SİSTEM; ZORBA TOTALİTER BİR SİSTEMDİR

Evet, sevgili dostlar!

Bakınız, ülke her gün yepyeni kargaşalarla karşı karşıyadır.

Toplumsal cinayetler, katliamlar, gibi yeni yeni komplo teorileriyle sarsılıyor Türkiye.

Ama bu oluşumlar bugüne münhasır değildir.

Cumhuriyetin kuruluşundan beri, hep devam ede gelmiştir.

Daha doğrusu Cumhuriyetin kuruluşu, insanların kanı üzerine gerçekleştirilmiştir.

Niyet, ne kadar iyi olursa olsun; ama görünen gerçek orta yerde.

Türkiye genelinde idam sehpaları kurulmuş, ülke örfi idare mahkemelerinin idam fermanlarına maruz kalmıştır.

Olaylar, kıyamlar, isyanlar, ne derseniz deyin.

Bu ülkemizin bir aynasıdır.

O aynadan baktığında geçmişe yönelik, bu ülke hep komplo teorilerinden kendini kurtaramamış hem de devletin bünyesinden.

Hatta daha ileriye doğru gidersek, yakın tarihimize daha büyük bir açıklık getirebiliriz.

31 Mart 1909’dan Cumhuriyetin kuruluşuna dek bu tür komplo teorileriyle karşı karşıya kalan cihanşümul bir Osmanlı Devleti kendini ayakta tutamamıştır ve darmadağın olup gitmiştir.

Bu kirlenmeyi devletin bünyesinde gerçekleştiren hep parlak nutuklar atanların, himayesinde gerçekleşmiştir.

Makyajlı sloganlar, aldatıcı teoriler, bu memleketi böylesine kan gölü haline getirmişlerdir.

Yalnız bugün değil, tam yüz yıldır bu ülke ağlıyor.

Gözyaşları döküyor, masum insanların akan kanları, bunun birer kanıtıdır.

Bu devasa oluşumların, kirlenmelerin karşısında yönetimler, tüm çabalarına rağmen bir türlü caydırıcı olunamamıştır.

Gittikçe de palazlanıp, büyümeye devam ediyor.

O günün parlak sloganı üç kelime idi.

Adalet..

Müsavat..

Hürriyet..

Bu makyajlı üç kavramın sözde hedefinde ülke insanının can ve mal teminatının garantisi vardı.

Ama hey hat Adalet denildi, uygulamasında zulüm fışkırdı.

Eşitlik denildi, bünyesinden eşitsizlik ve ırkçılık taassubu çıktı.

Hürriyet dedi, toplumsal kölelik, gerçekleşti.

Milletin, can ve mal teminatı sözde hedeflenirken tam tersine ülke yağmacıların ve sülük gibi kan emicilerin eline teslim edildi.

Yani acımasız sistemin uygulayıcıları…

Avrupa’dan ithal edilen yasaların hiç birisi bir arpa boyu kadar caydırıcılık kazanmadı.

Tam tersine, gittikçe suçlar ve suçlular potansiyel haline geldi.

İşin daha ilginç tarafı bu işler kesintisiz olarak böyle devam ederken, günü gelmiş görünen lüzum üzerine tüm olaylara iktidarlarca kirli ve kara şallar çekilmiş, her şey bir çırpıda unutturulmuş.

Nice katliamlara, nice cinayetlere, nice yasadışı mezalimlere aflar çıkarılmış.

Mağdur, mazlum, zulme uğrayan insanlar bir çırpıda arka plana atılmış, saf dışı bırakılmış.

Onların fikir ve düşünceleri alınmadan; nice aflar çıkarılmış.

Günü gelmiş hırsız, cani, gaspçı katiller elini kolunu sallayarak affedilmiş.

Tüm bunlara ne deniliyor?

Demokratik, laik, cumhuriyet ve hukukun üstünlüğü gibi isim takılıyor.

İşte, sevgili okurlar.

Türkiye’nin hali pür melali bu…

Tarihi bilimsel olarak olaylar irdelendiğinde bunun kökü ve çarpıcı gerçek yüzü ve alâmetifarikası bir cümleyle özetleyebilirsiniz ki, buna da demokratik laik cumhuriyet rejimi öne sürülüyor.

Atatürkçülüğün gölgesinde her şey meşrulaşıyor,

Kökeni tümüyle dış mihraklara bağlı bir piyon sistemin varlığı her şeyin üstünde tutuluyor

Ve böylece bu ülke bir türlü kendini bulamıyor ve badirelerden kurtaramıyor.

Kendini hep sorunlar yumağı içerisinde buluyor.

Gâh önümüze Kürt Sorunu çıkıyor.

Gâh Türk Sorunu çıkıyor.

Gâh Rejim sorunu çıkıyor, çıkıyor da çıkıyor…

Ne idügü belli olmayan dünya siyonizminin gölgesinde kamçılanan bir Türkiye ortaya çıkıyor.

Toplum Ladini dayatmalarla zorlanıyor..

Günü geliyor, bir metrelik bez parçasından ibaret olan kadının başörtüsü sorun oluyor.

Bu devleti kanıyla, canıyla, malıyla besleyen vatandaşların gencecik kızlarına, lakliği bahane ederek başörtüyü yasaklama girişiminde bulunuyor.

Evet, sevgili dostlar.

İnanın burada sıralanması gereken çok şeyleri sıralayabiliriz; ama zaman, zemin dar olduğu kadar bu köşemde belli bir ölçüye sahip.

O nedenle; "özetle" sınırlı kalıyoruz.

İttihatçıların, 31 Mart olayından 1924’lere kadar, stratejilerine ulaştıkları kadarıyla, 1924’ten sonra da altı oklu CHP’nin kirli hedeflerine maruz kalmaktan kendini kurtaramayan bir Türkiye.

Daha neler neler?

Ama maalesef yasalar henüz tam demokratikleşmedikleri için her şeyi burada kaleme alamıyoruz.

Evvel Allah  hemen başsavcılıkların koridorlarında ansızın kendimizi görmek zorunda kalıyoruz.

Evet, sevgili okurlar.

Fazla uzatmaya gerek yok.

Zaten olaylar, gelişmeler kendi kendini gösteriyor.

Zeki ve anlayışlı kişilere bu görüntü kafidir.

Yoksa ne kadar uzatırsan uzat, tembel, kendini çalıştırmayan anlayışlara, neleri anlatırsan anlat, kafi gelmez.

Dünkü medyanın birinci sayfalarına bakıldığında baş haber ;

Canlı bomba, PKK ve Devrimci Karargah bağlantılı haberleriyle karşılaşırsınız.

Van’ın Gürpınar ilçesinin bir köyünden Canlı bomba olan Vedat Acar’ın fotoğrafını görüyorsunuz.

Burada bunu yazmadan geçmiyoruz.

"Yiğidi öldür hakkını inkar etme" misali hükümete ve polise teşekkür etmek gerekir.

Özellikle polis teşkilatının ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlığı’ndan ilk gününden bugüne kadar gerek polis teşkilatı olsun, gerek MİT teşkilatı olsun gerçekten çok başarılı bir durumda.

Rahatlıkla olayların kökenine inebiliyor ve her şeyi deşifre edebiliyor.

Tıpkı 3 yıldan beri Ergenekon’un göbeğine kadar inmiş olması gibi.

Evet, bu canlı bomba eğer ölmemiş olsaydı, öylesine inanıyorum ki, çok yakın bir zamanda, bir Abdülkadir Aygan veya Şemdin Sakık olacaktı veya daha nice adı bilinmeyen itirafçılar gibi…

Bu batık sistemin, kirli çamaşırlarını da ortaya koyabilirdi.

Bize göre, istersen bu adam Kandil’den gelsin ister Hakurk’tan gelsin, ister uzaydan gelsin, nereden gelirse gelsin, bunun kökeni ve ana kaynağı derin devlettir, karnlık kuruluşlardır, karanlık kurullardır ve Encüman-ı Danışlar olabilir.

Kendi görüş ve düşüncem bu paraleldedir.

Zira bakınız, Zaman Gazetesi’nin dünkü birinci sayfasında şöyle bir haber var.

"DEVLETİN GİZLİ BELGELERİ KCK SANIĞINDA BULUNDU"

Haber şöyle devam ediyor:

"Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen KCK duruşmasında, sanıkları hakkındaki iddianame okunmaya devam ederken, Savcı dün ilginç bir detay anlattı.

Savcı, KCK sanıklarından Heval Erdemli’nin ikametinde devletin birçok kurumunda bile bulunmayan  gizlilik derecesi yüksek iç güvenlik stratejileriyle ilgili belgeleri ele geçirdiğini söyledi."

Aynı gazetenin Gündem (5) sayfasında bu haber uzun uzadıya devam ederken ikinci bir haber de şöyle.

"Dursun Karataş istihbarat otolarıyla geziyordu."

"Susurluk kazasında hayatını kaybeden Abdullah Çatlı’nın arkadaşı ve eski Özel harekat Polisi Ayhan Çarkın ilginç açıklamalar yaptı."

Çarkın, Devsol lideri Dursun Karataş’ın cezaevinden kaçmasına göz yumulduğunu ve Karataş’ın polis otolarıyla gezdiğini açıkladı.

TRT Haber’de yayınlanan "Büyük Takip" programında konuşan eski Özel Harekât polis memuru olan Çarkın, Devsol lideri Karataş hakkında ilginç iddialar ortaya attı.

Dursun Karataş’ın cezaevinden kaçmasına göz yumulduğunu ileri süren Çarkın, Dursun Karataş ve ekibi firar etti.

Ondan sonra ne oldu?

İstanbul’da polis öldürme olayları başladı.

Evet, bunu burada sonlandırırken, bir de geçmişe yönelik bu yörede özellikle Diyarbakır’da 1993’ten 2000’li yıllara kadar JİTEM’in istihbarat ekipleriyle beraber çalışan nice itirafçılar, nice cani kiralık katiller, vardı.

Ve devlet bunları kullanıyordu.

Bunların en çarpıcı isimlerinden birisi de Nafiz Çapandı.

Nafiz Çapan, Abdurrahman Çakay, Nizamettin Özturan gibi PKK ve JİTEM itirafçılarıydı.

Bunlar kimlerin himayesindeydi biliyor musunuz?

Burada bunu özetleyelim.

Önümüzdeki günlerde bunlar hakkında taha çok detaylı bilgiler arşivlerimizden çıkarıp sizlere sunacağız.

En derin sevgilerimle.