TARİHİMİZE GÖMÜLEN FİTNE UNSURLARI! (IV)

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği üzre ülkemizin, milletimizin, devletimizin karşı karşıya kaldığı sorunlar ve içinden çıkılamayacak kadar zor oluşumlar ve olaylar hepimizin malumudur.

Elbette ki bu oluşum ve olaylar milletimize çok ağır bedel ödetmiştir ve hala ödetmeye de devam ediliyor.

Telafisi mümkün olmayan böylesine ağır faturalar ve ağır maliyetlerin temel unsurları ve dayanak noktaları, gizlenen kaynak elbette ki her zaman burada ifade ettiğimiz gibi tarih sayfasında gizlenmiş ve gömülerek üstleri örtünmüş çeşitli fitne ve fesat unsurlarıdır.

Bu çeşitli fitne ve fesat unsurlarının kaynağı da mevcut sistemdir!

Tarih boyunca vesayet-i askeriyedir ve 1924’ten günümüze dek mevcut olan altı okun tezgâhından çıkan anayasanın mevcudiyetidir.

Her ne kadar zaman zaman mevcut Anayasanın kıyısından köşesinden bazı alıntılar oluyor, değişme tabi tutuluyor ise de hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur.

Zira suçlar ve suçlular, gittikçe çoğalıyor ve bir türlü de önlenemiyor.

Gerçekten hükümetlerin yaptırımları da yetersiz kalıyor.

Hangi hükümet iyi niyetli olursa olsun, yine de daima yetersizdir.

Çünkü suçlar ortada, potansiyel gittikçe kabarıyor.

Fıkhın usulünde, yani İslam hukukunun usulüne göre toplumun bünyesine sızdırılan zararlı unsurlar ne olursa olsun, öncelikle onların def’ine, yok edilmesine öncülük verilir.

Daha sonra menafi denilen toplumsal yarar ve menfaat unsurları gerçekleşir.

Yani kötülükler yok edilmeden hiçbir zaman iyilikler topluma yerleşemez ve gerçekleşemez.

Bu bir fıkhi kaidedir, esastır, usuldür ve hükümdür.

Nedeni de bu kötü unsurların izalesi değil, devletin icraatlarıdır.

Zira tıpkı ağacın içini kemiren ağacın kurdu gibi.

Toplumu temelinden sarsan ne kadar kötülükler varsa, tümüyle zulümdür.

Helal-haramını birbirinden ayırt edemeyecek duruma gelen bir toplum, önce haramı yok etmeye çalışmalıdır.

Sonra helal aramalıdır.

Yoksa hem haram hem helal bir arada olursa, helal olan da o harama katılabilir.

Ve o da beraber bozulur gider.

Zira zararlı şeyler zulümdür, mezalimdir.

Onu yok etmeye çalışmayan sistemin adı da "zalim sistem" olur?.

Münkerdir, inkârcıdır, menfurdur, herkesin nefretini üzerine çeken her unsur kötülüktür, bozgunculuktur, şerdir ve fesattır.

Milli benliğini ve kültürünü arka plana atan, batının şer felsefesine sarılan ve ona hayranlaşan toplum ve yapılar ülkeye bir yarar getiremez.

Yine kaide-i esasiyedendir!

İslam’ın temel hukukunun esaslarından birisi de mefsedet (bozgunculuk) ve maslahatın birbiriyle karıştırılmamasıdır.

Öncelikle mefsedet olan kirli bozgunculuğu def’edip atacaksın, sonra maslahatı topluma yerleştireceksin.


* * *


Bu itibarla görünen odur ki ülkemiz, tarih boyu kasıtlı olarak dıştan kaynaklanan ve iç mihraklara sızdırılan ve beraber işbirliği yapanlar tarafından ülkenin bütünlüğü, milletin beraberliği adeta tehlikeye sokulmuştur.

Bunun kanıtlayıcı delili de Mayıs ve Haziran’daki Taksim meydanında oluşan "Gezi Parkı eylemleri" adını kendine takan o menfur rezalettir.

O menfur Gezi rezaleti, kesinlikle dış ve iç mihrakların işbirliğiyle devlete ve hükümete karşı oluşturulan bir nevi darbe planıydı.

Onu beceremeyen CIA ve Mossad bu kez dehşet saçan ve devleti temelden sarsan 17 Aralık’taki “Yolsuzluk ve Rüşvet” operasyonunu hayata geçirdi.

Başbakan ve AK Parti, ne diyorsa desinler.

Eğer orta yerde küfür ve inat bataklığı varsa, o bataklığı önce kurutmalıdır, ondan sonra üzerine temel atılmalıdır.

Yoksa bataklığı kurutmadan, bataklığın içine temel atılamaz.


* * *


Bakınız, sevgili okurlar.

Tarihi istiklal şairimiz merhum Mehmet Akif Ersoy, ne diyor?

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda

Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda

Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı!

Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı!

Sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı

Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı”


***



Akif, şöyle devam ediyor;

Geçenler varsa İslam’ın şu çiğnenmiş diyarından;

Şu yüzbinlerce yurdun kanlı zairsiz mezarından,

Yürekler parçalar bir nevha dinler reh-güzarından

Bu matem, kim bilir, kaç münkesir kalbin gubarından

Huruş etmekte son ümidinin son inkisarından”


***



Evet, sevgili okurlar.

Gerçekten ülkemiz, güllük gülistanlıktır.

Amma ne yazık ki içimizdeki kötülükleri arındıramadığımız için büyük bir gaflet içerisinde yarınlarımızı bekliyoruz.

Ama her an her şeyin olabileceği endişesi karşısında azıcık da olsa uyanmalıyız.

Eğer uyanmazsak canlı ölüler safına geçmekten kendimizi kurtaramayız!

Bu nedenle Üstat Bediüzzaman diyor ki mezar-ı müteharrik, yani yürüyen mezarlar gibi.

Evet, insanız.

İskeletimiz, heykelimiz, boyumuz, büstümüz fiziksel olarak yerindeyse de beyin ve kalp yorgunluğu söz konusuysa, yani ilimle dolu değilse işte tarihimize gömülen fitne ve fesat unsurları bizi yok etmek için, her an teyakkuzdadır.


* * *


Evet, İttihad-ı Muhammedi daima düsturumuz olsun, bayrağımız olsun ve kıblemiz olsun.

O olmadığı müddetçe yüz yıldan beri içimize gömülen ve üstü kirli şallarla örtülen fitne unsurları bizi her an için yok edip, yutabilir endişesini unutmamalıyız.

Zira Hz. Muhammed (s.a.v)’in yolu ümmetin ittihadı demektir, birlikteliği ve beraberliği demektir.

Diğer herhangi bir cemiyete veyahut cemaate benzemez.

Onun emsali de yeryüzünde yoktur.

Bu “Tarik-i Muhammedi” denilen ve “cadde-i kübra” üstün ve geniş yol başka yolların pederidir, mürşididir, yıldızıdır, yeryüzünün parlayan güneşidir.

Bediüzzaman Hazretleri yüz sene evvel yazmış olduğu “Makaleler” isimli risalesinde şöyle diyor;

Ey ümmeti Muhammedi!

Bu İttihad-ı Muhammedi’nin sedası umum müminlere bir “arş” emridir.

Mübareze-i hayat meydanında Tarik-i Terakkide parlak müstakbel (gelecek) tarafına asker gibi sizi sevk ediyor, yürüyün diyor”

En derin saygı ve sevgilerimle.