TARİH BOYUNCA DEĞİŞMEYEN GERÇEK?!

Evet, değerli Söz okurları...

Bir haftadan beri medyanın konu ettiği olay, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Güney Kore Başkenti Seul’de birçok dünya devletinin liderleriyle yapmış olduğu görüşmedir ve aynı zamanda önemli devlet liderlerine Suriye hakkında seslenişidir ve "Suriye’ye seyirci kalmama" tavsiyesidir.

Bu arada Amerikan Devlet Başkanı Obama’dan tutun da, Ürdün Kralı Abdullah’a kadar ve daha birçok devlet liderlerine kadar haykırırcasına seslenerek uyarması elbette ki şayanı dikkattir.

Bilindiği gibi Suriye’de sivil halk hedefte olup acımasızca büyük bir katliam dünya kamuoyunun gözü önünde yapılmaktadır.

Dünya liderleri ancak seyirci kalmakta.

Başka herhangi bir kıpırdama söz konusu değil ve görünmüyor.

Bu tutum da başta Başbakan dâhil olmak üzere tabii tüm vicdan sahibi insanlık karakteri gereği herkesi üzmektedir ve hayretler içerisinde bırakmaktadır.

Ama ne çare ki, evrensel çağdaş medeni dünya maalesef ancak muzahraf denilen makyajlı kavramları yani dışı parlak içi çürük kavramlar kullanmaktan başka yaptığı bir iş yok..

Hep bu tür yalan, içi boş ve çürümüş kavramları kullanmaktadır..

Tabi ki; kendi "işine" gelince, farklı pozisyonlar alıyorlar..

Bu tutum içerisinde kıvranan dünya hiçbir zaman demokratik kimliğe sahip olamayacağı gibi, temel insan hak ve özgürlüğüne saygılı, hukuk kurallarına uygun olmayan tutum içerisinde kıvranmaktadır.

Deyim yerindeyse adeta suçüstü yakalanmaktadır.

Suriye’deki olup bitenleri telaffuz etmek dile kolay gelirse de kalemler ne kadar yazarlarsa da yazsınlar, fakat kan gölü haline gelen bu ülke ve bu ülkede baş katil olarak rol alan Beşar Esed ve ailesidir.

Ama sözde medeni dünyanın vermiş olduğu görüntünün acımasızlığı bir yana, insanın kanına dokunan, inanan bir Müslüman olarak gayretini ihlal eden, her şeyi alt üst eden, tüm insanlık hayatını ilgilendiren ve derinden derine insanı düşünmeye sürükleyen; İran, Suriye ve Lübnan’da bulunan Hizbullah’ın ittifakıdır.

Bu üçlü ittifak gerçekten İslam dünyası içine büyük yara açmış durumdadır.

Bu itibarla Mart 2012 tarihli “İstikamet” dergisinin kapağında bu ittifakın üç liderinin kanlı görüntülü fotoğrafları, birçok tarihi gerçekleri insanlara yeniden hatırlatıyor ve haykırırcasına insanlara sesleniyor.

***

Evet, derginin kapaktaki görüntüsü ve manşetten ana başlık şöyle;

“Tarih boyunca değişmeyen hakikat

ŞİA’NIN ÜMMETE İHANETİ” başlıklı yazı her şeyi bildiriyor.

İç kapakta ise derginin editörü başlık olarak şu ifadeyi kullanmakta;

“Tarih boyunca ihanetin değişmeyen adı ŞİA”

Editörün yazısını şu dikkat çekici başlıklarla özetleyebiliriz;

“Muhterem okurlarımız içinizden bazılarınızın editör yazısındaki başlığımıza itiraz ettiklerini duyar gibiyim.

Ancak bu itirazı etmeden önce tarihe bir bakmalı.

Şia’nın ilk çıkışından günümüze kadar gelen rolünü ehlisünnet mezheplerinin mensuplarının devletlerini nasıl da arkalarından hançerlediklerini araştırmak gerekli değil mi?

Tarihi boyunca hiçbir zaman batı ile savaşmamış İran günümüzde müesses nizamiyle (kurulmuş nizamiyle) Şia mezhebinin temsilcisidir.

Ve yine kendi tarihi boyunca gerek safaviler, buveyhiler, gerekse Fadımiler devrinde sürekli ehlisünneti arkadan vurma misyonunu sürdürmüştür.

Yanı başımızda meydana gelen Suriye’deki muhaliflerin kutlu direnişi bitirmek için Kızılbaş, Nusayri Beşar Esed zalimine karşı kıyam eden Müslümanları yalnız bırakmakla kalmayıp aksine söz konusu Kızılbaş’ı sonuna kadar destekleyen İran ve tampon örgütü Lübnan’daki Hizbullah yaptıklarıyla aslında tarih boyunca yapa geldikleri misyonlarının teyidini göstermiş oldular.

Dününü yani geçmişini bilmeyen ve geçmişlerinden ibret almayanlar yarına hiçbir zaman adım atamazlar.

Aziz okuyucu!

Bir kavme olan kızgınlığımız elbette bizi haksızlığa itmemeli, ancak Hasan Nasrallah isimli Şia militanının “Suriye’de hiçbir şey yok hepsi basının abartması” demesi İran devletinin topyekûn bir surette Beşar’ı sahiplenmesi yine İran’ın Irak’ta ve Afganistan’daki Amerikan işgalindeki rollerini açıkça söylemelerine rağmen hala içi boş vahdet ve kardeşlik edebiyatı yapmakta, saf dillikten başka bir şey olmasa gerek.

Sahte kahramanların devri geçti, hatta çoktan bitti bile.

Ne güzel demiş şair;

BİZE DÜŞEN ASIRLIK BORÇ ESKİ ZAMANLARDAN

TEMİZLEMEK DÜNYAYI SAHTE KAHRAMANLARDAN”

***

Evet, sevgili okurlar.

İstikamet dergisinin başyazı olarak editörün kaleminden yazılan bu yazı bugün yeryüzündeki medeni dünyanın ne kadar dürüst olduğunu (!) ne kadar samimi olduğunu (!) ne kadar demokratik olduğunu (!) tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktadır.

Şair’in dediği gibi;

“Dünyayı sahte kahramanlardan temizlemek”

Özellikle İslam dünyası üzerinde rol oynayan nice haçlıların birer kölesi durumunda olan devletçikler ve onları yöneten piyon liderlerin kahramanlığının gerçek yüzünü bize anlatmaktadır.

Ne hazindir ki, tarih boyunca Müslümanları aldatan ve içten vuran, hep kendini sureti haktan gösteren ihanet şebekelerinin ahtapotun yetmiş kolu gibi her gün bir oyunu sahneye koymakla görevlendirilen münafıklar böylece İslam dünyasının üzerine hep kirli çorap örmektedirler.

Kendi kirli yüzlerini siyah şalla örtmeleri de hiçbir zaman gözden kaçmamıştır.

Gerçekten tarih boyunca Şia mezhebinin kirli Yahudi siyasetiyle paralel adım attıkları gözden kaçmamıştır.

Hz. Osman’ın şahadetinden tut, Hz. Ali ile Hz. Ayşe arasındaki kavgayı körükleyen gizli sabataist Abdullah İbnü Sebe’nin ne kadar rol oynadığını keza o büyük fitnenin Hz. Ali ile Muaviye arasındaki olup bitenlerin ve nihayet Muaviye’nin oğlu lanetlenmiş yezidin mezalimi, elbette ki tüm İslam dünyasını rencide etmiştir.

Ve bu nedenle yerle gök dâhil olmak üzere inanan her kesimin lanetine mazhar olmuştur.

Hz. Hüseyin’in başına musallat olması ve âli beyte karşı Kerbela’da gösterdiği insanlık dışı alçalış tarih boyu unutulmaz, tarihi ayıplar ve insanlık skandalı olduğu içindir ki; ders-i ibret ihtiva etmektedir.

Amma Şia’nın tüm ehlisünnetten ayrılıp yalnız ve yalnız Hz. Hüseyin’e ve âli beyte sözde sahip çıkması ve ifrat derecesinde küfre götürecek kadar tehlike yaşanması ve o günden bugüne dek hep ehlisünnetle karşı karşıya gelmesi, savaşması ne derece gerçekçi olabilir?

Hep fitneengiz hareketleriyle kendini gösteren Şia hiçbir zaman batı dünyasıyla kavgaya girmemiş, ancak ehlisünnetle çarpışa devam etmiştir, bu da tarihin unutulmayan gerçekleridir.

Nitekim bugünkü manzara da bunu açık ve net olarak göstermektedir.

Yıllar yılı sözde İran’ı temsilen Lübnan tampon bölgesinde bulunan nice Nasrallahların zaman zaman İsrail’e karşı hiddetlenmeleri ve sözde İsrail’e attıkları füzeler hep boşa çıkmıştır, olan yine Lübnanlılara, Filistinlilere olmuştur.

Figüre malzemesi olarak kullanılmış Filistinli ve Lübnanlıya bir arpa boyu kadar Hizbullah liderlerinin faydaları olmamakla beraber şimdiden çıkıp Kızılbaş, Nusayri Dürzî bir mezhebe mensup olan Suriye liderini savunmak gibi bir rezaletle kendini ele vermektedir.

***

Keza İran da öyledir.

Bu gerçeği de sizinle paylaşmadan geçmek istemiyorum.

Gerek istikamet dergisinin görüşü olsun ve gerekse benim tespitlerim olsun, her ne olursa olsun tümüyle tarihi gerçekleri yansıtmaktan başka hiçbir şey değildir ve kimseye karşı ne kinimiz ne de garezimiz var.

Ama başta söylediğimiz gibi, geçmişinden ibret almayan nesiller ve toplumlar hiçbir zaman geleceğini göremeyecekler.

Bizim bu söylediklerimizin ispatı için merak edenler varsa özellikle bu yöremizin ulema kesimlerine şu tavsiyede bulunmak istiyorum.

Nur suresinin ifk ayetlerine 11. ayet ile 15. ayetlerinin Şia tefsirlerinden “El-Mizan fi Tefsir’ül Kur’an” isimli “Tabatai”nin tefsirini okumalarını tavsiye ediyorum.

Hz. Ayşe’yi kötüleyen ve Hz. Ayşe tarafından Resulullah Efendimizin oğlu İbrahim’in vefatıyla ilgili ne kadar yanlış yorum yapmakta olduğu ve Resulullah’ın oğlu Hz. İbrahim’in vefatıyla ilgili Hz. Ali ile Cureyhul Kıpti isimli Resulullah’ın bir kölesi arasındaki olup biten yükseklerden atılan iftira, tüm anlattıklarımızın bir göstergesi olması yeter de artar.

Tüm inanan Müslüman kardeşlerime âcizane tavsiyem ister, ehlisünnet olsun ister ehli şia olsunlar objektif bir gözle olaylara bakmak lazım.

Kimin nerede yer aldığını ve kimlerle nerde oturup kalktıklarını ve hangi dünya devletleriyle gizliden işbirliği içinde olduklarını okumaları, öğrenmeleri ve gerçekleri görmeleridir.

En derin saygılarımla.