SEKÜLER KAPİTALİZM’DE KADININ YERİ VE İSLAM!? (II)

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü sohbet yazımızda da sizlerle paylaşmak istediğimiz hususlar, özellikle “Türkiye’de kadına yönelik şiddetle” ilgiliydi.

İslam memleketi olan Türkiye’mizde eğer ki “kadına yönelik şiddet” yapılıyor ve yaşanıyorsa, bu mevcut olan “ailedeki çürümüşlüğü” gösteriyor...

Toplumsal bir ahlaki çürümüşlüğü, kadınla erkek arasındaki büyük çapta bir anlaşmazlığın var olduğunu, ortaya koymaktadır...

İşe bu noktada, “İstanbul Sözleşmesini” kadına yönelik şiddeti ortadan kaldırmak adına savunulması vahim bir hatadır, gaflettir ve delalettir..

Çünkü, sözleşme bir bütünlük içerisinde, aldatmacalardan ibaret olup, kesinlikle kandırmacadır..

Tabiri caizse; "aileyi" dinamitleyip, imha etmektir..

Kadını erkeğe, erkeği de "kadına" düşman etmektir..

Ne sevgi, ne saygı, ne haya ne de edep?

"Namus" denilen kavramı da, al aşağı ediyor?

Bu sözleşmeyi savunma ve sahiplenme, kim ne derse desin CHP ile HDP’nin batı dünyası olan haçlı ve Siyonist dünyanın değirmenine su taşımaktan başka bir şey değildir.

Zira bir İslam ülkesinde Kur’ana ve o yüce Peygamber (S.A.V)’e inanan bir toplum, ne İslam dışı evlenme yapar, ne de evlenme işlemi yapıldıktan sonra helali olan eşine şiddet tazibini gösterir?

Şiddeti ve saygısızlığı, zerre-i miskal kabul etmez…

İnanan bir eş, eşine karşı 24 saat sadakat gösterir...

Onunla birlikte, “aile yuvasını” kurmaktan başka bir düşünce ve fikre de kapılmaz..

Nitekim, Türkiye’nin tarihine bakılırsa ki hala da ter-ü tazedir, mevcut olan geleneklerimiz-göreneklerimiz ortadadır...

Ancak, İslam dışı bir evlilik veyahut İslam’la bağdaşmayan bir inançsızlık paralelinde, yani seküler ve kapitalist anlayışa bağlı bir evlilik veya bir yuva kurma hali var ise, bu bizim söylediklerimizin kapsamına girmemektedir..

Dahil de değil..

Böylesi bir anlayışı da zaten savunmıyoruz.

Ki, savunulacak bir tarafı da yoktur.

Lakin her iki eş arasında, İslami bir hukuk ve inanç yoktur...

Çünkü, Avrupa’nın, yani batı dünyasının kadını bir emtia olarak kullanma cihetiyle, seküler bir anlayışla yola çıkan çiftlerin evlilik şekli, “manevi” odaklı değil “karşılıklı menfaat ve kapital” odaklıdır..

Bu da, her iki taraf için, kadın için de, erkek için de “manevi ve fiziki” işkence ve şiddeti sıradanlaştırır...

Saygı ve haya olmayınca; kin, nefret ve aile dramı kaçınılmaz hale gelir?

İşte İslam ve inan toplum olarak bizler; buna ne yer veriyoruz, ne de katılıyoruz.

Kadın, İslam gerçeği doğrultusunda kadınlık görevini yerine getirirse ki getirmesi de gerekir.

O zaman, “iki eş arasında şiddetin varlığından” bahsedilemez..

Ki, olacağına da inanmıyorum...

Zira İslam’a inanan iki eş arasında böylesine işkenceli ve şiddetli bir hayatın varlığı söz konusu olmamıştır ve olamaz da.

Rıza da gösterilmez!…

Ama Avrupa hayranlığıyla seküler bir hayatın varlığı söz konusuysa, İslam ülkesi olan bu ülkemiz o hayata hiçbir zaman garanti veremez.

Çünkü onun kapsamı dışındadır.

İnanmayan insanlara kim sahip çıkabilecek ki?

Evet.

O yüce İslam Peygamberi (S.A.V), bir hadis-i şeriflerinde, “evlenmeyi” hep teşvik etmiştir..

Hem de erken çağlarda "evliliği" teşvik ediyor..

Gençler evlensin, çoğalsınlar, aile olsunlar..

Ki, “kötülükler ve taşkınlıklar” yaşanmasın...

Bakınız, o yüce İslam Peygamberi (S.A.V) şöyle diyor...

 “EVLENİN, ÇOĞALIN. BEN KIYAMET GÜNÜNDE SİZİN ÇOĞALMANIZLA ÖVÜNEYİM...”

***

Üstad Bediüzzaman Hazretleri bu hadis-i şerif yorumlarken, ümmeti de şöyle uyarmaktadır...

 “Malumdur ki neslin çoğalması, herkesçe matlubdur (isteklidir).

Hiçbir millet ve hiçbir hükümet yoktur ki kesret-i tenasüle (neslin çoğalmasına) taraftar olmasın.

İlla ki seküler ve kapitalist hayat hariç...”

Zira onlar batı dünyasının dayanaksız, çağdışı bir cehaletle Hıristiyanlığı da nerdeyse ortadan kaldırmışlar.

Şirk ve putperestlikle yaşıyorlar.

Onun için neslin çoğalmasına da karşıdırlar.

Bu fitneyi de kadını ev kadını olmaktan çıkarabilme heveslerinde olup, İslam ahlakıyla, terbiyesiyle, edep ve şerefiyle yaşamayı tercih etmesi yerine, kadını yarıçıplak, batıdan ithal edilmiş, köhneleşmiş, kokuşmuş bir medeniyetle  donatıyor...

Kadın, “bir fitne unsuru” olarak piyasaya sunuluyor..

Üstad Bediüzzaman Hazretleri, bir başka yorumunda “kadın fitne” haline, getirilmesi yönündeki “medeniyeti” şöyle değerlendiriyor...

 “Ahiri zaman fitnesinde en dehşetli rol oynayan taife-i nisaiye (kadın kısmı) olduğu, hadis rivayetlerinde sabittir.

Evet, eski zamanlarda amazonlar namında gayet silahşor kadınlardan mürekkep bir taife-i askeriyenin, harika harpler yaptıkları naklediliyor.

Aynen öyle de..

Bu zamanımızda zındıka cereyanlarının İslamiyet’e karşı yaptığı muhaberesinde (tıpkı bugünkü İstanbul Sözleşmesi gibi), nefs-i emarenin planıyla, şeytanın kumandasına verilen farklardan en dehşetlisi açık bacak kadınlarla, yarı çıplak hanımlardır ki açık bacaklarla dehşetli bıçaklarla ehl-i imana ve gençliğe manen taarruz edip saldırıyorlar.

Nikâh yolunu kapamağa, fuhuşhane yolunu genişletmeye çalışarak çokların nefislerini birden esir edip, kalp ve ruhlarını kebairle yaralıyorlar.

Belki o kalplerden bir kısmını öldürüyorlar.

Birkaç sene namahrem (nikahı düşmeyen) her hevesatına keyfi eğlencelerine göstermenin tam cezası olarak, adeta o bıçak gibi bacaklar cehennemin odunları olup, en evvel o bacakların yanacakları ve dünyada emniyet ve sadakati kaybettiği için, hilkaten çok istediği ve fıtraten muhtaç olduğu münasip kocayı daha bulamıyorlar.

Bulsa da başlarına bela bulurlar.”

* * *

Evet, sevgili okurlar.

O büyük üstadımız şöyle devam ediyor;

“Hatta bu halin neticesi olarak o ahirizamanda bazı yerlerde nikaha rağbetsizlik yüzünden, kırk kadına bir erkek nezaret edecek derecede kadınların ehemmiyetsiz, sahipsiz, kıymetsiz bir surete gireceği hadisin rivayetinden anlaşılıyor...”

İşte, hakikatin ilanı...

Sevgili dostlar.

Madem gerçek budur...

O zaman Müslüman bir ümmetin fertleri olarak bize ne oluyor da; İslam hayatıyla, inancımız paralelinde İslam gerçeğiyle evlenip nurlu bir aile, bir yuva kurma yerine sosyetik, kendini bilmeyen, bacaklarının cehennem odunları gibi yaratıklarla, evliliği benimseyip, seküler, inançsız, kapitalist bir yörüngeye giriyoruz?...

Neden, kurmuş olduğumuz yuvaları dağıtıyoruz...

Çoluk çocuk olsa dahi anlaşmazlıkların girdabına giriyoruz...

Belalardan, pisliklerden kendimizi kurtaramıyoruz..

Bu ne hal?..

2011’de Avrupa Konseyi tarafından hazırlanıp bize de imzalatılan ve adını “İstanbul Sözleşmesi” olarak taşıyan, batının hegemonyasını, kültürünü ve medeniyetini “devletin ve milletin” sırtına bindirmiş, taşıyoruz neden?..

En derin saygı ve sevgilerimle.