TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR? (II)

Evet, sevgili okurlar.

Cuma günkü yazımızın son cümlesi şöyle idi;

“Pusuda yatan hain, yırtıcı canavarların pençesinden kendimizi kurtaralım ve yem olmayalım..”

Bu ifade, yalnız günümüzdeki olup biten hadiselere yönelik değil, geçmişimize ait olup bitenleri de kapsadığını görmekteyiz!

Gerçekten yakın tarihimize ciddi bir bakışla bakılırsa; "her şey açıkça" görülecektir.

Onun için her zaman burada ifade ettiğimiz gibi bugün yine aynı şekilde hatırlatmak istiyoruz.

Ve diyoruz ki;

Bu milletin gelişmesine, ülkenin bütünlüğüne yönelik kurulan tuzaklar ve yapılan kumpaslar 1923'lere kadar uzanmaktadır.

Ki evveliyatı da vardır.

1923’ten 1950’lere kadar Anadolu sathında olup bitenlerin zincirlemesini ve silsileli olayları sıralarsak, ne hainane vakalar görürüz?

Hep derim, yaşana gelen süreç hiçbir zaman milli bir süreç olmamıştır.

***

Ve tüm bu olup bitenler, gıdasını dış mihraklardan alarak yola çıkmıştır.

Zihniyet, antidemokratik hukuk dışı, çağdışı, insan temel hak ve özgürlüğüne aykırı bir kimlikle hamleler yapmıştır.

1950’de kurulan Demokrat Parti…

On senelik bir fitret devri gerçekleştirmiş ise de 1960 ihtilaliyle tekrar baskıcı bir rejimin himayesine girmiştir.

1950’deki o mezalim derin unsurlara biraz son verilmiş ise de 27 Mayıs ihtilalinden sonra aynısını ve daha dik alası canlandırılmış, derin devlet yeniden devlet olmuş, askeri vesayet hortlamış ve söz yine askeri yapının olmuştur.

Her ne kadar çoğulcu parlamenter sistemden söz edilmişse de, kâğıt üzerinde kalmıştır.

Zaten Türkiye’nin hali pür melali de hep bu "kısır döngü" içerisinde var olmuştur.

İçi boş kavramlarla yönetilen bir Türkiye, hiçbir zaman millete gerçekleri göstermemiştir.

Yapılan siyaset ve politika değişmemiştir.

Hangi siyasi parti iktidara gelmişse hep kendini muhafazakâr, milli dayanışmaya ait tüzük ve programları söz konusu olmuşsa da ne yazık ki kendini devletin derin vesayetçi rejiminin uzantısından kurtaramamıştır.

Halktan almış oldukları oylar, ne kadar demokratik yöntemlerin gölgesinde gösterilmiş ise de tümüyle şekli ve makyajlı aldatmacalardan ibaret olmuştur.

Yönetimler ne kadar kendini demokratikleşmeye zorlamışsa da tıpkı bugünkü AK Partinin yaptığı gibi çok büyük zorluklarla karşı karşıya gelmiştir.

İçinde boğulmuş, çıkamaz hale gelmiştir.

Zira uzantısı II. Meşrutiyette dayanmaktadır.

Şer-i ve İslami hareket olarak II. Meşrutiyet gösterilmişse de hiç alakası olmayan, tam tersine onu düşünenlere karşı İstiklal mahkemeleri kuruldu, böylece masum, suçsuz, ülkenin lideri durumunda olan nice nice ulema kesimleri darağaçlarına çekilmiştir.

Mahkeme başkanları Hurşit Paşaların 31 Mart Hadisesini bahane ederek, ülkenin birçok dayanak noktasının temsilcileri ya idam edilmiş veya da hapislerde çürüyüp gitmişlerdir.

Mehmet Akif Ersoy’un dizi olarak yazılan hayatını incelersek, çok şeyler içinden alınır.

Keza son devrin Şeyhülislam’ı Mustafa Sabri Efendinin de son çıkan 4 ciltlik kitabı çok şey anlatmaktadır...

Kitap Mısır’da yayınlanmış, ama hala da Türkiye’de tercüme edilmemiş!

Kitap II. Meşrutiyettin ilanından, 1940'lara kadar, tüm olup bitenleri gerçek "yüzleriyle" ortaya koymaktadır.

Kimliklerini gizli tutan nice sahte kahramanların da maskesini düşürmektedir.

Ah.. Keşke herkes bu kitabı okuyabilseydi..

Özellikle de gençlerimiz.

***

Aslında, II. Meşrutiyettin birer uzantısı durumunda olan hadiseler ve vakalar 1960’lara kadar, 1971’lere kadar, 12 Eylül ve 28 Şubat’lara kadar bu millete ve ülkeye yaşatılmıştır.

Silsileli olarak uzanan ve günümüze kadar gelen yani 17 Aralık 2013’teki tarihi zifri karanlık macera dahil olmak üzere tümü derin devletin gerçek yüzünü bize gösteriyor.

* * *

Bu nedenle yazımıza başlık olarak koyduğumuz “TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR?” sorusu derin ve kapsamlıdır?

“Pusuda yatan hain, yırtıcı canavarların pençesinden kendimizi kurtaralım ve yem olmayalım” düşüncesiyle hareket ederek, bir noktada milli dayanışma gücünü dağıtmamak kaydıyla, AK Partinin yani Sayın Başbakan Erdoğan’ın yanında saflaşalım, saflarımızı da düzgün tutalım…,

Aksi halde diğer siyasi partilerin, özellikle Cumhuriyet Halk Partisinin lideri durumunda olan Barbar Kılıçdaroğlu’nun, makyajlı ifadelerine ve politikalarına aldanırsak, sonumuz harap olur…

* * *

Yakın tarihimiz bize gösteriyor ki Türkiye’ye 1923’lerden başlamak üzere kurulan tuzak, tamamıyla Türkiye’yi işgal eden itilaf güçleri ve haçlı anlayışlara aittir..

Ki, başta İngilizler dahil olmak üzere uygulamaların yüzde doksanı onların direktif ve talimatları doğrultusunda yapıla gelmiştir.

Tıpkı bugünkü Suriye’deki Beşarların, Irak’taki Malikilerin, Mısır'daki Sisi'lerin ve diğer İslam ülkelerinin başındaki mevcut olan piyon liderler gibi…

Hep dışa yönelik gizli talimatlarla İslam ülkeleri yönetilmektedir.

****

Her gün biraz daha yaklaşan yerel seçimlerin propagandası yapılırken, CHP lideri acaba hangi yüzle, hangi izanla, hangi aldatmacalarla, bu milletin yanında yer alıp kurtarıcı olarak kendini gösterecek?

Burada bir kaç önemli tarihsel vakaları size aktarmak istiyorum.

CHP'nin "nasıl bir zihniyet" sahibi olduğunu anlamanız ve bilmeniz için..

Tarih, 01. 02. 1935…Osmanlının bin senelik resmi tatil günü olan “Cuma günü tatilini” bir çırpıda Pazar gününe dönüştürüldü.

Ve bundan bir gün sonra. Yani 02. 01.1935’te Ayasofya Camisi müzeye dönüştürüldü.

Başta İstanbul’daki Fatih Camisi olmak üzere birçok caminin içindeki halılar kaldırıldı yerine kürsü ve sandalye konuldu.

Sormak lazım, bunların emirlerini veren, kanun çıkaran kim ve hangi iktidardı?

Dahası Kur’an-ı Kerim’in koro halinde müziksel bir şekilde okutulmak istenilmesi…

Ve daha acı verici bir durum da, 1938 ile 1940 arasında yaşatılan Dersim hadisesi..

Binlerce insan öldürüldü, onlarcası da idam edildi.

Dersim insanlarını sürgüne zorlayan hadise, kimin döneminde oldu, emri veren kimdi?

Keza 03. 07.1940 tarihinde kurulup da köylere dahi uzanan Köy Enstitülerinin biçimlendirilme şekli…

Tümüyle Türkiye insanına bu okulların gerçekleşmesiyle inkâr, ilhad, ateizm, velhasıl İslam dışı uygulamalar enjekte edildi.

Tarihi tüm gelenek ve görenekler kaldırıldı.

İslam’a karşı yapılan bu kirli yaftalar hangi dönemde gerçekleşti?

Bu köy enstitüleri uygulamaları altında hedeflenen gerçek, aranan kararlar, gerçekleşen yasaların tümü bu memleketin içinde İslam’ın kökünü kazmaya yönelik ve iman nurunu ümmetin kalbinden söndürmek suretiyle gerçekleştiren anlayış neye dayanıyordu ve kimlerin döneminde bunlar yapıldı?

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Tüm bu fitret devri içinde olup biten hadiseler ve vakalar sıralanırsa ciltlerle kitap yazmak gerekir.

Ne yazık ki ne zamanımız yeter ne de gücümüz.

Çünkü daima derin devlet karşımızdadır.

Yani vesayetçi CHP anlayışı!

Tıpkı bugün kaşla göz arasında 17 Aralık’taki başlanan macera…

Belma Akçura’nın “Derin Devlet Oldu Devlet” isimli kitabına aldığı tarihi önemli olaylar hakikatten, Türkiye’nin gerçek yüzünü bize deşifre etmektedir.

Derin çatışmalar, derin hesaplaşmalar, derin vesayetçi anlayışlar oldukça önemli olaylara imza atmış bu kitabın müellifi 40 yıldan beri

Faili meçhul olarak bilinen nice nice masum insanların ölümü kaleme alınmıştır.

1980’li yıllardan yani 12 Eylül’den sonra, terör odakları tümüyle ülkeyi kargaşalara, kan ve gözyaşlarına boğmak üzere çaba ve plan ortaya koymuştur.

Behçet Cantürk’ün öldürülmesiyle başlayan Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki JİTEM hareketi, bu bölgeye hatta Türkiye’ye çok ağır bedel ödetmiştir.

Gâh faili meçhul yapılan suikastlar PKK’ya mal edilmiş, gâh Hizbullah gibi İslami kılıfla yola çıkartılmış bir hareket sorumlu tutulmuş.

Yani olup biten tüm karanlık uygulamalar “Derin Devlet”in, vesayetçi postalların gölgesinde gerçekleştirilmiş.

Ve hala da bu millet bir türlü aklını başına almıyor.

Dost kim, düşman kim seçemiyor?

Üzüntü veren taraf da budur.

Hasılı kelam, derin MİT’in derin yanılgılarına kadar ve kurulan derin Devlet Güvenlik Mahkemelerine kadar, derin Polisin muammasına kadar, Encümen-i Danışlara kadar, burada neler sayarsak azdır.

Belma Akçura’nın tespitlerine göre 1982 anayasasının 143. maddesine dayandırılarak, 1984 yılında kurulan Devlet Güvenlik Mahkemeleri, 1999’a kadar terör sonrasında ağırlıklı olarak çete davalarına baktı.

DGM’ler 1986 ve 2002 yılları arasında toplam 73 bin 966 dosya işleme koydu…

1990 ve 2002 yılları arasında ise 214 bin 885 kişi yargılandı.

Bu sürede 82 bin 95 kişi hakkında mahkûmiyet kararı verilirken, 82 bin 465 kişi beraat etti.

Kurulan bu mahkemeler, kaşla göz arasında 82 bin insanı mahkûm etmiş durumda.

Yani buraya neler yazarsak, azdır sevgili okurlar.

Önümüzdeki günlerde Allah nasip ederse daha çok çarpıcı, önemli olayları sizinle paylaşmak üzere bu günkü yazımızı burada sonlandıralım.

En derin sevgi ve saygılarımla.