TARİHİMİZE GÖMÜLEN FİTNE UNSURLARI!

Evet, sevgili okurlar.

Bu köşede fırsat buldukça sizinle hasbi hal etmek, ülkenin önemli meselelerini paylaşmak bizim için bir zevktir, şereftir ve mutluluktur.

Zira ne mutlu o insanlara ki çekinmeden, Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmadan, geleceğini düşünmeden, lisanının keskinliğini "gerçekleri söylemekte" kullanmasıdır.

Evet, yüce İslam prensibi gereği gerçekleri bilip de söylemeyen kendini "dilsiz şeytan" olmaktan kurtaramaz.

Allah korusun!

Dilsiz şeytan, en tehlikeli bir varlıktır ki yüce İslam Peygamberinin, hakkı saklayıp gerçekleri söylemeyen kimseleri dilsiz şeytan olarak nitelendirmesi, söylediklerimizin kanıtıdır.

Zaten toplumların başına gelen de "inkârcılık tehlikesidir", zulmün saklanmasıdır, "küfrün ve inadın" üzerinin örtülmesidir.

***

Sevgili okurlar.

Gerçekten görünen odur ki son günlerde ülkemizin başına örülmek istenen çorap geçmişimizdeki gömülen ve saklanan tarihi rezalet ve skandalların serisidir.

Keza aynı zamanda CHP’nin tarih boyu bu ülkemize, insanlarımıza, ümmetimize karşı oynadıkları oyunların, tezgâhladıkları tezgâhların devamıdır.

Sahneye konulan karanlık ve kirli oyunların aktörüdür, CHP!

Şu geçmiş cumhuriyet dönemindeki devletimizin birçok yönüyle kullandıkları önemli kurum ve kuruluşları elinde tutarak, fitne unsurlarını beyninde taşıyan nice bürokratları kilit noktalara sızdırmıştır.

Bu meyanda bir de kendi taraflarına çektikleri çıkarcı, rantiyeci, sözüm ona dindar ve muhafazakâr kimlikle kendini lanse eden yanlış insanların da onların batıl anlayışlarına bilerek veya bilmeyerek alet olmasıdır.

Kim ne diyorsa desin.

Hodri meydan diyoruz.

Bu yakın geçmişimizde CHP’nin despotizmiyle tarihe gömülen nice skandallar, nice kirlenmeler ve nice gerçek dışı gösterilen kimlikler artık aşikardır.

Elbette ki bunları böylesine saklamaları, tarihe gömdürmeleri, hayra alamet değil.

Hiç kuşkusuz ki, toplumun 7’den 70’ine kadar geçmişine yönelik tarihi gerçekleri görmezlikten gelerek, tarihi gerçeklerini bilmeyen ve geçmişe yönelik olup bitenleri kimseye göstermeyen, sözde devlet politikası bu memlekete hayır yerine şer getirmiştir, yarar yerine zarar vermiştir.

Zira böylesine hain planların tek gayesi vardır.

O'da, kendi anlayışı doğrultusunda devleti ele geçirip, devletin önemli müesseselerini, diplomalı cahillerle doldurmasıdır.

Bilimden, tarihten, inanç ve imandan yoksun önemli bazı mezhepçi, Rafızî anlayışa sahip bürokratları devletin kilit noktasına taşımasıdır.

* * *

Evet, ne yazık ki Yargı gibi, TSK gibi, Emniyet gibi kurumlara sızmışlardır!

Kamunun önemli bazı kurum ve kuruluşlarını yani tek kelimeyle Yürütme ve Yargıyının bir çok alanını ellerine geçirmişlerdir.

Ve bu her iki kurumu işleten aynı o anlayışa sahip bilimsellikten mahrum sadece süslü, parlak nutukların sahipleri, Kemalist anlayışla tarihi CHP fitnesine hizmet etmektedir.

Bir haftadan beri ülkemizi zor duruma sokmak isteyen, sözde “17 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu” adı altında Yargı gibi kutsal bir kurum bazı kirli ellerde nasıl tahrip ediliyor.

Zaten yakın tarihimiz, Yargıdaki bu tür skandallardan ve meslek taassubundan uzak değil ki.

Yargı demek, yeryüzünden ta arş-ı alaya kadar adalet ve hukukun gerçek manada temsilciliğini yapmak demektir.

Hele hele Türkiye gibi bir İslam ülkesi ve diğer Ortadoğu ülkeleri…

Ama ne yazık ki görünen hiç de öyle değildir.

27 Mayıs 1960 darbesi!

Adnan Menderes ve iki arkadaşını yargılayan Yassıada Mahkemesinin Başsavcısı Ömer Egesel ile Mahkeme Başkanı Salim Başoğlunun, o günün arşivleri buna şahittir ki açık ve net olarak Menderes’e diyorlar ki “Bizim elimizde bir şey yok, sizi buraya gönderen güç böyle istiyor”

Yani İsmet İnönü ve darbeci cuntayı kastederek bunu söylüyorlardı.

Bir yıl içerisinde tüm adaleti, hukuku ayaklarının altına alarak, sadece bir dikta rejimine hizmet olsun diye mesleğini ve görevini kötüye kullanmış ve tarihin gerçek sayfalarına, bu hukuksuzluk nakşedilmiştir.

Ama ne fayda ki yaptıkları yanlarına kar kalmıştır.

* * *

Şimdi bir haftadan beri Türk medyasının manşetlerine taşıdığı Savcı Muammer Akkaş’ın yüzünden ve yüz hatlarından okunan budur ki sadece bir ideoloji uğruna veyahut kişisel rant uğruna veyahut bir beklenti için böylesine adalet mekanizmasını kötü kullanarak, kendi emellerine alet ederek, hükümeti ve Başbakanı zor duruma sokmak için neler yapmıyor ki?

Bir savcı Adliye binasının dışına çıkıp, basın mensuplarına bildiri dağıttığı tarihte görülmüş mü acaba?

Ki o Adliyenin başındaki Başsavcı Sayın Turan Çolakkadı’nın da çıkıp da “Savcının yalan ve yanlış beyanları yüzünden adliye zor durumdadır” demesi ayan beyandır ki adalet özellikle Türk yargısı zaman zaman ehliyetsiz kişilerin eline geçiyor ve adaleti gizli derin odaklar adına kullanma fırsatını buluyor.

Velev ki bir ülkenin yok edilmesi pahasına dahi olsa.

Hele hele bir de 28 Şubat’ın brifingcileriyle işbirliği yaparak, onlara brifing vermeleri de gerçekten inkâr edilmez tarihi skandaldır.

Son günlerdeki HSYK’nın da vur-kaç misali kaşla göz arasında savcıya sahip çıkarak, mesleğini kötüye kullanmaları hukukçuların deyişlerine göre mesleklerini ideoloji uğruna kullanmaları da dikkatlerden kaçmamaktadır.

* * *

Dünkü Sabah Gazetesi hadiseyi manşetine şöyle taşımış;

“HSYK’DAKİ ZIRH HİÇ KİMSEDE YOK”

Manşete taşınan bu ifade bizlere her şeyi açıkça anlatıyor.

Başbakanın da mitinglerde bu meyanda konuşması, halkın dikkatini çekmiştir.

Yaptığı adli kolluk açıklamasıyla suç işleyen 13 HSYK üyesine soruşturma açma olanağı da bulunmuyor.

İşte nedeni.

“Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kanunu yapılırken, üyelerin tümü veya çoğunluğunun suç işleyeceği akla bile gelmedi.

Adalet Bakanı, konuyu 22 üyeli Genel Kurul’a getirse de 13 üye çoğunluk olduğu için sonuç alınamaz”

Bunlar, toplumumuzun dikkatinden kaçmayan tarihi gerçeklerdir ve toplum buna “Tarihi yargı skandalı” diyor.

Nitekim 28 Şubat 1997’deki yargının üst düzeydeki sıfatları, Yekta Güngör Özden, Vural Savaş, Nuh Mete Yüksel’den tut, Abdurrahman Yalçınkaya’sına kadar, Sabih Kanadoğlu’na kadar.

O dönemde Diyarbakır DGM Cumhuriyet Başsavcılığı görevini yürüten Nihat Çakar’a kadar.

Bunlara gerçek manada adaleti temsil eden zevat demek, gerçekleri göremeyen görme engelli olmak demektir veyahut gerçekleri saklayan dilsiz şeytan demektir.

Bunlar meslek taassubu altında yargı zırhına bürünerek, mesleklerini tamamıyla kötüye kullanmış, adaleti ve hukuku kendi kirli emellerine alet etmiş, CHP anlayışı paralelinde adım atmış kimselerdir.

Mezhepçilik taassubundan tut, meslek taassuplarına kadar himaye görmüşler.

Ve ne çare ki gelen giden hükümetler, başta AK Parti olmak üzere bunlara hiç dokunamamıştır.

Haklarında anayasal değişime bile gidilememiştir.

Oysaki bize göre geçen üççeyrek asır içerisinde Türkiye’ye en büyük zarar veren, yargıyı kötüye kullanan kimseler olmuşlardır.

Ve hala da birileri kutsal “yargı zırhını” alet ederek, onun gölgesinde saklanmayı başarabilmektedir.

* * *

Savcı Muammer Akkaş’ın yaptığı bu operasyon yalnız hükümete yönelik değil?

Kimin adına ve hangi ideoloji adına bu yanlışlığa girişmiş, hepimizin malumudur?

Oysaki bu operasyon, Başbakanın da dediği gibi “Bu operasyon Türkiye’ye karşı yapılıyor, devletin içinde bir çete mahremiyet tanımıyor, izlemekse izlemek, dinlemekse dinlemek, her şey var.

Görev alanının dışına çıkıp, medya gruplarını da içine alarak masum insanları karalamak isteyen yargı mensupları var.

Savcı medyayla işbirliği yapamaz.

Ama bu yapmış”

Star Gazetesinin 1. sayfasına taşıdığı şöyle bir başlık var;

“YASADA O SAVCI KORSAN YAZIYOR”

“Korsan savcının çiğnediği yasa, Başsavcı Çolakkadı’nın fırçasını destekliyor.

Yasada organizasyon yetkisi Başsavcıda, Savcılar da Başsavcının emriyle soruşturma açabiliyor, kanun bu”

Gerçekten meseleler derin ve kapsamlıdır.

Türkiye’miz için en büyük tehlike; yakın tarihimizdeki gömülüp saklanan önemli, önemli olduğu kadar da tarihi olaylar olmuştur.

Ve ne hazindir ki bunu da yapan CHP’nin fitne durumundaki anlayışı ve bu anlayış paralelindeki devletin bürokrasisini elinde tutan Yargısından tut, Emniyetine kadar, TSK’sına kadar.

Evet, sevgili okurlar.

Bizim burada sizlerle paylaşmak istediğimiz tarihi gerçeklerdir.

Zaten kamuoyuna tarihi gerçekleri araştırıp, sunmak basının yegâne ve başlıca görevlerinden birisidir.

Biz burada ne yargımızı, ne adaletimizi, ne de hukuk müesseselerini ve ne de temiz vicdanlı mensuplarını eleştirmek değildir, yermek hiç değildir.

Kastımız, yanlış yapan ve mesleğini kötüye kullanan, mesleğini kendine zırh yapan yanlış insanların deşifre edilmesidir.

Ve tabi ki, "Yargı Camiasını" zan altında bırakanlardır.

En derin saygı ve sevgilerimle.