SİSTEMLER ÜLKELERİNİ AĞLATIYOR!

Muhterem SÖZ okurları.
12 Haziran 2011 seçimleri yapıldı.
Halkın büyük çapta beklentisi gerçekleşti.
Yani demagojik siyasi rol oynayan Cumhuriyet Halk Partisi, yine sınıfta kaldı.
Irkçı, şovenist, maceracı jön Türkçülüğe dayalı MHP büsbütün geriledi.
BDP’nin desteklediği bağımsız milletvekilleri geçen seçime nazaran milletvekili sayısını 20’den 36’ya yükseltti.
Ama bu da kesinlikle BDP’ye veyahut bağımsızlarına halkın salt çoğunlukla bağlı olduğu manasını taşımıyor.
Yani bu demek değildir ki, Doğu ve Güneydoğu halkı büyük bir çoğunlukla bu anlayışı beğeniyor ve ona bağlı kalıyor..
Sistemin yıllardan beri ülke insanının üzerine "demoklesin" kılıcı gibi salladığı dayatmacı ve baskıcı unsurların hegemonyası ister istemez, Doğu ve Güneydoğu insanını bir yerlere sürüklüyor.
Kepenk kapatmasından tut, daha nice tedirginlik ve endişe yaratan tehditlere kadar.
Tek kelime ile ifade etmek gerekirse, yani sistemin göz yumduğu bazı unsurların varlığı milleti, toplumu ve toplumdaki seçmenlerin özgür iradesini "vesayet" altına almıştır. İradeyi özgürce serbest kullandırtmıyor.
Korku, endişe, kişisel çıkar beklentileri ve siyasette atılan makyajlı parlak nutuklar, hep yönlendirme yapıyor.
İşte bu tür yanlışlıkların ürettiği sonuçlardır şuan bölgenin yaşadıkları..
Yüz yıldan beri başta Türkiye olmak üzere Ortadoğu insanının üzerine oynanan oyunlar ve sahneye konulmak istenen senaryoların senaristleri ve arka bahçeleri İsrail’in emperyalist siyonizminin masonik kafalarıdır.
Evet, gerçekten ülkemiz üzerine özellikle yöremiz üzerine oynanan oyunlar nettir.
Suriye, Irak, Afganistan, Libya, Beyrut ve Filistin gibi İslam ülkelerini inim inim inleten ve ağlatan temel unsur, sistemlerin ülkeleri üzerine anti demokratik hukuk dışılık ve dayatma unsurlarıdır.
Ülkelerini normal demokratik mecrasından çıkarıp zorbalıkla, dayatmayla yönetmeye kalkışan piyon unsurlar gerçekten zaman zaman hedeflerine ulaşmış durumda.
Yoksa Demokratik genel seçimlerin yapıldığı bir ülkede, halkın özgür iradesine dayalı kullanılan oylar ve bu oyların yüzde 50’si 8,5 yıldan beri ülkeyi yöneten AK Parti ve lideri muhterem Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a gösterilen teveccühü çekemeyen gizli odaklar elbette ki rahat durmazlar.
Başta devletin bazı hukuki mercilerinin çelişkili değişik karar ve uygulamaları üst üste bu seçimin sath-ı mail başlangıcından bugüne kadar YSK’nın birbirine uymayan tutarsız kararları memleketi çok kötü manzaralara sürüklemiş durumdadır.
Aslında hiç olan bir şeyi deve kılığına büründürerek, büyüterek ve memleketin başına bela yaratıcı işler yapan sistemin bazı odak noktaları inanın huzursuzluktan başka hiçbir şey yapmıyor.
Pireyi deve, habbeyi kubbe yapan bu davranışlar nereye kadar devam edecek ve ülkeyi nereye kadar götürecek acaba?
Düşünün, Hatip Dicle’ye 22 Mart 2011’de kesinleşen mahkumiyet kararı kendisine tebliğ edildiği halde gizli, kapalı kapılar arkasında YSK’ya bildirilmemiştir.
Bildirilmediği için elbette ki kendisi de kendini hapis yatmaktan kurtarmak için yasaların kendisine vermiş olduğu hakkı kullanarak seçime girmiş ve kazanmış durumda.
Olayın bu yüzüne bakıldığında insanı şöyle bir yargıya götürür, "Aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık" misali.
Yani bir yandan halkın salt çoğunluğuyla seçilmiş bir insanın elinden milletvekili hakkı alınıyor.
Neden?
Zira YSK, kararında belirtiyor; "Ceza aldığı için Hatip Dicle, meclise giremiyor"
Peki, sandıkların açılmasına bir gün kala alınan bu karar haklı olarak Hatip Dicle’nin seçmenlerini çileden çıkarmıştır.
Ama Hatip Dicle ise, bu memleketin gözünde büyütülen yani gökten zembille indirilen hiç bulunmayan bir zatı muhterem olarak yöre insanının önüne konulmuş ve seçmenlerinin gözünde olmazsa olmazı durumuna girmiştir.
Ve bu hatıra binaen her ne pahasına mal olursa olsun, o uğurda kim ölürse ölsün, ne yakılırsa yakılsın, yöre insanı yörenin altı üstüne gelse bile illa ki "YSK’nın bu kararından vazgeçmesi gerekiyor" diye düşünenler var.
Halbuki, toplumsal barış için, demokratik insan temel hak ve özgürlüğü için, hukukun üstünlüğü için sokaklara dökülme değil, büyük bir ağır başlılıkla hukuksal ve demokratik yöntemlerle bunun mücadelesi verilir.
Yoksa verilmez diye bir şey yok.
Ama başta söylediğim gibi, sistem çok yanlış bir sistem olduğu için putlaştırılmış, vazgeçilmez bir tabu durumuna getirildığı için toplum inim inim inletilmektedir.
Halk birbirine bırakılıyor, kan dökülüyor, aileler birbirine düşürülüyor ve nice ocaklar söndürülüyor ki bu da bir hiç uğruna.
Onun için diyoruz ki, sistem bir yandan bizi ağlatırken, madalyonun ters yüzünü göstermesiyle güldürüyor.
Yani nasıl bir gülme?
Teşbihte hata olmasın, bir delinin eline bir şey verildiği zaman ne olduğunu bilmediği için zaman zaman sevinerek kahkaha atıyor ama ne için kahkaha attığını, kendisi de bilmiyor.
Elinden aldığı zaman da sinirleniyor, ağlıyor, elinden neyin aldığının bilmediği halde bu kez ağlamaya başlıyor.
Bizim İslam ülkelerindeki yaşanmakta olan olaylar gerçekten bu anlattığım örnekten uzak değildir.
Bin yıllık tarihini yitiren bir toplum ilmini, irfanını kayıp eden bir halk, dinini Kur’an’ını yozlaştıran ülkelerin akıbeti bu olaylardan kaçınılmazdır.
Günlük gazete manşetlerine bakıldığında, yazar-çizerlerin köşelerine bakıldığında hele hele bir de her sabah kalkıp görsel medyanın ekranlarını kurcalayan, düşünen insanların çok büyük ders alması lazım.
İbretengiz halleri yaşamaktan kendini kurtaramayan bir insan nasıl yaşar, nasıl huzur bulur, nasıl sükunetle, kalp rahatlığıyla uyur?
Bakınız sevgili okurlar.
İki gün evvel sabah saat 9-10 sularında A kanalını açıp izlerken tüyler ürperten, insanları insanlığından pişman ettiren adeta haydutlaşma veya maymunlaşma durumuna sokturan, Kayseri’deki  üç sene evvel bayramda şeker toplamaya çalışan üç tane masum reşit olmayan birer melaike durumundaki günahsız üç çocuğu öldüren katilin mahkemedeki sergilediği tutum insanları gerçekten insanlık karekterinden çıkartmaması, içten bile değil..
Delirmemek için, insan kendini zor tutuyor.
Bakınız, masum üç tane çocuğu bayram şekeri vereceğini söylerek evine çağırıyor, 7-8 yaşındaki kıza tecavüz ediyor ve 92 bıçak darbesiyle, diğerini 60 bıçak darbesiyle öldürüyor.
Elbette ki işlediği suç her şeyden önce bir cinayettir ve cinayetin cezası da devlet eliyle onları infaz ederek büyük bir topluluğun karşısında ibret olsun diye hukuksal olarak öldürülmesi gerekirken, heyhat bilakis devlet koruma altına alıyor.
Yani cinayeti, o katli gerçekleştiren katil ve hain her kim olursa olsun, bu tabloya hiçbir zaman insan bakamaz.
Ama sistem devletin polislerini, hakim ve savcılarını, o katilleri koruma altına alma gibi bir seferberlik durumunu ilan ediyor gibi.
En derin saygılarımla.