SİLLE-İ HUDA’NIN SESİ YOKTUR?!

Evet, değerli dost okurlar.
Dünkü sohbet köşemdeki "Politik oyunda demagojik sanat" başlıklı yazı Türkiye’de yaklaşık doksan bin internet siteleri üzerinde yayımlandı.
Çok yönlü bir yazı olma hasebi ile gelen telefonların ardı arkası kesilmedi.
Zira CHP’nin lideri Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na cevaplandırmak üzere yakın tarihimizde olup bitenleri yirmi dört soruyla iletmiştim.
Bu minval üzere kamuoyu hayli ilgi gösterdi. Ve ciddi manada, alaka gördüğü gibi basın da, eğilim gösterdi.
Çünkü sormak istediğim soruların her birisi yakın tarihimizde olup bitenlerin can alıcı hadiselerini ihtiva etmektedir.
Toplumumuzu yediden yetmişine kadar ilgilendiren önemli konulardı.
Bu hadiseleri meydana getiren ne ABD idi, ne İngiltere, ne Fransa, ne İtalya, ne Rusya ne de Japonya idi?. Yani dış mihraklı denilen bu devletler yapmadı.
Bilakis onların yapamadıklarını, içten bizi vurmak kaydıyla onların adına, onların namı hesabına çalışan çok yönlü vatan ve millet düşmanlığı yapan "habis anlayışlar" yaptı..
Bu habis anlayışlar gerçekten, milletimize yutturulmuş, sağlam bir zemin üzerine konulmuş ve toplumun damarlarına enjekte edilmiş.
Ama ne var ki, kâinatı yokluktan yaratan o yüce kudret olan Allahû Teala’nın bir ismi azamı da "Zül-intikam’dır."
Mazlumun intikamını zalimden alan bir kadiri mutlakın dikkat çekici bir sıfatıdır.
İşte görüyor ve duyuyoruz ki, yüz sene evvel bu memlekette CHP anlayışı ile ve o anlayışın varlığını idame ettirmek için kendi bünyesinde yeşerttiği bazı yan kurumlar olmuştur.
İşte ustaca yapılan bu senaryolar adalet değil, zulüm ve mezalim olarak halka dönmüştür.
Bu nedenle o günlerde kimler tarafından ne yapılmış ise, bu gün onlara iade edilmektedir.
Geri dönüyor ve birilerinin yüzlerine çarpıyor.
Dün mağrur kumandan iken aynı insanlar bugün sanık sandalyesinde oturtturulmaktadır.
Onlara yönelik mübeşir şöyle seslenir: "Sanık kalk ayağa" deniliyor artık.
Yaklaşık on beş sene evvel Diyarbakır’ımızın adliye binasının DGM bölümünde mağrur bir komutan olan Albay Cemal Temizöz, gerçekten yaptıkları yanında kar kalmadı.
Bu nedenle, dünkü yazımızın başlığı paralelinde bugün de köşe yazımıza yani sohbetimize şöyle bir başlık atmak istedik:
"Sille-i Huda’nın sesi yoktur, bir vurdu mu devası da yoktur"
Evet, vuran Allah.. İstediği an vurur.
Ama er ama geç.
Şairin dediği gibi;
"Zulmün topu var, güllesi var kalesi varsa,
Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır"
Üstad Bediüzzaman Hazretleri 16. mektubun zeylinde şöyle buyuruyor;
"Takdiri huda kuvve-i bazu ile dönmez
Bir şem’a ki Mevla yaka üflemekle sönmez"
Evet, zira İman ve İslam güneşinden rahatsız olan bu memleketteki birçok yarasalar, güneşe karşı rahatsız olmuşlar ise de ama Mevla takdirini gerçekleştirmiştir.
Hani demişler ya; gözünü kapayan kendine karanlık yapar.
Evet, ehli dünyanın zulmü var, şevketi var, kuvveti varsa,
Kur’an’ın feyziyle hizmetçisinde de şaşırmaz ilmi, susmaz sözü vardır, yanılmaz kalbi, sönmez nuru vardır.
Evet, sevgili okurlar.
İşte dedik ya, dün mağrur üniformalı bugün mağlup sanık sandalyesinde.
Demek ki bizim söylediğimiz "Sille-i Huda’nın sesi yoktur, bir vurdu mu devası yoktur"
Dünkü yazımda CHP liderine sormak istediğim yirmi dört soru gerçekten tarihi Türkiye’mizde olup bitenlerin yüz karası, çağdaş dünyanın ayıbı ve zorbalığın dik alasını ihtiva etmektedir.
Bu nedenle "Demagojik sanat" ile siyaset yapanların akıbeti de eninde sonunda buraya kadar olur.
Allah’ın vurduğu tokat, her tarafı darmadağın eder ve esfelüs-safiline götürür.
Sözümüzü burada fazla uzatmaya gerek duymuyorum.
Hemen hemen genel olarak yazılı medyamızın sür manşetlerinde şöyle büyük puntolarla yazılan şu başlıkları sizinle paylaşalım ve aynı zamanda Harp Akademileri Komutanı Org. Bilgin Balanlı, Eskişehir’deki bir çiftliği bombalamak için üç yıl önce üstlerine yazılı başvuruda bulunduğunun ortaya çıkmasının ardından tutuklandı.
Bu haber beni bugünkü attığım "Sille-i Huda’nın sesi yoktur, bir vurdu mu devası yoktur" ifadesinin yazılmasına sevk etti.
Zira her zaman değindiğim gibi bu milletin Anadolu sermayesinin bütçesiyle, harcamasıyla, vergisiyle oluşa gelen TSK’nın bünyesinde, eğer Müslümanlara, Kur’an tedrisatlarına, Medrese ve mahfillerine düşmanca bakılıyorsa onları yok etmeye yönelik göz dikiliyorsa ve çok değişik yöntemli planlar hazırlanıyorsa, Allah da yukarıda elbette ki her şeyi görür hazır ve nazırdır.
Mazlumların bedduası sayesinde vurdu muydu dağıtır her tarafı.
Evet, bilemiyoruz ki, ne yazalım ne çizelim.
Bu insanlar bu milletin imkânlarıyla bir yerlere geliyor, kocaman bir devletin can alıcı bir kurumunun bünyesinde Misak-ı Milli hudutları içerisinde bulunan ülke bütünlüğüne yönelik bekçilik ve güvenlik görevini üstlenmiş olması gerekirken, bir bakıyorsun ki tam aksi yönde, görev üstlenmektedir.
Bilakis yabancılara karşı değil kendi öz be öz milletine geri dönüp milletine silah çekiyor, milletin camilerini kapatıyor, milletin medreselerini kapatıyor ve buna da laikçilik ve Kemalist adını veriyorlar.
Ağlayalım mı, gülelim mi?
Ne oldu bu Anadolu insanının başına gelenler?
Özellikle içimizden çıkıp büyüyen ve okuyan, kendi bütçemizle beslenip şişen bir anlayış hala da kendini bir yerlerde görmek istiyor ve milletine karşı zulmün envai çeşitlerini yaratmak istiyor.
Evet, sevgili dostlar.
Başlık aynen şöyle;
"ORGENERAL RÜTBELİ BİR MUVAZZAF ASKER İLKKEZ CEZAEVİNE GÖNDERİLDİ"
TUTUKLATAN İMZA
İstihbarat raporuna maydanoz bile girdi.
Türk Hava Kuvvetleri’nin en gözde birimi 113. filonun da bilvanis takibinde kullandığı anlaşıldı.
RF4 keşif uşakları çiftlikteki yeni anten direğinden traktör sayısına inşaat malzemelerinden hafriyat miktarına kadar her ayrıntıyı görüntüledi.
Yasa dışı takip sırasında çiftlik arazisine camii yapılabileceği istihbarat raporunda yer aldı.
Çiftliğe ekilen ayçiçeğinden maydanoza, arpadan rokaya kadar 18 ürün tek tek istihbarat raporlarına yazıldı.
Yirmi iki bin beşyüz fidan dikildiği bile rapor edildi.
Orgeneral Balanlı’nın Balyoz Darbe Planı’ndaki görevi ele geçen yeni belgelerle anlaşılmıştır.
Çiftliğe taarruz için izin istedi.
İşte bakınız çiftliğe taarruz için izin isteme küpürü.
O generalden sormak gerekir, siz gerçekten muvazzaf subay olarak memleketinizi seviyor musunuz, insanınızı seviyor musunuz?
Eğer seviyorsanız, bu haliniz ne?
Ama gün gelmiş gerçekler tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmış.
"Kep düştü kel göründü" misali diyoruz ki, hayır bu terörist eyleme bu halk güvenmez, bu terörist Ergenekon kirlenmesine bu halk sahip çıkmaz.
Taraf Gazetesi’nin sür manşeti şöyle;
"DARBEDEN TUTUKLANAN İLK MUVAZZAF ORGENERAL"
Türkiye bugünü de gördü.
Cumhuriyet tarihini darbelerle yaralayan, TSK’nın dört yıldızlı bir generali ilk kez darbecilik suçundan cezaevine gönderildi.
Bakınız, Zaman gazetesinin birinci sayfasındaki çok çarpıcı bir haberi sizinle paylaşalım.
Gerçekten çok düşündürücüdür.
Düşündürücü olduğu gibi çok vahim olaylar, kimin eli kimin cebinde, kim kimin sırtından besleniyor belli değil?
Bana göre bu artık devletin bünyesinde böylesine Ergenekon zihniyetli generallere bu halk güvenemez, bel bağlayamaz, sırtını onlara döndüremez.
Zira Çetin Doğan’ın yaptıkları bunların hepsine bedeldir ve örnektir, başka mukayese istenilmez.
TSK bünyesinde büyüyüp oluşan bir general eğer kızını İsrail siyon teşkilatından olan birine veriyorsa ve dönüp İsrail ile Amerika’ya yönelik aleyhte herhangi bir demeç, bir düşüncesini dışarıya vermiyorsa o general hiçbir zaman Türkiye insanının dostu olamaz.
Ne kadar omuzları kalabalık olursa olsun.
Onun üzerine gitmek lazım ve irdelemek lazım.
Evet, haber şöyle;
"MUSA ANTER JİTEM-PKK İŞBİRLİĞİYLE İNFAZ EDİLDİ"
Kürt yazar, Musa Anter 1992’de PKK-JİTEM işbirliğiyle öldürüldüğüne dair yeni bilgiler ortaya çıktı.
Gazeteci Ercan Gün’ün kaleme aldığı Apê Musa faili bilindik.
"Cinayet" isimli kitapta Anter’in örgüte haraç vermediği için 1989’da hain ilan edildiği ve Abdullah Öcalan tarafından hakkında ölüm kararı verildiği anlatılıyor.
Kitaptaki bilgilere göre infazla görevlendirilen Hogir kod adlı Cemil Işık örgütten kaçınca Öcalan, Anter’i JİTEM’in öldürmesini istedi. Talimatı ise Tuğgeneral Veli Küçük verdi. Ancak JİTEM’ci Cem Ersever anlaşmazlıklar yüzünden geri çekildi.
Bu haber bize her şeyi okutur.
Hani demişler ya "Anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna bile az"
En derin saygılarımla.