhoş edici müskiratlardan kurtaramaz.

Hele ki, toplumun her kesimine yayılırsa, hangi kahraman iktidar gelip de bunları düzeltebilir ki?

* * *

Zulmün başına adalet ve hukukun külahı giydirilirse, hamiyet, fedakârlık ve koruyuculuk adı altında diz boyu hıyanetler gerçekleştirilirse, ülkenin önünü açma yerine zalim ve antidemokratik hukuk dışı olan yasaların varlığı söz konusuysa inanın sevgili okurlar, o ülke tez be tez kendini toparlayamaz.

Uğursuzluk, bereketsizlik, sömürgecilik ve kan emicilik, başını alıp gidiyor ise şahsen kişisel düşüncem olarak, herhangi bir çıkış ve kurtuluş yolu bulunacağı ümidinde değilim.

Tabi ki, Allah’tan da ümit kesilmez.

Ama hiç de uzağa bakmaya gerek yok..

Çünkü, devlet ile millet arasındaki uçurum hiç de hayra alamet değil.

Ülkeyi yıllardan beri güzel yerlere getiren bir Başbakan, bir AK Parti iktidarının bugün içine düşmüş olduğu sıkıntı çekilecek gibi değildir.

Ana muhalefet partisi CHP ve onun lideri durumunda olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun içine düşmüş olduğu iktidar travması tüm kirlenme yollarını meşru görerek, her ne pahasına mal olursa olsun, yani ülkenin bölünüp dağılmasına kadar her şeyi göz önüne almış tehlikeli bir anlayışla yola çıkmış bir muhalefet!

Başbakana ve hükümete karşı yapmış olduğu iftiralar ve paralel yapının da tarihi o din düşmanlığını üstlenen bir anlayışla işbirliği yaparak, yola çıkmış ise o da gerçekten çok düşündürücüdür.

Düşündürücü olduğu kadar da bize göre yıkımdır, badiredir ve tehlikedir.

Bu ülke gerçekten artık geçmişinden ibret almalıdır.

Kökü dış mihraklara dayalı tarihi CHP anlayışı, bugüne kadar bu memlekete herhangi bir hayır kazandırmamakla beraber, gittikçe de ülkeyi ve milleti çıkmaza doğru sürüklemeye çalışıyor.

Başbakanı telekulaklarla köşeye sıkıştırmak isteyen bu hain plan ve karanlık oluşum, her gün biraz daha ülkeyi bölünmeye, parçalanmaya doğru sürüklemektedir.

Büyük tehlikelerle karşı karşıya kalan bir Türkiye’nin geleceği hiç de berrak görünmüyor.

* * *

Bu nedenle;

Bugün yine Üstat Bediüzzaman Hazretlerinin esaret hayatındaki bir uyarısını sizinle paylaşmak istiyorum.

Esaret hayatında Eskişehir hapishanesinde tutuklu iken milleti uyarmak için kirli ve hain planlarını bünyesinde toplayan dinsiz komitelerin şerrinden kurtulmak için toplumu uyarmıştır.

Evet, çağımızın o büyük İslam allamesi değerli insan önderi Bediüzzaman, o günün hükümetine şöyle seslenmişti;

“Bir tek gayem vardır.

O da mezara yaklaştığım bu zamanda İslam memleketi olan bu vatanda Bolşevik baykuşların seslerini işitiyoruz.

Bu ses âlemi İslam’ın iman esaslarını zedeliyor, halkı bilhassa gençleri imansız yaparak kendisine bağlıyor.

Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücadele ederek, gençleri ve Müslümanları imana davet ediyorum.

Bu imansız kitleye karşı mücadele ediyorum.

Bu mücahedem ile inşallah Allah huzuruna girmek istiyorum.

Bütün faaliyetim budur, beni bu gayemden alıkoyanlar da korkarım ki Bolşevikler olsun.

Bu iman düşmanlarına karşı mücahede açan tüm dindar kuvvetlerle el ele vermek benim için mukaddes bir gayedir.

Beni serbest bırakınız, el birliğiyle komünistlikle zehirlenen gençlerin ıslahına ve memleketin imanına, Allah’ın birliğine hizmet edeyim”

Ve o büyük Üstat şöyle devam ediyor uyarısına;

“Ey demir gibi sarsılmaz iman kardeşlerim!

Bana yardım ediniz.

Meselemiz çok naziktir, ben sizlere çok güveniyorum ki bütün vazifelerimi şahs-ı maneviyenize bırakmıştım.

Siz de bütün kuvvetinizle benim imdadıma koşmanız lazım geliyor.

Gerçi hadise ve olaylar pek geçici ve küçük idi ise de fakat saatimizin zembereğine ve gözümüzün hatkasına (gözbebeğimize) gelen bir saç, bir zerrecik dahi o gözü incitir.”

* * *

İşte, bakınız sevgili dostlar.

Üstat 1950’li yıllarda Afyon, Eskişehir, Denizli, Kastamonu ve Emirdağ gibi bu şehirlerimizde büyük tarassut ve gözaltındayken o gün  dahi bugünkü Türkiye’nin geleceğini sezmiş, İslam dünyasını, özellikle de Türkiye’yi uyarmıştır.

Bu itibarladır ki Başbakanımız da üç gün önce Afyon’da, Kütahya’da, seçim meydanlarında konuşurken, “Bediüzzaman Said-i Nursi’nin bugün kemikleri sızlıyor” demesine katılmamak mümkün değildir.

Gerçekten Türkiye’yi bugünkü badirelere sürükleyen ve geleceği meçhulümüz olan daha nelerle karşılaşacağını bilmediğimiz halde fakat çok önemli tehlikeleri sezmekteyiz.

Bize göre acizane herkes aklını başına almalıdır.

Kişisel rant, makam, mevki, koltuk peşinde olmaktan fazla millete bir fedakârlık, özveri ile hizmetimizi ön plana almalıyız.

İster iktidar olsun, ister Başbakan olsun, ister Kılıçdaroğlu olsun, ister Silahdaroğlu olsun, ister her kim olursa olsun…

Özverilerle bu memleketin geleceğine bakması gerekir.

Birileri çıkıp, iftira kampanyalarını açıp Başbakanı etkisiz hale getirmek için en kirli şeylere başvurması ülkemiz için, memleketimiz için, hiç de iyi olmayan bir badire olarak görüyoruz.

Bu nedenle milli şuurumuzu iman aydınlığıyla aydınlatarak, kutsal olan her şeyimize sarılmamız lazım.

Aksi takdirde Allah korusun, Türkiye’nin Mısır olaylarıyla karşı karşıya kalacağı ve ülkenin satılmış piyonların kucağına düşeceği tehlikesi kaçınılmaz olur.

Tarih boyu askeri vesayet altında yürüyen bir Türkiye’nin “Artık yeter, söz milletindir” deme zamanı gelmiş de geçmiştir bile.

En derin saygı ve sevgilerimle.