SEKÜLARİZM+KEMALİZM = TERÖRİZM’DİR! (III)

Evet, sevgili okurlar.

Gerçekten günümüzdeki İslam dünyası çok büyük badirelerle karşı karşıyadır.

İslam’ın yaşayamadığı bir çağda, Müslümanlar mutlak bir suretle esaret altında yaşamakta olup, her gün biraz daha "toplumsal katliamlar, tehcirler ve soykırım" tehlikeleriyle karşı karşıya kalmaktadır.

Zira bilimsel ve tarihsel olarak olayın gerçek yüzüne bakıldığında, günümüzdeki yaşanmakta olan oluşumların gerçek yüzü tüm çıplaklığıyla hakikati ortaya çıkarmaktadır.

Tarih buna şahittir ki; İslam, yalnız kavramdan ibaret olmayıp, manası, cevheri, ruhu yaşandığı takdirde o zaman İslam dünyası Müslüman olur.

Nitekim İslam’ın gerçek yüzü takarrür edildiği zaman, elbette ki dinsizliğin, imansızlığın, edepsizliğin hiçbir alanda serbestçe meydan okuyabilecek ruha sahip olamayacaktır.

Serbestçe kirli ideolojilerini enjekte edemeyecekler.

Ama ne yazık ki; “Tayr-ı Anka” meşhur Anka kuşu olarak bilinen bir kuşun gerçek varlığı söz konusu değil, sadece ismi var, müsemma yok.

Bu örnekten yola çıkarsak, bugün İslam’ın da yeryüzünde sadece isimden ibaret olup, ne yazık ki Kur’an ve sünnete uygun bir yaşam tarzını göremiyoruz.

Bu nedenle yüz sene evvel batı dünyası İslam dünyasını yok etme plan ve projelerini hayata geçirdi. Ki bu plan ve proje paralelinde özellikle Osmanlı İslam hilafetini ortadan kaldırdı.

Bunu da ne hazindir ki, kendi içimizden satın aldıkları ajan ve piyonlar vasıtasıyla yaptılar.

Böylece batı dünyası rahat nefes alarak, Memalik-i İslamiye’yi bölük pörçük hale getirdi.

Ortadoğu’nun birçok coğrafyası, özellikle Suudi Arabistan, Katar, Bahreyn, Libya, Dubai gibi çok zengin yeraltı petrol kaynakları olmakla beraber, ne yazık ki aynı zamanda hiçbir şeye de sahip değiller.

Tümüyle kullanan güç emperyalist güçlerdir.

Ve işbaşındaki olanlar da batı emperyalist ve Siyonist güçlerin birer kuklası durumunda olup, adları Ahmet, Mehmet ise de tümüyle bilaperva ajan ve piyon olarak o ülkeleri yönetmektedirler.

Gerçek yönetim değil, taşeron olarak yönetiyorlar.

Tıpkı Suudi Arabistan gibi…

Bugün çok zengin bir yeraltı petrol kaynağına sahip olmakla beraber, aynı zamanda Harameyn-i Şerife’nin birer hadimi durumunda kendini dünyaya lanse etmeye çalışıyorlar ise de hiç de öyle değil.

Bakınız, Medine-i Münevvere’de Ravza-ı Mutahhara’nın içinde bulunan Mescid-i Nebevinin etrafı 5 yıldızlı ve 7 yıldızlı otellerle çevrilmiş, oldukça da yükselmiştir.

Dolar ve Euro ile bütün İslam dünyasını oraya çekmekte olup, büyük çapta milyar dolarlar oynuyor ve iddialara göre o büyük serveti elde eden bazı iş çevreleri yine batı dünya keferelerinin ortaklığıyla iş yürütüyor.

Keza Mescid-ül Haram’ın içinde bulunduğu Mekke-i Mükerreme’nin durumu da birkaç kat daha fazla olup, artık dünya Müslümanlarının Hac ve Umre vecibelerini eda etmeleri sadece şekilciliğe dönüştürülmüş.

İçinde çok büyük para söz konusudur.

Suudi Arabistan’ın devlet zirvesindeki insanların ailece yaz tatillerini Fransa’nın ve İngiltere’nin lüks adalarında geçirip, oradaki plajları dahi iki aylığına kapattıkları bilinmektedir.

Bunun bir diğer örneği de o kutsal topraklara gitmek isteyen İslam ülkelerinin turizm şirketleri de acımasızca insanlardan para çekiyor ve kazanıyorlar.

Hem de Hac farizasını istismar ederek.

Doğrusu böyle bir hal ile karşı karşıya kalan İslam dünyası, insanın aklına ve vicdanına bazı şeyleri celp ediyor.

* * *

Dünkü yazımızda da belirtmiştik.

Mescid-ül Haram ve Kabetullah’ın yeryüzünde ilk olarak Hz. İbrahim tarafından bina edilmiş olma hükmü yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in “Ali İmran” suresinin 96 ve 97. ayetinde buyrulmaktadır.

Kur’anın diğer surelerinde de birkaç ayette, Mescid-ül Haram’ın ve Kâbe’nin insanlar için güvenilir bir yer olarak, hayatlarının teminat altında olma faktörü de söz konusudur.

Buna rağmen, zaman zaman bir hafta önceki kule vincin devrilmesi veya daha önceki senelerde şeytan taşlamalar esnasında 2500 insanın ölmesi gibi yaşanan büyük felaketler, İslam dünyasına ve Suudi Arabistan devlet yetkililerine bir ders-i ibret olması lazım ki artık Mescid-ül Haram dahi bugünkü anlayışın varlığına yer vermiyor.

Bugünkü emperyalist güdümlü siyasetlere artık sıcak bakmıyor demektir.

Bu nedenle başta ifade etmeye çalıştığım konu, İslam’ın ruhu ve cevherinin, bugün yeryüzündeki Müslümanların fıtratında olması gerekir.

Aksi takdirde, Anka Kuşu gibi yalnız isimle geçiştirmek, fayda yerine zarar verir.

Bu nedenle bugün âlem-i İslam’a düşen yegâne görev; artık gaflet uykusundan uyanıp Kur’ana sarılma görevini üstlenmektir.

Bakın, yüzyıl önce haçlı emperyalizm ile Siyonist emperyalizmin müştereken İslam dünyasını yıkmak için yapmış olduğu plan proje, her gün bir bir gerçekleşiyor ve gün gibi aşikârdır.

Evet.

Suriye’deki Esed, tahsilini Fransa’da yapmış ve Nusayri mezhebine mensup olan bir kukla piyon, koskocaman bir ülkeyi yok edebiliyor.

Bir milletin ocaklarını söndürebiliyor ve üç beş milyon insan ölüyor.

Dünya da buna suskun kalarak, görmezlikten geliyor.

Ve bir o kadar insan da Avrupa’ya göç etmek zorunda kalıyorlar.

Bu da Batı dünyasının gizli bir planı olmalıdır ki oraya ulaşıncaya kadar Akdeniz sularına gömülüp gidiyorlar.

Ki böylece bir milletin soykırımı gerçekleşiyor.

Diğerleri de Yunanistan, Almanya ve diğer ülkelere ya iltica ediyor, ya kiliselere teslim ediliyor veya da domuz çiftliklerinde çalıştırılmak üzere barındırılıyorlar.

Madalyonun ters yüzü böylece ortaya çıkıyor ki işte küfür dünyası ne kadar planlı ve akıllıca (?!) tuzaklar gerçekleştiriyor.

Bunun içindir ki Bediüzzaman Hazretleri, yüz yıl evvel İslam dünyasını uyanmaya, gaflet uykusundan uyandırmaya yönelik şöyle sesleniyor;

“Ey Âlem-i İslam!

Uyan, Kur’ana sarıl.

İslam’a maddi ve manevi bütün varlığınla müteveccih ol, yönel.

Ve ey Kur’ana bin yıllık tarihinin şahadetiyle hadim olan (hizmetkârlık yapan) ve İslamiyet nurunun zemin yüzünde naşiri bulunan yüksek ecdadın evlat ve torunları!

Kur’ana yönel ve onu anlamağa, okumağa ve onu anlatacak, onun bu zamanda bir mucize-i manevisi olan Nur Risalelerini mütalaa etmeye çalış”

Bediüzzaman şöyle devam ediyor;

“Dinsizlik hükümferma olduğu o dehşetli devirlerde din adamları daima terzil edilmeye, küçük düşürülmeye, ezilmeye çalışılıyordu.

Yani cumhuriyetin kuruluşundan sonra CHP’nin altı oklu yönetimlerinde hatta Kur’anı dahi tamamen kaldırmak ve Rusya’daki gibi dini akideleri tamamen imha etmek düşünülmüş!

Hala da aynı anlayış, aynı kirli ideolojilerin siyaset temsilcileri bunu yeniden hortlatmak istemektedir”

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Bakınız, İslam dünyası, İslam coğrafyası ve İslam ümmeti nereden nereye ve ne hallere düşmüş durumdadır?

Gerçekten üç günden beri sohbetimize başlık olarak kullandığımız Sekülarizm+Kemalizm=Terör ifadeleri de yerli yerinde kullanılan ifadelerdir ki işte İttihat Terakki Cemiyetinin bir uzantısı olarak oluşmakta olan siyaset, ne yazık ki bu güçlü ve büyük bir Türkiye’yi bugünkü terörün kucağına oturtturmuş durumda.

Bu facianın temel dayanağı da mevcut emperyalist bir Milli Eğitim politikasının sisteminden geçiyor.

Ne yazık ki, geçmeye de devam ediyor.

Gelen giden Müslüman, inanmış, muhafazakâr bir ümmetin oylarıyla, muhafazakârlık kılığıyla ortaya çıkıp, milleti kandırıp oylarını alarak, öbür taraftan da ırkçılık sevdasını kullanarak, siyaset yapıyorlarsa da ne yazık ki yıllardan beri milletin ruhunu şad etmek, yüreğini serinletmek için bir arpa boyu kadar adım atamamışlardır.

Ve bundan sonra da atacağa pek benzemiyorlar.

Ancak, toplumun karşısına çıkan kan, gözyaşları ve şehitlerin naaşlarıdır.

En derin saygı ve sevgilerimle.