THE NEW YORK TIMES GAZETESİ VE SAİD-İ NURSÎ!

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü yazımda “Çağdaş medeniyet unvanını kimseye bırakmayan sözde medeni dünya, insanların oluk gibi akan kanlarına karşı “süt dökmüş kedi” gibi pis pis arkasından bakmaktadır” demiştik.

Bu söz gerçekten yerinde bir söz ve muasır medeniyet seviyesine sözde tırmanmak isteyen ABD, BM ve NATO dâhil Suriye’de oluk oluk akan masum insanların kanına seyirci kalmaktadırlar.

20 aydan beri katledilen masum insanlar, evlerini ocaklarını terk eden aileler, harap olan yıkılan köyler, kasabalar had safhada olmakla beraber “Ha yaptım, ha yapıyorum” derken bir oyalama taktiğiyle zalim Esed işini götürüyor ve kan dökmeye devam ediyor.

Ve her nedense insanlık susmayı tercih ediyor.

Benim şahsen dikkatimi çeken, Rus ayısı denilen bir kızıl politika yaklaşık 15-20 sene önce Müslüman Çeçenistan halkını tank paletleriyle ezip geçmişti.

Koskocaman kahraman bir halk Rus müstemlekesi altında yok olup gitti.

O zaman Rus devlet başkanı yanlış değilsem yine Putin’di.

Bugün ise Rusya’nın güdümünde olan Beşar Esed böyle acımasızca, manyakça, şuursuzca insanlık dışı kendi halkını katledip, durmaktadır.

Bu demek, Rusya’nın kahraman Çeçenistan halkına yapmış olduğu soykırımın bir nevi uzantısıdır.

Bu nedenledir ki, arkasında Rus’ya bulunuyor..

Evet, Rusya ve Çin’in bu destekleri devam ettikçe üçüncü bir cihan harbi söz konusu endişesiyle BM’de bir türlü karar alamıyor.

* * *

Bugünkü sohbetimiz, dünkü sohbetimizin bir devamı olmak üzere biraz daha detayına inerek tarihi, bilimsel çok önemli bazı gerçekleri sizinle paylaşmak istiyorum.

Bakınız, dünkü yazımla hemen hemen paralellik arz eden Üstat Bediüzzaman Said-i Nursî Hazretlerinin “Sünuhat” isimli eserinde şöyle bir tespiti vardır.

“Cemaat itibariyle görüyoruz ki, bir şahıs muhteris intikamıyla veya müntakim bir muhalefetle (intikam alıcı bir muhalefetle) arzuyu tazammun eden bir fikir ile demiş ki; İslam parçalanacak veyahut Hilafet mahvolacak (!)

Sırf o meşum (uğursuz) sözünü doğru göstermek gururunu, enaniyetini tatmin etmek için İslam’ın perişaniyetini el-iyazu billah maazallah, uhuvveti İslamiye’nin boğulmasını arzu eder, demektir.

Hasmın (düşmanın) zulmü kafiranesini (kafir zulmünü) hayale gelmez celbezeli te’villerle adalet suretinde göstermek ister”

Demek aynı minval taşıyan bugünkü sözde medeni dünya İslamiyet’i dünyanın en ücra köşesinde bile olsa güçsüz bırakmak için kamuoyu nezdinde perişan, tutarsızlık ve birbirini desteklemeyen, birbirine sahip çıkmayan bir İslam âleminin varlığını söz konusu olarak göstermeleri, maksatlı bir garazkârlığın dik alasıdır.

***

Bakınız, Üstat Hazretleri şöyle devam ediyor;

“Medeniyet-i Hazire (Hazır çağdaş medeniyet) itibariyle görüyoruz ki, şu Medeniyet-i Meşume (uğursuz bir medeniyet) ile gaddar bir zulüm ilkesi beşerin eline vermiş ki, bütün medeniyetin güzelliklerini sıfıra indirip, melaikelerin Allah’a karşı endişeli sorularını haklı çıkarıyorlar”

Şöyle ki; yüce kitabımız Kur’an’-ı Kerim’in Bakara Suresinin 30. ayetinde ruhlar âleminde Allah ile melaikeler arasında geçen sorulu cevaplı konuşma şekli, yani melaikelerinin endişeli cevabını onaylarcasına bugün yeryüzünde kan dökülüyor.

***

Ayetin başlangıç şekli mealen şöyledir;

“Hani, Rabbin meleklere, ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ demişti. Onlar, ‘Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamdederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz’ demişler. Allah da, “Ben sizin bilmediğinizi bilirim” demişti”

Bu paralelde Üstat Hazretleri şöyle devam ediyor;

“Medeniyet-i Hazire (Hazır çağdaş medeniyet) itibariyle görüyoruz ki, şu Medeniyet-i Meşume (uğursuz ve acımasız bir medeniyet) ile gaddar bir zulüm ilkesiyle beşerin eline vermiş ki, bütün medeniyetin güzelliklerini sıfıra indirip, melaike-i kiramın “Yeryüzünün hâkimiyeti bozgunculuk çıkaran, kan dökenlerin eline mi veriyorsun ya Rabbi?” endişeli cevaplarını bugün yeryüzünde göstermektedir.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Üstat Hazretleri şöyle diyor;

“İşte bir köyde bir hain bulunsa o köyü masumeleriyle (suçsuz kadınlarıyla) imha etmek veya bir cemaatte bir asi (isyankâr) bulunsa, o cemaati çoluk çocuğuyla yok etmek veya Ayasofya Camii gibi milyarlara değer mukaddes bir binaya (kutsal bir yapıya) zulüm kanunlarına serfulu etmeyen birisinin tahassun etmesi (oraya sığınmasıyla) onu yakalamak için kocaman o binayı yıkmak gibi en dehşetli vahşetlere şu medeniyet fetva veriyor”

Acaba bir adam, kardeşinin günahıyla hak nazarında müstevli olmadığı halde (istilacı olmadığı halde) nasıl oluyor ki bir köyün veya bir cemaatin binlerle masumları bir hiç uğruna kısa bir süreç içerisinde kötü huylu ihtilalciden hali kalmayan bir ülkede veya bir mahallede bulanan bir serkeş, başıboş adamın isyankârlığıyla hiç münasebet olmadığı halde o masum insanları mesul tutmak ve suçlu gösterip, o hain zalimlerin eliyle yok etmek…

Ne kadar tehlikeliyse bugünkü Suriye’deki ve diğer İslam ülkelerindeki yapılan kanlı mezalim, yıkıcı, fesat unsurlar, aynen bu hadiselerde aktarıldığı gibi, meydana gelmektedir.

Hem de “çağdaş, medeni dünya(!)” adını taşıyan bir dünyanın gözleri önünde.

Bu nedenle İslam’ın ana kaynağı olan yüce Kur’an, Müslümanlara şöyle haykırmaktadır:

“Allah’ın ipine topluca sımsıkı sarılın ve bölünmeyin, dağılmayın”

Bu emri paralelinde hareket etmek gerekir.

Kendine “çağdaş, medeni dünya” adını veren BM’e karşı İslam dünyası dik durmalı ve topluca dayandıkları ana kaynak olan Kur’an-ı Kerim’in ilkeli prensipleriyle hareket etmeli.

Yoksa aksi takdirde yine Üstat şöyle buyuruyor;

“Ümmet-i İslamiyenin ahkâm-ı diniyeye (dini hükümlere) karşı gösterdiği ihmal karşısında bugün başına gelenin kaçınılmaz takdiri ilahidir, demek.

Zira İslam’ın yüzde doksanından ibaret olan, olmazsa olmazı olan zaruri gerçeklerinden ibaret Kur’an ve sünneti seniyye’den sırt çeviren bir İslam dünyası, nereden ve kimden medet bekleyebiliyor ki?

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

ABD’de yayınlanan New York Times gazetesi, Bediüzzaman Said-i Nursî Hazretlerinin geçmişe yönelik hayatını analiz ederken şöyle bir haber yazmıştır;

“ABD’nin ciddi gazetelerinden New York Times gazetesinin Avrupa baskısında Susanne Gützen imzalı yorum haberlerde askeri bir cuntanın 12 Temmuz 1960 gecesi tanklarla Bediüzzaman’ın mezarını çevirdiğini, balyozla mermer mezarını parçalayarak kefenli vücudunu alıp, götürdüğü belirtildi”

Uzmanların görüşlerine yer verilen haber şöyle devam ediyor;

“Karizmatik İslam âlimi olan Said-i Nursî”

“Ceset bir ordu aracına taşındı  

Urfa şehrinin dışında olan bir havaalanına çok sıkı korunan sokaklardan geçirilerek götürülen cenaze, daha sonra da hiç kimsenin görmediği bir askeri uçağa konuldu.

Naşının kaçırılması olayı 1960 darbesinden 6 hafta sonra oldu.

Ankara’da askeri bir cunta iktidara el koymuştu, bu ülkenin geri kalan yüz yıldaki demokrasiyi rafa kaldıracak darbe serilerinin ilkiydi”

Karizmatik İslam âlimi olan Said-i Nursî’nin cesedi o yılın Mart ayında binlerce talebeleri tarafından yas tutularak Urfa’da defnedilmişti”

***

Haber şu başlıkla devam ediyor;

“Nurcular Atatürk tarafından caydırılmak istendi”

“İslam alanında uzman ve Fatih Üniversitesi öğretim üyesi olan İhsan Yılmaz; geçen hafta verdiği röportajda “Askeri yöneticiler, Said-i Nursî muhalefetin sembolü haline geleceğinden ve onun mezarının anti-Kemalizm türbesi olacağından endişe ediyordu” dedi.

Yılmaz; “Cesedi yok etme taktiği kısa vadede iş gördü” dedi.

Bediüzzaman’a açıkça destek veren ve onun ilkelerini benimseyen takipçileri, dinin toplum üstündeki etkisini azaltmak için cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk tarafından caydırılmak istendi.

Fakat uzun vadede işe yaramadı. Çünkü o “Risale-i Nuru” yani “Nur Mektuplarını” telif etti ve onun talebeleri tarafından gizlice çoğaltılarak dağıtıldı. Nursî’nin fikirleri Türkiye’de hala yankılanmaya devam ediyor. Türkiye’nin İslam kimliğine eşsiz bir şekilde ilham veriyor ve onun başlattığı hareket, toplumu ve siyaseti şekillendiren güçlü bir inançtır.

BEDİÜZZAMAN TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN EN ETKİLİ ÂLİMİ

Bediüzzaman’ın Türkiye Cumhuriyeti’nin en etkili din âlimi olduğunu söylemenin abartı olmayacağını belirten gazeteci-yazar Mustafa Akyol da İstanbul’da röportaj verdi.

Şimdi, ülkede ordunun gölgesi önemini yitirdi ve yargı dokunulmazlığı ise iki sene önce yapılan bir referandumla kalktı

DEVLET SAİD-İ NURSÎ’YE ÖZÜR BORÇLUDUR

“Devlet Said-i Nursî’ye özür borçludur” diyen iktidar partisi komisyon üyesi Selçuk Özdağ, “Cesedin bulunması devlet ve halk arasında hayati önem arz etmektedir” dedi.

Bu amaçla, 1960 cuntasının hayatta kalan üyelerini sorguladı, Said-i Nursî’nin son dinlenme yeri hakkında bilgi edinmek için devlet arşivleri incelendi, fakat cuntanın 38 üyesinden ve bugün yaşları 85 ve 83 olan Ahmet Er ve Numan Esin konu ile alakalı bilgilerinin olmadığını komisyona söylediler”

Devamı yarın.

En derin saygılarımla.