TÜRKİYE İÇİN EN BÜYÜK TEHLİKE MUHALEFETTİR VE DAHA NELER, NELER...!!!

Sevgili okurlar!
Türkiye, bugünlerde çok ağır badireler geçirmektedir.
Tehlike, ülkenin her alanında ama her alanında kurum ve kuruluşlarını, iç dinamiklerini tümüyle sarmış durumda.
Halkın sosyal, siyasal kısacası günlük hayat akışları problemler içermektedir.
Hani demişler ya!
"Görünen köy kılavuz istemez" diye!
Bize göre görünen odur ki; hükümetin normal ihlâsla ve ciddiyetle üzerine gitmek istediği ülke sorunlarını muhalefet hep anlamazlıktan geliyor.
İktidarın çalışarak başarmak istediği çok önemli konuların gelişmesine taş koyuyor. Tabiri caizse çelme atıyor. Hatta Büyük Millet Meclisi’ni de işlevsiz hale getiriyor.
Bu olup-bitenler halkın dikkatinden kaçmıyor. Halk büyük bir üzüntüyle bunları izlemektedir.
Artık bu millet her şeyi keşfetmiştir. Olayların, gelişmelerin, olup bitenlerin mecralarını ve kaynaklarını teşhis etmiştir.
Ve şu yargıya varmıştır, her iki muhalefet kanadı ülke ve millet için 'karanlık' tablo çizmektedir.
Yani CHP de, MHP de bu ülkeyi 1960’lı yıllara doğru geri götürmeye çalışmaktadır.
Hatta daha doğrusu, 1924 Anayasası’nın oluşmasından sonra Cumhuriyet Halk Parti’nin şeflik, dipçik ve mezalim dönemlerine doğru götürmek istiyor.
Özellikle TSK’nin bünyesindeki bazı maceracı üniformalı sol Marksist ve inkârcı zihniyete sahip olan yüksek rütbeli subay ve generallerle işbirliği yaparak devleti eline geçirme fırsatını kollamaya çalışıyorlar.
Bu münasebetle kamuoyu artık bu illeti çoktan teşhis etmiştir.
Yıllar yılı gerek Cumhuriyet Halk Parti olsun ve gerek maceracı, ırkçı, şoven MHP zihniyeti olsun iktidar olabilme şansını halktan alamamıştır.
Halk bunlara yüz vermemiştir. Ve vermeyecektir de!
Bu her iki muhalefet kanadı da bunu çok güzel fark etmişler ki; nefeslerinin çıkabildiği kadar avaz avaz bağırarak, naralar atarak Büyük Millet Meclisi’ni adeta kilitlemektedirler. Dünkü görüntüler; tamamen bu zihniyette olduklarını göstermeye yetiyor.
Her ne kadar hükümet de bunlara karşı en sert yumruğunu masaya vurmak istiyor ise de, fakat bize göre bu yetmez. Hükümetin çok radikal adımlar atarak halkı kendi tarafına çekip, bunları demokratik yöntemlerle tarihten silmeleri lazım.
Yoksa ikide bir çıkıp her halükarda demokrasiden, insan temel hak ve özgürlüklerinden dem vurmaları, akı kara, karayı ak göstermeleri ülke yaralarına herhangi bir ilaç olmadıkları gibi, gittikçe yaraları deşerek derinlere götürüp kansere çevirmek istiyorlar.
Bu iş şaka işi değildir. İsmet İnönü’nün 1957 – 1958’lerde yalan, dolan, sahte komplo teorileriyle yola çıkarak, gençleri İstanbul sokaklarına, Ankara meydanlarına doldurup kendini sureti haktan göstererek nihayet Türk Silahlı Kuvvetleri’ni kendi emellerine çekebilmiş ve bir kanlı darbeyi gerçekleştirmiştir.
Bize göre gerek Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül olsun, gerek Sayın Başbakan olsun artık önlerini dar açıyla değil, geniş bir açıyla her tarafı görmeleri lazım. Meşru zeminlerde ülke adına, halk adına, demokrasi adına yola çıkarak bunları susturmaları gerekir.
Bu millet her gün televizyonları izlerken, bunların takındıkları tavırlardan çok rahatsız oluyor.
Yıllar yılı devletin birçok önemli kurumlarının içine sızdırdıkları yanlış insanları kilit noktaya getirmişlerdir ve bu yanlış maceracı kimseler, kendi Marksist ideolojisi paralelinde hareket ederek, medyayla ve muhalefetle gizliden gizliye işbirliği içine girmiş ve yasadışı yollarla bir yerlere varmak istemektedirler.
Bu da Allah korusun ülkenin, demokrasinin, hukukun ve hakkaniyetin sonu demektir.
Bizim edindiğimiz intibalar ve irdelediğimiz tarihi gerçeklere göre, deneyimlere göre gerçekten ülke çok büyük tehlikeli ve badireli bir atmosferden geçiyor.
"Teşhis-ül İlle (Hastalığı teşhis etme)" pozisyonuna bakıldığında bu millet yıllar yılı kandırılmış ve kandırılmaya yönelik büyük çabalar harcanmaktadır.
Tehlikeli, kan döken terör odaklarının başucunda bulunan Ergenekon’dur.
Bu Ergenekon denilen meret, devletin bazı kurum ve kuruluşlarının bünyesinde gizlenmiş, mafya ve çete odaklarıyla işbirliği içine girmiş, yine bu kuruluşların yetkili mensupları olmuşlardır.
Bir türlü devlet bunları ayıklayamıyor, atamıyor, teşhis edemiyor, işte insanın zoruna giden de bu!
Hani bu memleketin güçlü istihbarat birimleri vardı?
Emniyet İstihbarat birimleri? MİT Kurumu, Genelkurmay İstihbaratı, daha neler neler?
Devlet, yıllar yılı hep ihtilalcilerin, darbecilerin andıçlarıyla sarsıntıya girerken, bu istihbari birimler bir türlü uyanamıyor.
Veyahut uyanıyor da işlerine mi öyle geliyor?
Yani hep Cumhuriyet Halk Partili veya ırkçı faşizan unsurlar mı hakim olacak?
İşte bunlar gerçekten zor olan şeyler…
Evvelki gün, yani 9 Kasım 2005. Şemdinli Olayı’nın 4'üncü yıldönümüydü.
Dünkü SÖZ Gazetesi’nin birinci sayfa sağ başköşesinde büyük puntolarla "Şemdinli’de Ne Değişti?" başlıklı haber şöyle devam ediyordu:
"Şemdinli’de devletin içerisine çöreklenmiş suç örgütlerinin maskesi 4 yıl önce aralandı. Ancak yönetimlerin inkârcı yüzü burada icra edilince, değişen sadece demokratik değişime inananların lağvedilmesi oldu.
Hakkari’nin Şemdinli ilçesinde 9 Kasım 2005’te bir kitapevine yapılan bombalı saldırının üzerinden 4 yıl geçti. Yönetimlerin en korkunç, en inkârcı yönü Şemdinli davasında yaşandı. AK Parti’nin özellikle ‘demokratlıkla’ ilişkisi Şemdinli’de dibe vurdu. ‘Arkasındayız sonuna kadar gidilsin’ dedi, bir süre sonra ‘U’ dönüşü yaparak, davayı önemsiz bıraktı. Önce davanın savcısı devre dışı bırakıldı, sonra mahkeme, ardından zanlılar tahliye oldu. Peki değişen ne oldu, hiçbir şey?"
Ancak, suç işleyen ve 39 yıl 10 ay gibi ağır bir cezaya çarptırılan Başçavuş Ali Kaya, namı diğer Mutkili Ali ve arkadaşları serbest bırakıldılar ve halen görev başındalar.
Bu günü o günle mukayese edersek, karşı taraf dev adımlarla fersah fersah ilerlemiş ve büyümüştür. Hükümet ise karşılarındaki cılız politikası yerinde saymıştır…
Ali Kaya hala da Diyarbakır Söz Gazetesi’nin aktif yayın politikasını sindirmek için gizliden gizliye, dolaylı yöntemlerle kararlılığını göstererek, işbirlikçilerinin aracılığıyla bize tehditler gönderiyor.
Evet!
Eğer bir ülkede suçlu elini kolunu sallaya sallaya serbest dolaşıyor ise, hak ettiği cezayı bulamıyorsa, o ülke hiçbir zaman demokrasiden, hukuktan, hakkaniyetten bahsedemez…
Kimse kusura bakmasın!? Hükümet ve iktidar partinin ileri gelenleri ne kadar "iyi niyetle adım atıyoruz, ülke yararına çalışıyoruz" derlerse desinler. Ancak millet vicdanını rahatlatıcı bir çalışma stili göstermiyorlar.
Üç yıldan beri Ergenekon çeteleriyle mücadele veren bu hükümet, kamu vicdanında hala da ulaşması gereken noktaya ulaşamamıştır.
"İsti-sal" denilen olayları kökten kurutma başarısını elde edememiştir,
Hala da ülkede söz sahibi olan eskiye yönelik siyasal iktidarların kalıntıları varlığını gösteriyor.
Devletin bazı önemli kurum ve kuruluşlarının bünyesinde bulunan, hatta başuçlarında görev yapanların devşirme unsurları hala da söz sahibidirler.
Emekli olsalar bile, sözleri halen geçerli.
Bunu Yüksek yargıdan tutun da, icra dairelerine kadar…
Askeriye’nin emekli generallerinden tutun da, teğmenlerine kadar…
Emniyet teşkilatının başucundan tutun da, Karayollarını kontrol eden trafik polisine kadar…
Ve halkı yöneten yerel yönetimlere kadar…
Özellikle Doğu ve Güneydoğu’daki belediyelerin manzaraları tüm çıplaklığıyla ortadadır.
Evet, sevgili okurlar!
Bakınız; 8 Kasım 2009 tarihli Star gazetesinin başyazarı Mehmet Altan’ın köşe yazısında değindiği bazı çarpıcı ve önemli konularından bir kaç satır aktarmak istiyorum.
"Tu Ki Ye" başlıklı yazısı şöyle:
" Benim için Diyarbakır her şeyden önce sokaklarda "mendil satan" çocuklar demek. Onların geleceği kurtulmadıkça buralarda hiçbir şeyin değişmeyeceğine ve sadece siyasal kavga yapılmış olacağına inanıyorum.
GAP Projesi’nin sosyal ayağından olan bu proje, suç riski yüksek olan sokak çocuklarını spora yöneltmeyi hedefliyor. Onları da kadroya yerleştirilememiş beden hocaları eğitiyor. Proje kapsamındaki yüz seksen çocuk futbol formaları içinde mutlu gözüküyor.
Turnuva yaz sonuna kadar sürecek.
Tören ertesinde Emniyet Müdürü Mustafa Sağlam’ın ve diğer üst düzey bürokratların bulunduğu bir grupla birlikte olup, Vali Hüseyin Avni Mutlu ile de uzunca bir süre ahbaplık ediyoruz.
Vali Bey dinleyenin ağzını açık bırakacak olan tüm teşviklere rağmen, özel sektörün buralara gelmediğini, terörün bölgenin kalkınmasını engellediğini anlatıyor.

***

Sevgili okurlar!
Sayın Altan’ın il valimiz Sayın Hüseyin Avni Mutlu ve Emniyet Müdürümüz Sayın Mustafa Sağlam ile yaptığı muhabbet ve bu muhabbetten dolayı aralarında geçen konuları biraz irdeleyerek iç yüzünü sizinle paylaşmak istiyorum.
Zira bölgedeki olup bitenlerin nabzını her gün yoklayan bir yerel gazete olarak her şeyden haberimiz vardır.
Arşivlerimiz bunla alakalı zengindir.
Olayların gerçek yüzünü biliyoruz. Ve her gün bu yöre insanıyla paylaştığımız gibi, devlet büyüklerimizle de paylaşıyoruz.
Fakat kimse kusura bakmasın. Makyajlı parlak kelimeler ve yapılan yapay geçiştirmeler, bugüne kadar hiç kimseye bir yarar getirmemiştir.
Burada kamuoyu adına bir iş adamı olarak, özellikle Sayın Valimize şu soruyu yönletiyoruz.
"Evet, Sayın Valim!
Söylediğiniz "Dinleyenin ağzını açık bırakacak olan tüm teşviklere rağmen, özel sektör buralara gelmiyor, terör bölgenin kalkınmasını engelliyor" ifadeniz çok güzel.
Amma velâkin, biz de diyoruz ki; Sayın Valim!
Gerçekten yalnız terör olayları mı işadamlarının buraya gelip yatırım yapmasına engeldir.
Devletin burada hiç mi kusuru yok?
Yerel yönetimlerin yaptığı bazı yanlış uygulamalar yatırımların gerçekleşmesine hiç mi engel değil?
Örnek mi istiyorsunuz?
Bize göre eğer günlük sosyal iaşesini temin edebilmek için bir kamyon şoförü dere kenarından inşaat sektörüne kum taşırken, jandarma trafiği asfaltlı anayoldan değil, köy yoluna çıkıp o kamyonlara "Sen beş yüz kilo fazla yüklemişsin" bahanesiyle o kamyon şoförüne 2.500 TL  (eski parayla 2,5 milyar lira) ceza yazarsa...
İş çevrelerinde kendi iş makinelerini bir şantiyeden diğer şantiyeye nakil yaparken ve her iki şantiyenin arası 3 – 5 kilometre gibi çok kısa bir mesafe olmasına rağmen, polis yolu kesip "Senin gözün üzerinde kaşın var" misali bahane üreterek kocaman iş makinesini bir hafta süreyle bağlıyorsa ve iş yapma engeli yaratıyorsa ve arkasından da 500 TL. Ceza veriyorsa, o iş çevreleri nasıl bölgede iş yapsın.
Hükmen de olsa buna 'devlet terörü' denilmez mi?
Dahasını söyleyeyim Sayın Valim!
Kamuda çalışan herhangi bir personel, 'mesai' içerisinde ellini kolunu sallayıp çarşı-pazar geziyorsa. Ve buna üstlükte kurumları ve kişileri telefonla arayıp tehdit etme cüretini gösteriyorsa. Ve o şahıs, yargıya dahi düşmesine rağmen 'halen' iş başında bulunuyorsa. Bu garip bir durum değil mi?
Siz devleti temsilen bu yörede her şeyi görmeniz lazım.
Yalnız iyi niyetiniz ve iyi çabanız bize göre yetmez…
Bakınız!
Yerel yönetimi elinde tutan DTP’li belediyelerin bu bölgede devlet yatırımını maksatlı olarak engelleme çabası içerisinde olduğunun farkında mısınız?
İdareyi maslahatla günlük politikalarla devlet olsa bile kimse bir yere varamaz?
İktidar hükümeti ve özellikle Başbakan Sayın Recep Tayip Erdoğan bu yöreye GAP Projesi adı altında her ne kadar iyi niyetle çaba gösteriyorlar ise de fakat yasaların gölgesinde büyük rol oynayan bazı yerel belediyeler kaşla göz arasında devletin ciddi yatırımlarının gerçekleştirilmesine mani olmaktadırlar.
İş ve işsizliği körüklemektedirler.
Ama ne var ki devlet bunun bile farkında değil?l…
Şayet farkında ise durumu görmezlikten mi geliyor? 
En derin saygılarımla…